Amerika'ya gelir misin?

Simon, ‘‘Karadeniz, iki erkek bir kadın. Az önce geldiler.’’ dedi. Simon Hilton Oteli'nin resepsiyon şefi, biz de o zamanlar Beyoğlu muhabirliği yapıyoruz.

Görevimiz önemli yabancıların ziyaretlerini izlemek. Ama işimiz güç. Şimdilerde ünlünün biri gidiyor beşi geliyor, eskiden hippiyi bile evirip çevirip haber yapardık. Simon'un dediği Karadeniz, ‘‘Kral Dairesi’’, yani otelin en pahalı dairesi. Tüyoyu alınca artist, işadamı, politikacı, sanatçı meslekleri geliyor aklımıza. Dahili telefondan yukarıyı arıyoruz. Tok bir erkek sesi hattın öbür ucunda. Gazeteciyiz, görüşelim diyoruz. Yukarı çağırıyor. Lobide haber pususuna yatmış meslekdaşlarımızı alarma geçirmeden fotomuhabirine gözle mesaj veriyoruz. Az sonra Karadeniz Dairesi'ndeyiz.

Boylu poslu, ellisini aşkın, tipi saygı yansıtan güleç yüzlü adam ‘‘Merhaba’’ diyerek bizi karşılıyor. Bir köşede karısı ile bir rahip bavul yerleştirmekle meşgul. Balkona çıkıyoruz, tekerlekli masa ile içkiler geliyor önümüze. Adam kimdir, milliyeti, ziyaret sebebi nedir bilmiyoruz. Konuşmaya da bunları sorarak başlıyoruz. ‘‘Amerika'lıyım, karım ve rahip dostumla dünya gezisine çıktık. İstanbul rotamız üstünde’’ Sıra mesleğinde. İlkin düşünüyor ardından eşine sesleniyor, ‘‘Sevgilim, portföyümü getirsene.’’

Dosya boyutunda timsah derisi portföyü açıyor. İlk yaprak birbirine çizgilerle bağlı minik dörtgenle dolu. Hepsinin tepesinde adamın ismi. Acaba bunlar ne? Adam açıklık getiriyor. ‘‘Bu şirketlerin bir kısmında ünvanım Chairman of the Board, Chief Executive Officer veya President. Diğerlerinde direktör kurulundayım veya mavi hisse sahibiyim.’’

Chairman, President, Executive Officer ne iş yapar, mavi hisse ne demek hiç fikrim yok. Amerika'lının büyük bir patron olduğunu anlıyorum, o kadar. Bu şirketlerin hangileri Türkiye'de tanınır soruma, ‘‘General Dynamics, Esso ( yeni adıyla Exxon.)’’ yanıtını veriyor.

Konuşurken sürekli beni süzdüğünü hissediyorum. Eşi de geliyor yanımıza. Sıra Amerika'lıda. Ne yaptığımı, kaç para aldığımı soruyor. İşimi anlatıyorum ama maaş konusu güç. Karadeniz'in bir geceliği 1500 lira, benim aylığım ise 1250. 1960'lı yıllarda 1250 lira vali, milletvekili maaşından fazla. Dolar yanılmıyorsam dokuz lira idi. Oturduğum iki yatak odalı, bahçeli evin kirası ise 250 lira. Rahat bir hayat sürdüğümü, gerçekten, anlattım. Gazeteye dönme zamanım geldi, kalkmaya hazırlanıyorum. Adam ‘‘Amerika'ya gelmek ister misin?’’ dedi aniden. Bir süre ne söyleyeceğimi bilemedim. Amerika çocukluğumdan beri düşlerimi süsleyen bir ülke. Ama gönlüm gazetecilikte. Üstelik Hürriyet'teyim. İlan vermeye gelenlerin dahi kapısında düğme ilikledikleri Hürriyet'e girmeyi başarmışım. Aile durumları da cabası.

Amerikalı, ‘‘Kendi uçağımla buradan Yeni Delhi, Tokyo, Hawaii, Los Angeles'e uğrayıp Houston'da gezimiz sona erecek. Yetenekli, tuttuğunu koparan birine benziyorsun. Ben işlerimi Houston'daki merkezimden yönetirim, sen de orada çalışırsın. Merak etme alacağın para seni de aileni de çok rahat geçindirir. Üç gün sonra İstanbul'dan ayrılacağız. Kararın müsbet ise bize dahil olursun. Yanına pasaportundan başka bir şey alma, ihtiyaçlarını biz hallederiz’’ diye ekledi.

Teklifine teşekkür ederek düşünmem gerektiğini söyledim. Ayrılırken verdiği kartvizit üzerine bir telefon numarası yazdı. ‘‘Sonra gelmek istersen beni bu direkt numaradan ararsın. Beni seni Houston'a getirtirim.’’

Gazeteye döndüğümde otelde iki kare resim çekip ayrılan foto muhabiri yazıişlerinin haberimi beklediğini belirtti. Uçak fabrikasından petrol kuyusuna çeşitli sanayilerin tepesindeki Amerika'lıyla görüşmemizi, özel uçağıyla dünya turunu, Türkiye-Türklerle ilgili görüşlerini bir çırpıda toparlayıp verdim. Haberde bana yaptığı iş teklifiyle ilgili tek kelime dahi yoktu.

Şirketler sahibi işadamını Karadeniz Dairesi'nden ayrıldıktan sonra aramadım. Oysa, ‘‘Tekrar teşekkürler. Ama gelemeyeceğim.’’ deseydim iyi olurdu. Amerika'nın en güçlü sanayicilerinden birinin iş teklifi bazı vesilelerle zaman zaman belleğimde canlanıyor. Yaşamımın en krizli dönemlerinde dahi, ‘‘Teklife keşke evet deseydim.’’ düşüncesine kapılmadım. Bu sanayicinin davetinden 6-7 yıl sonra Hürriyet muhabiri olarak New York'a gönderildim. ‘‘Türkiye Uçağını Arıyor’’ dizisinde F-16 uçakları röportajı için Houston'a General Dynamics üst düzey yöneticileriyle konuşmaya gittiğimde Karadeniz Dairesi'ndeki görüşmemizi yeniden anımsadım. Yöneticilere de adını unuttuğum sanayicinin nerede olduğunu sormayı gereksiz buldum.

‘‘Abi iki milyon insan Yeşil Kart için başvuruyormuş. Ne dersin Amerika şansını deneyeyim mi?’’ diyen havuz barı garsonu Murat şezlonguma eğilmiş, kimbilir kaçıncı defa sorusunu yineliyor. İlk sorusu beni yıllar öncesine götürmüş, yarı uykudayım. Gelecek hafta bu sütunlarda milyonların ‘‘Amerika Rüyası’’ndan birkaç kesit vereceğiz.
Yazarın Tüm Yazıları