Doğan Uluç

Azgın kızları kim durduracak?

11 Şubat 2007
Gardırop yükü giysi var üstümde. İç çamaşırı, gömlek, kazak, ceket, ayak bileğine inen içi kuzu derisi palto, kaşkol, eldiven, siyah camlı gözlük, kulakları kapatan yün şapka. Gene de çaprazlı esen sabah rüzgarı iliklerime erişiyor. Isı sıfırın altında 15 derece. Burası New York, Güney Kutbu değil. Tren terminali ve süpermarketten geçerek dondurucu soğukla kısmen baş ettikten sonra ofise ulaşıyorum.
/images/100/0x0/55ea1020f018fbb8f868ec93
Günün gündemi bol çeşnili: ABD Kongresi’nde iktidar-muhalefet çekişmeleri, Beyaz Saray seçimine yarışan adayların nabız yoklama gezileri, Başkan Bush’un 2 bin 500 sayfalık 2007 yılı bütçe programı, borsada senetlerin değer artışı, kasırganın 30 can aldığı Florida Eyaleti’nde olağanüstü hal ilanı, Bağdat’ta SÜnni-Şii, Gazze’de Hamas-El Fetih çatışmaları irili-ufaklı haberlerle basında yer alıyor.

Masamın üstündeki Newsweek’e göz gezdiriyorum. Yüksek tirajlı saygın politika dergisinin kapağında Paris Hilton ile Britney Spears, başlık ise "Azgın Kızlar." Kapak konusunda iyi bir seçim yapmış Newsweek. Derginin araştırma ekibi Paris-Britney ve Lindsay Lohan üçlüsü ile Hollywood’un genç yıldızların halkın yüzde 77’sine göre Amerikan kızlarına ’kötü örnek’ olduklarını bildiriyor.

Britney’in fotoğrafçılara külotsuz poz vermesi, kulüplerde aşırı içkiden ’küfelik’ olması, Paris’in seks videolarını piyasaya sürmesi, halka açık plajlarda sutyenini fora etmesi, alkolik Lindsay’ın lokantalarda erkeklerle aleni seviştikten sonra yüksek alkolden masa altında sızması, otel çıkışında bayılıp hastaneye taşınması, Nicole Richie’nin sarhoşluk nedeniyle araba kazaları yapması, bu kızların özel kulüplerde striptiz gösterileri enine boyuna eleştiriyor. Dergi ciddi bir sosyal sorunu eşeliyor.

POP KÜLTÜRÜNDE SEKSİN YERİ

ABD’nin aile değerleri, ahlak ilkelerini tehdit eden konu mercek altına alınıyor dergide. 20 yaş altındaki kızlar, para sorunu çekmeyen, sürekli kıyafet değiştiren, lüks yaşam içinde kimseye hesap vermeden dilediğini yapan, her gece birkaç kulüpte boy gösterip sabahlara kadar eğlenen, gömlek değiştirir gibi sevgili yeniledikleri için şöhret olan Paris-Britney-Lindsay’e hayranlık besliyor. Bunlar 21. yüzyıl gençliğinin özenti duyduğu ünlüler.

Amerikalıların yüzde 84’ü pop kültüründe seksin 20-30 yıl öncesine kıyasla büyük rol oynadığını söylüyor. Basın, bu şöhretlerden, önüne gelenle yatan kadınları tanımlayan ’bimbo’,’slut’ sözcükleriyle söz ediyor. Los Angeles’li bir anne daha da ağır sıfat kullanıyor: "Bunlar ’prosti-tots’ (Bebek fahişeler) "Ama Paris’in umurunda mı? Hilton otel zinciri várisi "Hollywood’un iki ünlü sarışını, Mae West ile Mariyn Monroe dönemi geçti. Şimdi piyasanın en şöhretli sarışını benim" diyor. Abartma payı az bu beyanda. Yazılı ve görüntülü basında Paris Hilton’suz geçen gün yok.

Sinema aleminde 1900’lü yılların ortasından bu yana Gypsy Rose Lee, Mae West, Ingrid Bergman, Marilyn Monroe, Elizabeth Taylor gibi yıldızlar, mahrem yerlerini sergileyen çıplaklık ve zina nedeniyle, şöhretlerin zirvesinde olmalarına rağmen bir süre Hollywood’dan dışlandılar. Mae West ile Gypsy Rose ’gençliğin ahlakı bozduğu’ gerekçesiyle haftalarca cezaevinde kaldı. Oysa son 20 yıldır Madonna’nın porno içerikli şarkı ve dans gösterileri, gözde manken Kate Moss’un sık sık görüntülenen kokain tutkusu, Paris Hilton’un skandal süslü hayatı ABD güncelinde rutin addedilmeye başladı. Amerikan toplumunda aile değerleri hızla düşüşe geçti. Ebeveynlerin söz geçiremediği çocukları üstünde kontrol gücü giderek azalıyor.

ŞİMDİ DE FİLMİ ÇIKTI

Gençliğin hayranlıkla izlediği ’bimbo’lar takımının yaşamı ucuz bütçeli film senaryolarından farksız. Zengin kız-yoksul erkek aşkları, sevgili paylaşımı, organ teşhiri, skandallar, çıplaklık, alkol, sigara, uyuşturucu, seks, kavga, öç alma, entrika iç içe. Yeni pop kültüründe seks ve çıplaklık ön planda.

Bimbo takımına hayran genç kızlar ödül geceleri, rock, rap ve pop konserlerinde sutyensiz göğüslerini kameralar karşısında fora edip isim yapmaya çalışıyor. Estetik cerrahlar Pamela Anderson, Jessica Simpson, Britney Spears’ın gülle göğüslerine sahip olmak için 15-16 yaşındaki kızların neşter altına yattıklarından şikayet ediyor. Liseye yeni başlamış kızlar karış boyu şortlar, göğüs sergileyen buluzlar içinde hayranlık duydukları şöhretlerin sınırsız özgür yaşamlarını taklit etmeye uğraşıyor. Bimbo modasını hikaye eden "Azgın Kızlar" adlı bir video film dizisi satış rekorları kırıyor.

Dünya lideri ülke, aile düzenini temelinden sarsan önemli bir dönem geçiriyor. ABD, içsavaşın sürdüğü üç ülkede politika kararsızlığı içinde, keşmekeşten çıkış fırsatı arıyor. Irak ve Afganistan’da 150 bin askeri ateş hattında. Çıplaklık ve seks gündemli yeni pop kültürüne karşı genç nesillerin nasıl savunulacağı başlı başına bir sorun. Azgın kızları kim durduracak?
Yazının Devamını Oku

Esrar nargilesinde votka

4 Şubat 2007
Haylidir kapısını açmadığım bar, akşamcı kalabalığına uğramış. Bizde ’akşamcı’ denildiğinde ilkin yaşını başını almışlar akla gelir. Oysa müşterilerin çoğu genç. Aralarında boş bir tabure, yerleşiyorum. Barmen "Grey Goose artini?" diyor göz göze geldiğimizde. Hafızası mükemmel, başımı eğerek onaylıyorum. Manhattan’ın votka çeşitleriyle ün yapmış barlarından biri bu.

İçki şişelerinin bulunduğu raflar eskisi gibi loş değil. Mağazaların kozmetik tezgahları gibi pırıl pırıl. Bar arkasında duvar bu kez aynalarla kaplanmış, alttan üstten ışıklandırılmış. Sıradan göz gezdiriyorum, aşina olduklarımın yanı sıra turistik New York rehberlerinde isimlerini gördüğüm yeni içkiler de var. Çoğunluğu votka. Değişik boyutta, rengarenk, süslü, fiyakalı şişeler. Absolute, Belveder, Chopin, Stolichnaya tanıdık markalar arka sırada: Önde ’Tito’, Teksas mamulü. Yanında İskoçya’dan ’Brilliant’, Estonya’dan Mor ile Ston, yeni Rus üretimi Charodei ile Zyr, Fransızların üzümden yapılan votkası ’Ciroc’.

Yanında uzunca bir şişe, içindeki sıvı sarı. Ortada inceliyor, metal bir yılan bel kısmını sarıyor. İlk defa görüyorum. Genç gruba içki hazırlayan barmen imdadıma yetişiyor: "Bu İtalyan modacı Roberto Cavalli’nin tasarımını yaptığı şişe. Votka kendi adını taşıyor. Birkaç hafta önce Chicago’daki Y Bar’da tanıtımı yapıldı. Piyasada şişesi 60 dolar. Ama özel bar ve kulüplerde 300 dolara satılıyor. Dağıtımcı yakında bize de getirecek."

CAVALLI’NİN YILANLI ŞİŞESİ

Cavalli’nin yılanlı şişesi tasarım çeşnisinde tek değil. Grafik sanatçıları parfüm şişelerinden esinlenerek müşteri cezbedici modeller hazırlıyor. Marka isimleri, üç boyutlu resimler, dış yüzeyde kabartma figürler, iç cidara işlenmiş desenler şişeleri süslüyor. Bilardo topu tabanlı karış boyunda kalınca tüplü ’Bong’ votkası ismi gibi esrar bağımlılarının kullandığı minyatür nargileyi andırıyor. Bong’un geçen yıl sonunda Miami’deki tanıtımını sosyete dilberi Paris Hilton yaptı.

Votka, 2000’li yılların gözde içkisi. ABD’nin yılda 160 milyar dolarlık içki sektöründe viski, cin, konyak gibi yüksek alkollü içkiler grubunda satış lideri. Gençler arasında giderek rağbet gören votka şöhretlerin de ilgisini çekiyor. Hayatında ağzına içki koymamış Amerikalı emlak kralı Donald Trump dahi modaya ayak uydurup votka işine el attı. Trump, ’I Love New York’ kampanyası grafikçisi Milton Glaser’e şişe tasarımı hazırlattı. Hollanda’dan ithal edilen votka dört köşeli şişenin 24 karat altın suyuyla boyanmış iki yanına ’T’ harfi işlenerek satışa çıkarıldı.

MEYVELİ VOTKALAR PEK CAZİP

Votka kokusuz, renksiz, tadı olmayan bir içki. Başta buğday, patates, pancar, çavdar olmak üzere tüm tahıl, sebze ve meyve ürünlerinden imal ediliyor. Kalorisi kola meşrubatı gibi 80. Şişmanlatmıyor.

Son on yılda satışları İskoç viskisi, Amerikan kardeşi bourbon ile cini sollayarak yükselen votkada yenilik yalnızca göz alıcı şişelerde, egzotik markalarda değil. Üreticiler gençlere cazip gelmesi için limon, portakal, elmadan böğürtlene değişik meyveleri katarak beş kez damıtlamadan geçirip yüksek alkollü içkiye renk ve tat katmaya başladılar. Piyasada 300 civarında votka çeşidi arasında içinde eritilmiş ciklet bulunanı dahi var. Üreticiler böylece votka içiminin cazip hale geldiğini söylüyor. Diğer içkilere kıyasla votkanın fahiş fiyata satılması gençler için ayrıca bir tercih nedeni. 1990’dan bu yana yüksek alkollü içkilerin yüzde 47 satış artışında aslan payı votkada.
Yazının Devamını Oku

Evsize milyon dolarlık zarar davası

28 Ocak 2007
Roger Greenlee pamuk yumağını andıran top sakalını bir süre ovuşturdu. Sonra ilkin ayakkabılarını, ardından çoraplarını çıkardı. Islanmış ayaklarını sıcak hava fışkırtan mazgalda kuruladı. Palto cebindeki bir çift çorabı giydi. Kaldırımdan gelip-geçen şık giyimli kadınlar Roger’e sürünmemek için rota değiştirdiler. Bir kısmı da New York’un en pahalı butiklerin bulunduğu semtinin göbeğinde sergilenen bu manzarayı görmezlikten geldi.

Gazete boyu mazgal üstüne oturan Roger başı dizleri arasında, sırtı Karl Kemp’in vitrinine dayalı öğle uykusuna başladı. Cam arkasındaki antik kanepenin etiketindeki rakam 26 bin dolar idi.

Madison Avenue’yu kesen 68’inci ve 69’uncu sokaklar giyim-kuşam, takı, aksesuvar sanayi devlerinin buluşma merkezi. Bulgari, Prada, Chanel, Ungaro, Gucci, Chloe yan yana, karşı karşıya. Ralph Lauren’ın çifte mağazasına bitişik Cartier ile Yves St. Laurent butikleri ilkbahardaki açılışa hazırlanıyor. Bir de aralarında antikacı Karl Kemp’in mağazası var.

Roger Greenlee kiraların astronomik çizgiye ulaştığı bu mahallenin davetsiz misafiri. New York’ta ’evsiz’ kategorisine giren, bina girişlerine postu sermiş binlerce kader kurbanından biri. Ama son bir haftadır 64 yaşındaki Roger’in hikayesi basında sürekli işleniyor. Nedeni ise antikacı Karl’ın ’evsiz’ Roger’e açtığı bir milyon dolarlık zarar-ziyan davası.

İKİ YILLIK MÜCADELE

Kemp "Bu adam mağazamın önünü evi gibi kullanıyor. Plastik torbaları girişi tıkıyor. Yemeğini burada yiyor, küçük tuvaletini mazgaldan aşağı yapıyor. Üstü başı koktuğu için insanlar yol değiştiriyor. Beni gördüğünde küfürler yağdırıyor, dükkana girmek isteyenler de korkuyorlar. Çok kez uyardık, kulak asmadı. Polise ihbarda bulundum, ilgi göstermediler. Bina sahibine buharlı hava çıkaran mazgalı kapatmasını söyledim, işine gelmedi. İki yıldır bu adamla mücadele ediyorum. Satışlarım düştü, mahkemeye başvurup tazminat davası açtım" diye dert yanıyor.

New York tarihinde bir mağaza sahibinin bir ’evsize’ karşı açtığı ilk dava bu. Antikacı şikayetlerinde haklı, yasalara göre yapılacak fazla bir şey yok. ’Evsizler Koalisyonu’ sözcüsü Shelly Nortz "Aşağılık bir dava bu. Evsizler New York’un bir gerçeği. Yetkililer evsizlere yer bulmazsa kış soğuğunda kaldırım mazgalından medet uman insanı cezalandırmak hakkaniyete sığmaz. Bir evsize tazminat davası açılmasını ilk defa duyuyorum" diyerek Karl Kemp’i suçluyor.

Roger Greenlee’ye arka çıkanlar da az değil. Antikacının bitişiğindeki ayakkabıcının tezgahtarı "Pis kokular gelmesine rağmen sakallı adam müşterilerimizi hiç rahatsız etmedi. Kendi halinde biri" derken aynı sokakta yaşayan milyoner emlakçi Edward Cohen, New York’un en ünlü evsizi Roger’e destek veriyor: "Kendi halinde biri. Isınmak için kaldırımdaki mazgala tünüyor. Hizmetçimle arada bir yemek gönderiyorum. Bazen bir cadde aşağıda Park Avenue’de gelip geçenlere vaaz verdiğini gördüm. Vaazlar bitince ısınıp, dinlenmek için bizim sokağa geliyor. Zararsız bir kişi. Antikacı Kemp budalaca davasından vazgeçmeli."

EVE DÖNMEK İSTEMİYOR

Roger Greenlee olayı haber yayınları, sohbet toplantılarında ekranlara geldikten sonra olayın boyutları genişledi. Güney Carolina eyaletinde yaşayan oğlu Dan Greenlee bir açıklama yaparak babası Roger’ın 30 yıl önce eşi Elsie, kızı Michele ve kendisini terk ettiğini söyledi. Dan "Bugüne kadar babamızın hayatta kaldığını bilmiyorduk. Aniden ailesini bırakıp kayıplara karışmıştı. Bir TV programında babamdan bahsedildiğini öğrenince şaşırdık. Ortaya çıkması bizim için büyük mutluluk oldu. Hazırlıklarımı tamamlayıp New York’a gideceğim" diyor.

Babasını güçlükle hatırlayan oğlu Dan Greenlee’nin anlattıklarına göre Pennsylvania’da yaşayan Roger Greenlee cam işçisi olarak hayatını kazanıyordu. En büyük zevki hafta sonları babasıyla birlikte geyik avına çıkmaktı. Evlenip iki çocuk sahibi olduktan sonra bir ev satın almak üzere babası Lawrence’tan borç istemişti. Lawrence borç vermeye yanaşmayınca geçim sıkıntısı çeken Roger bir gece ailesine veda etmeden evini terk etti. O günden geçen haftaya kadar 30 yıldır eşi, çocukları dahil ailesinden kimseyle temas kurmadı.

Oğlu "Babamı hiç unutmadık. Büyükbabam Lawrence sık sık ’Roger bir gün çıkıp gelecek’ umuduyla yaşadı. TV’lerden babamın sokakta yaşadığını öğrenince derin üzüntüye kapıldım. Şimdi tek isteğim onunla buluşmak. Yaşadığım ev çok büyük, babamın yeri de hazır" diye konuşuyor.

Oysa madalyonun diğer yüzü ümit verici gibi değil. Vaiz ’evsiz’ Roger görse tanımayacağı çocuklarını, ikinci evlilik yapan eşini görmeye niyetli değil. Görüşmeye giden gazetecileri "Bana ailemle ilgili soru sormayın. Hayatımdan memnunum" diyerek tersliyor.
Yazının Devamını Oku

Şöhretle servet ikiz kardeş

21 Ocak 2007
Şöhret düşkünlüğü ABD’nin salgın hastalığı. Tedavisi olmayan bu sosyal tutku dev ülkede mola vermeden yayılıyor. Kış soğuğunda televizyon stüdyoları önünde kuyruğa girip kameraya "Selam anne" çığlığıyla el sallayarak poz verenler sonradan eş-dosta "Ekrana çıktım" diye övünüyorlar.

İnsanlar akşamüstü evlerinde bilinmeyen yeteneklere şöhret yolunu açan yarışma programlarını nefeslerini tutarak izliyor. Çatlak sesine rağmen ünlü bir şarkıcı olacağına inananlar, esprilerine yalnız kendileri gülen komedyen adayları, dansözlüğe soyunan hantal bedenliler bu programlarda boy gösteriyor. Ama seyirci sayısı az buz değil, 35 milyonu aşkın kişi bu amatör yarışmalarını izliyor. İlkokul öğrencisinden çoluk-çocuk sahibi ev kadınına bunca insan bir yolunu bulup üne kavuşmayı yaşam hedefi olarak algılıyor.

Sinema ve tiyatro aleminin "Golden Globe" (Altın Küre) ödül gecesini seyrederken şöhretin servetle nasıl özdeşleştiğinin farkına vardım. Geçen yılda beyazperde ve TV kanallarında başarılı filmlerin ve dizilerin en iyilerini ödüllendirmek için düzenlenen galada sanatçıların başarıları ikinci plana itilmişti. Bin 500 davetliyle ekran başındaki milyonlarca seyircinin ilgi odağı geceye katılan eğlence alemi şöhretlerinin gövde gösterisiydi.

Sanatçılar caddeden salona uzanan kırmızı halılarda kamera karşısında gülücükler dağıtırken kıyafetlerini hazırlayan tasarımcıların kimliğini, taşıdıkları takıların markalarını açıklamaya özen gösterdiler. Cameron Diaz, Jennifer Lopez, Angelina Jolie, Cate Blanchett, Penelope Cruz, Jessica Biel, Jennifer Garner, Charlize Theron, Eva Longoria ve Hollywood’un önde gelen diğer güzelleri, giydikleri göz kamaştıran tuvaletlerinin tasarımcılarının başta Alexander McQueen, Chanel, Gaultier, Ungaro, Galliano gibi tanınmış modacılar olduğunu açıkladılar.

’Altın Küre’ galasının beş kıtada 100 milyonu aşkın kalabalığa ulaştığını düşünerek marka ismi verilmesinin ender görülen bir reklam tanıtımını gerçekleştirdiği dikkatimi çekti. Ödül gecesine ev sahipliği eden Beverly Hills Oteli ana salonundaki koltuklar soğumadan giriştiğim araştırmada Altın Küre gecesinin ticari yönüyle karşılaştım. Moda evleri ödül gecelerinde ürünlerinin kalabalık kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla eğlence alemi ünlülerine özel kreasyonlarını giydirmek için birbiriyle yarış içindeydi. Bunun için şirketler 50 bin dolardan milyon doları aşkın paralar ödüyorlar şöhretlere. Son Altın Küre galasında St. John Kits modaevi kül grisi şifon tuvaleti giymesi için Angelina Jolie’ye 12 milyon dolar ödeyerek bu alanda bir rekor kırdı.

TAKI REKLAMI DA YAPILIYOR

Hollywood güzellerinin geçit törenini andıran galada Oscar de la Renta, John Galliano, Christian Dior, Chanel, Gucci, Gaultier, Versace, Marchesa, Ungaro, Herrera, Nina Ricci ödül kazanan aktrislere bol sıfırlı ödeme yaptığı gibi giydikleri tuvaletleri de hediye olarak verdi. Şöhretin zirvesindeki bazı aktrislere televizyon kameraları karşısında birkaç dakika kalıp giysilerini sergileme karşılığında modaevlerinin yaptığı ödemeler, bu aktrislerin çekimi aylar süren filmlerden kazandıkları parayı geçiyor.

Oysa ödeme konusu yalnızca giyimle bitmiyor. Ödül gecelerinde reklam ve tanıtımda takı sanayii de var. Chopard, Harry Winston, Bulgari, Azzaro kolye, yüzük, küpe gibi mücevherlerini takan aktris ve yıldızlara yüz binlerce dolar ödüyor.

Bu sanayinin ileri gelen firmaları küpelerinin görünmesi için kiraladıkları uzman kuaförlerin kulakları açıkta bırakacak saç stili hazırlamasına önayak oluyor. Mücevherat firmaları modacılarla işbirliği yaparak kolyelerin dikkati çekmesi için tuvaletlerin dekolte kesimli olmasını sağlıyor.

Astronomik meblağların el değiştirdiği tuvalet-takı-kuaför işbirliği her seferinde beklenen sonucu veriyor mu? Hayır. Saçlarını kömür siyahına boyatan Cameron Diaz ile Patricia Arquette, Nicollette Sheridan, Jennifer Love Hewitt, Vanessa Williams, Rinko Kikuchi ve Beyonce Knowles’un marka tuvaletleri alay konusu olup hayranlarını düş kırıklığına uğrattı.

Giyim ve aksesuar işbirliğine giren firmaların büyük çoğunluğu ürünlerinin reklam tanıtımında kadın aktris ve yıldızlara yatırım yaptı.

Altın Küre gecesine gelen Brad Pitt, Leonardo DiCaprio, Justin Timberlake, Patrick Dempsey, George Clooney, Jack Nicholson, Warren Beatty, Clint Eastwood, Ben Affleck gibi Hollywood’un erkek şöhretlerine TV kameramanlarıyla gazete-dergi fotoğrafçıları fazla ilgi göstermedi. Nedeni ise renk cümbüşünde ustaca hazırlanmış tuvaletler, ışıltılı elmas, yakut takılarla süslü kadın yıldızlara karşı aktörlerin tümünün bir örnek siyah smokin giymiş olmasıydı.
Yazının Devamını Oku

Yaşam ve ölüm arası beş santim

14 Ocak 2007
İnanılmaz bir kurtarma gerçekleştirmişti Wesley. İstasyon görevlileri tren altından inşaat işçisiyle sara nöbetine tutulan kolej öğrencisini çekip çıkardı. Metro yetkilileri "İki vücudun yüksekliği beş santim daha uzun olsaydı tren Wesley ile Cameron’u sürükleyip götürürdü" diye konuştu.

Sabahın erken saati. Manhattan’ın "İspanyol Harlem"ine çıkan 137. Sokak’taki metro istasyonunun platformları kalabalık. Kuzeyden gelen trenlerden City College’de eğitim gören öğrenciler çıkıyor. Güney platformundakiler Manhattan’ın çeşitli kesimlerinde çalışan ofis personeli. Wesley Autrey iki küçük kızıyla beraber güneye inecek metro trenini bekliyor. 50 yaşındaki inşaat işçisi, altı ve dört yaşındaki kızlarını kent merkezindeki lüks mağazaların süslemeli vitrinlerine göstermeye niyetli.

Platformun sonundan güney treninin farları seramik duvarlarda yansıdığında Wesley "Hazır olun, tren geliyor" diyor kızlarına. Ekspres ’İ’ treni uzun bir solucan gibi kıvrılarak istasyona girerken New York tarihinde benzeri görülmeyen bir olay gelişiyor. Wesley’nin önündeki kalabalıkta genç bir erkek yıldırım çarpmasını andıran titreşimlerle sarsılmaya başlıyor.

20 yaşındaki Cameron Hollopeter sara hastası. Tren yaklaşırken sara nöbetine tutulan kolej öğrencisi şiddetli sarsıntıdan rayların üstüne düşüyor. Platformda bekleyenler dehşetle genç öğrencinin çırpınmasını seyrediyor. ’İ’ treni sürücüsü fren koluna asılıyor. Raylarda metal sürtünmesi gıcırtısı yeraltı istasyonunda yankılanırken Wesley Autrey platformdan raylara atlıyor. İri yapılı inşaat işçisi daha sonra yaşamının en tehlikeli tecrübesini şöyle anlatıyor:

"Bir baba ve aynı zamanda dede olarak gözümün önünde cereyan eden olaya kayıtsız kalamazdım. Kondüktörün fren yapmasına rağmen trenin durmayacağını anladım. Raylara atlayıp bacaklarından tuttum. Ama beden sarsıntısı daha da şiddetlenmişti. Kolu, bacağı sağa-sola uzanıyordu. Üzerine abanarak titremesini durdurmaya çalıştım. Üst üste tek beden haline gelmiştik. Trenin şasisi zemine çok yakındı. Ne olacağını düşünmeye zaman yoktu. Tren üstümüzden geçtikten bir süre sonra durdu."

İnanılmaz bir kurtarma gerçekleştirmişti Wesley. İstasyon görevlileri tren altından inşaat işçisiyle sara nöbetine tutulan kolej öğrencisini çekip çıkardılar. Kanlı sıyrıklar dışında Wesley’de ciddi bir tıp sorunu tespit edilmedi. Hastaneye kaldırılan sara hastası Cameron’un iyileşmekte olduğu bildirildi. İnşaat işçisi hastanede genç öğrenciyi ziyaret ettikten sonra "Havadan sudan konuştuk. Ama tren altında kaldığını hatırlamadı" dedi. Buluşmada Cameron’un üvey annesi Rachel "Sen tanrının insanlığa hediyesi bir meleksin" diyerek Wesley’i kucakladı.

Metro yetkilileri tren şasisiyle ray zemini arasında 50 santimlik mesafe olduğuna işaret ederek "Şimdiye kadar New York metro tarihinde böyle kurtarmayı hatırlamıyoruz. İki vücudun yüksekliği beş santim daha uzun olsaydı tren Wesley ile Cameron’u sürükleyip götürürdü. Büyük şans eseri felaket önlendi" diye konuştular.

2007’nin ikinci gününde cereyan eden kurtarmayı bedenini kalkan gibi kullanarak başaran Wesley Autrey bir anda yeni yılın kahramanı haline geldi. New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg düzenlediği bir törende "Yalnızca New York’un değil ABD’nin kahramanı" ilan ettiği Wesley’i "Bronz Madalya" ile ödüllendirdi. Bloomberg törende Wesley’e "Bu madalyaya daha önceden General Douglas McArthur, Muhammed Ali, Martin Luther King gibi tarihe geçmiş büyük adamlar layık görüldü. Bu sabah ofisime gelmeden önce metro platformunu görmeye gittim. Ben olsaydım bu cesareti gösterir miydim diye düşündüm, yanıt veremedim" dedikten sonra kızları Shuqui ve Syshe’e dönerek "Babanızı artık bütün dünya tanıyor" dedi.

15 DAKİKALIK KAHRAMAN

İnşaat işçisinin kahramanlığına New York basını geniş yer verdi. Gazetelerde Wesley’in başı Süpermen kıyafetine monte edilerek "New York’un gerçek kahramanı" şeklinde başlıklar atıldı. Arka arkaya televizyon programlarına davet edilen inşaat işçisi yeni kazandığı şöhretten memnun kalmadı. "Sokakta pek çok insan bana Süpermen diye hitap ederek elimi sıkıyor, imza istiyor. Ben ne Süpermen, ne de kahramanım. Herkesin yapması gereken müdahaleyi yaptım. Benimki 15 dakikalık şöhret" diyor.

Yayınlardan etkilenen New York’lular ölüme meydan okuyan adama bağış çekleri gönderirken emlak kralı Donald Trump yardım kampanyasına 10 bin dolarlık bir çekle katıldı. Bir işadamı Shuqui ve Syshe Autrey’in kolej masraflarını üstleneceğini de açıkladı.

New York yaşamın sürekli yeniliklere, değişik olaylara gebe olduğu bir süper kent. Wesley’in, pop kültürü öncüsü sanatçı Andy Warhol’dan naklettiği "15 dakikalık şöhret" nitelemesi doğru çıktı. Aynı hafta içinde hava ısınarak kış ortasında yaza dönüştü. Parkta güneşlenenlerin, denize girenlerin görüntüleriyle rekor derecede ısınma haber ve resimlerle sayfalara ve ekranlara taşındı.

İnşaat işçisi adamın süpermenliğinden artık söz edilmiyor. Wesley Autrey’in kahramanlığı New York tarihinde bir sayfa oldu.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıl coşkusunu karartan siyah leke

7 Ocak 2007
Keşke Saddam Hüseyin’in hayatını noktalamak için Kurban Bayramı ve 2007’ye giriş tarihini seçmeseydiler. Gazete sayfalarında, ekranlarda siyah-beyaz resimlerle en ücra köşelere ulaşan görüntüler bu çift kutlama gününü kara bir lekeyle yeni yıla taşımış olmazdı. Kadın sunucu "Saddam Hüseyin’in infazı Ortadoğu’da farklı tepkilere yol açtı. Son gelişmeleri aktarmak üzere şimdi Bağdat büro şefimiz..." derken haber kanalını değiştiriyorum. Son on iki ayın dert ve sorunlarını birlikte götürdüğü umuduyla beklentilerimin gerçekleşeceği inancı içinde 2007’ye ’merhaba’ demeye hazırlanırken Saddam’ın akıbetinin ayrıntılarını öğrenmeye hiç niyetim yok. Dehşet filmlerinin canlılığını yansıtan görüntüleri izleyerek böylesine dramatik bir olayla yeni yıla daha önce ne zaman girdiğimi hatırlamıyorum.

Uzaktan kumandayla kanal değiştiriyorum. New York’un Times Square’inden Londra’nın Trafalgar Meydanı’na, Avustralya’dan Hong Kong’a insanlar coşkuyla yeni yıla girişi kutluyor. Büyük çoğunluğu gençler. Yüzlerinde ’2007’ yazılı plastik gözlükler. Sevinç çığlıkları atarak tanıdık-tanımadık kucaklaşıyorlar. Saddam’a ne olduğunu biliyorlar mı? Keşke Saddam Hüseyin’in hayatını noktalamak için Kurban Bayramı ve 2007’ye giriş tarihini seçmeseydiler. Gazete sayfalarında, ekranlarda siyah-beyaz resimlerle en ücra köşelere ulaşan görüntüler bu çift kutlama gününü kara bir lekeyle yeni yıla taşımış olmazdı.

Karışık duygularla Irak harbinin muhasebesini yaparken uluslararası politikanın çok kere güçlünün yarar ve çıkarları doğrultusunda işlediğini, dış ilişkilerin ne denli pamuk ipliğine bağlı olduğunu, dev şirketlerin dünya siyasetini nasıl etkilediğini düşünüyorum. 21. yüzyılda ülkelerin demokrasi, özgürlük, eşitlik, insan haklarına saygı gibi evrensel kavramlar çerçevesinde ilişki sürmeleri gerekiyor. Irak’ta olup bitenler bu tabloya uymuyor.

650 BİN SİVİL ÖLDÜ

ABD başlangıçta kitle imha silahları ürettiği varsayımıyla Irak’a karşı sertlik politikasını başlattı. Ardından Saddam’ın terör örgütü El-Kaide’ye destek verdiğini, Ortadoğu’nun yanı sıra ABD’nin güvenliğini de tehdit ettiğini ileri sürdü. İddialar kanıtlanmadı. 10 yıl önce Irak’ın işgal ettiği Kuveyt dahil tüm bölge ülkeleri Saddam’ın kendileri için tehlike yaratmadığını bildirip askeri harekata karşı çıktı. BM şartı dışlanarak Irak işgal ve istila edildi. Genel Sekreter Kofi Annan’ın "yasadışı harp" tanımlamasına BM’ye üye 192 devletin çok büyük çoğunluğu destek verdi.

Son bir yıldır Başkan Bush harp nedeni olarak Irak’a ’demokrasi’ getirmek temasını işliyor. Ciddi araştırmalar harpte 650 bin sivil Iraklı’nın can verdiğini, iki milyon kişinin göçe zorlandığını ortaya koydu. ABD’nin zayiatı ise üç bin ölü ve 30 bin yaralı asker. Bugüne kadar harcanan para 500 milyar doları aşkın. Saddam’ın ölümüne rağmen kanlı mezhep çatışmaları sürüyor. Ülke harap, insanlar ıstırap içinde. Demokrasinin faturası hayli kabarık. Zalim bir diktatörü ortadan kaldırmak için harbe gerek var mıydı?

Büyük ülkelerin küçük ve zayıf ülkelere karşı yarar hesapları sonunda askeri güce başvurması yeni bir oluşum değil. 1970’te ABD, Salvador Allende’nin Şili’de cumhurbaşkanı seçilmesini hoş karşılamadı. Çeşitli kaynaklar CIA’nın Marksist başkan Allende’ye karşı ülkede genel grev başlamasına önayak olduğunu, silahlı kuvvetleri destekleyerek bir hükümet darbesini gerçekleştirdiğini bildirdiler.

1973’te izlediğim darbede asi General Pinochet’nin yönettiği hava kuvvetleri başkanlık sarayı La Moneda’yı bombaladı. Teslim olmayı reddeden Allende, iddiaya göre, sarayda Fidel Castro’nun hediyesi bir otomatik tüfekle intihar etti. Pinochet cuntası binlerce Allende taraftarını öldürttü. Üç yılda 130 bin kişi tevkif edildi. Silah gücüyle uzun yıllar iktidarda kalan Pinochet başa geçen sivil hükümet tarafından yargılanma hazırlığında vefat etti.

HEP ABD PARMAĞI

1986’da Panama Kanalı’nın kontrolü nedeniyle ABD yönetimine ters düşen diktatör General Manuel Noriegada uyuşturucu ticareti yaptığı gerekçesiyle bir Miami mahkemesinde gıyabında hüküm giydi. ABD, Panama’ya ekonomik ambargo başlattı. Noriega düzenlenen genel seçimi kazandığını ilan etti. 1989 sonunda F-16’larla Noriega’nın karargahı bombalandı, akabinde Amerikan kara birlikleri Panama’yı işgal ettiler. Vatikan temsilciliğine sığınan Noriega’nın teslim olmasını kaldığım otelin balkonundan görüntüledim. General Noriega, Florida’daki kısa süren bir yargılamadan sonra yaşam boyu hapse mahkum edildi.

1953’te İran Başbakanı Musaddık ülke petrollerini millileştirme girişiminde bulundu. Bunun üzerine İngilizlerin isteğiyle CIA’nın hazırladığı gerilla darbesiyle Musaddık hükümeti devrildi. Bir yıl sonra gene CIA, Guatemala’da bir darbeyi gerçekleştirdi. Castro’yu devirmeyi amaçlayan başarısız Domuzlar Körfezi harekatı dahil ABD’nin güç kullandığı operasyonların özünde petrol kaynaklarının kontrolü, stratejik konum, rejim uyuşmazlığı gibi nedenler yatıyor. Bu süreçte ABD darbe gören ülkelerden hiçbirinin saldırısına uğramadı.
Yazının Devamını Oku

Bu paralar nereye gidiyor

31 Aralık 2006
İşin garip tarafı ise Amerikalılar cebinde akrep bulunan bir toplum değil. 2005’te her 10 Amerikan ailesinden dokuzu yardım kuruluşlarına 261 milyar dolar tutarında bağışta bulundu. Perde iniyor ama alkışlar devam ediyor. Oyuncular tekrar sahnede, spot ışıkları rengarenk pullarla bezenmiş kıyafetlerde yansıyor. Coşkulu seyircileri selamlıyorlar, üst balkonlardan kenar localara. Sonra kulise çekiliyorlar tek sıra halinde. Alkışın biteceği yok, yeniden sahneye çıkıyorlar. Birkaç kez bu rutin sürüyor.

’A Chorus Line’ şahane bir müzikal. Üçüncü kez seyrediyorum 1970’lerden bu yana. Tipik bir sanatçı dramı. Broadway’de sahneye çıkıp dans etmek, şarkı söylemek için çırpınan genç oyuncular ile yaşamın son döneminde ’iş’ arayan geçmişin müzikal yıldızının oyun direktörüne yakarışını izliyoruz.

Amatörler arasındaki tek profesyonel şarkıcı-dansör, terk ettiği eski sevgilisi direktörü kendisini kadroya alması için ikna ediyor. Sıra son seçime kalan amatörlerde. Direktörün özel hayatlarını delik deşik eden sorularını gönülsüzlükle açıklıyorlar. Ünlü oyun bir Broadway müzikalinin perde arkası hazırlanışının temasını işliyor.

Gerald Schoenfeld tiyatrosunun loşluğundan çıktığımızda Broadway’in ışık yağmuru altında kalıyoruz. Tiyatro markileri, billboard’lar, cadde-sokağa göz kırpan renkli ışık panoları gökdelen tepelerinde gece karanlığına meydan okuyor. Mağaza ve restoran vitrinleri mevsim süslemeleriyle kaplı, ara sokaklarda İrlanda meyhaneleri de ışıl ışıl. Alışılagelen bir manzara bu. Kasım sonunda Şükran Günü’nden başlayan bayram sürecinde Yahudilerin ’Hanuka’sı, Hıristiyanların ’Noel’i, Afrikalıların ’Kwanza’sı birbirini takip ediyor. Yılın son gününde Kurban Bayramı’yla tatil süreci noktalanıyor. Yalnız Noel nedeniyle postaya verilen tebrik kartlarının sayısı iki milyarı aşkın.

HEDİYE ÇILGINLIĞI

Her yıl olduğu gibi 2006’nın son haftalarında da ABD yoğun bir tatil yaşıyor. Aile ziyaretleri, sıcak iklimlere seyahat, evlerde olduğu gibi ofislerde Noel, Hanuka ve yıl sonu partileri, akraba-eş dost ve yakınlar arasında yüzlerce milyar doları aşkın hediye teatisi Amerikalıların büyük çoğunluğunun yeni yıla daha da borçlu girmesine sebep oluyor.

Tatil dönemindeki ABD’de alışveriş salgınına katılıp da borçlanmayan var mı? Banka, finansman, yatırım, borsa, iletişim, teknoloji, sanayi gibi bazı sektörlerin yöneticilerini düşünerek bu soruya ’evet’ demek mümkün. Gene de gözümüze ilişen bazı örnekler refahın zirvesindeki bu ülkede servet dağılımında eşitsizliğin çarpıcı boyutlara eriştiğini ortaya koyuyor.

New York merkezli yatırım bankacılık kurumu Goldman Sachs çalışanlarına 2006 yılı için ödediği ücret, temettü ve yıl sonu ikramiyesi olarak meblağ 16.5 milyar doları buldu. Bu meblağın çoğu yönetim kadrosuna ayrıldı. Gene de sekreter kadrosu dahil alt kesim çalışanları da ortalama 900 bin dolar yıl sonu primine layık görüldü.

Dev şirketlerde maaş ve ikramiye miktarlarına baktığımızda üst yöneticiyle vasat şirket çalışanı arasında gelir farkının giderek açıldığı belli oluyor. ’Economic Policy Institute’ adlı kuruluşun araştırmasına göre bir şirket başkanı asgari ücretle çalışan bir işçiden 821 kere fazla maaş alıyor. Bu fark 1978 yılında sadece 78 misli idi.

YÜKSEK PRİMLER

Gene merkezi New York’ta bulunan JP Morgan Chase bankasının İcra Kurulu Başkanı Jamie Dimon’a primler hariç 2005’te 23 milyon dolar maaş ödendi. Buna karşın aynı şirketin Brooklyn’deki ’Metrotech Center’ merkezinde çalışan güvenlik görevlisinin ücreti saati 8.43 dolar üzerinden tespit ediliyor.

9 milyon nüfusunun 1.5 milyonu yoksulluk çizgisi altında yaşayan New York’ta milyoner yöneticiler kadar yoksul işçilerin de yüksek maaşa ve yıl sonu ikramiyelere hakkı olması lazım. Ancak 1963 ile 1969 arasındaki ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın 40 yıl önce tüm gayretiyle başlattığı ’yoksullukla savaş’ girişimi başarılı olmadığı gibi zengin ve fakir kesimler arasındaki uçurumun giderek derinleşmesi de önlenemedi.

İşin garip tarafı ise Amerikalılar ’cebinde akrep bulunan’ bir toplum değil. 2005’te her 10 Amerikan ailesinden dokuzu yardım kuruluşlarına 261 milyar dolar tutarında bağışta bulundu. Bağımsız bağış sektörü kár gözetmeyen 1.9 milyon cemiyetle ABD’de önde gelen kurumlardan biri.

11.7 milyon çalışanıyla birlikte bu cemiyetler muhtaç ve düşkünlere olduğu gibi sosyal, ekonomik, din, sağlık, sanat, eğitim ve araştırma dahil çeşitli alanda bağışlarda bulunuyor. Yaptıkları bağışların toplamı bir trilyon dolara yakın. Yoksullara yardım yapan bu derneklere ilaveten özel vakıfların maddi varlığı 2004 yılı kayıtlarına göre üç trilyon dolar.

Bu rakam Avrupa ülkelerinin bir yıllık milli hasıla toplamından fazla. Böylesine astronomik mali varlığa rağmen sadece 1.5 milyon yardıma muhtaç ve aşırı yoksul var New York’ta. Bu paralar acaba nereye gidiyor?
Yazının Devamını Oku

Türklüğün yüz akıydı

24 Aralık 2006
Tarhan Danışman’ın çehresi bembeyaz. Alnında terler boncuk boncuk. Atlantic Records başkanının sekreteri, Danışman’ı ilk kez bu kadar telaşlı görüyor. "Girebilirsiniz, patron sizi bekliyor" diyor. Akbank’ın ABD temsilcisi Tarhan Danışman ’Patron’un odasına giriyor. Ahmet Ertegün genç ekonomistin telaşlı davranışının farkında, yatıştırmak istiyor: "Hoş geldin, bir kahve alır mısın?" Tarhan nefes nefese içini döküyor: "Tatsız bir gelişme oldu. Bu sabah Henry Kissinger’ın ofisinden aradılar. Kendini ASALA diye tanıtan bir kişi Dr. Kissinger’ı ölümle tehdit etmiş etmiş. Bu yüzden davetimize gelemeyeceğini bildirdiler. Barbara Walters da telefon etti. Onu da tehdit etmişler. Gelmekten vazgeçmiş. Programda isimleri var. Gelenlere çok ayıp olacak. Ne yapacağımı bilmiyorum."/images/100/0x0/55ea0ba4f018fbb8f866c7c4

Tarih 31 Mayıs 1981. Konu American Turkish Society’nin (ATS) yıllık öğle yemeği. Davetin teması Atatürk’ün 100. doğum gününü kutlaması. Yemekte Dr. Kissinger ana konuşmacı. Ünlü TV sunucusu Barbara Walters ise takdimci. Düzinelerle Türk diplomatı katleden Ermeni terör örgütü ASALA’nın tehdidi ciddi. Ertegün ATS’nin başkanı, Danışman ise direktörü.

Ertegün dahili telefon düğmesine basarak sekreterine talimat veriyor: "Bana ilkin Dr. Kissinger’ı, sonra Barbara’yı bağlayın." Az sonra bağlantı kuruluyor. Ertegün kısa bir merhabadan sonra konuya giriyor: "Henry, yarınki benim davetim. Gelmeni bekliyorum. Seni evinden aldıracağım. Pierre Otel’de görüşmek üzere, hoşçakal." Cevabını beklemeden telefonu kapıyor. Akabinde aynı konuşmayı Barbara Walters’a da yapıyor.

Henry Kissinger alelade birisi değil. Çin lideri Mao Zedung ve Sovyetler Birliği lideri Leonid Brejnev gibi iki komünist lideri ABD’yle yakın ilişki kurmaya razı eden, dünya politikasına yön veren güçlü bir siyaset adamı. İki ABD başkanı Nixon ve Ford dönemlerinin dışişleri bakanı. Nobel Barış Ödülü sahibi. Kimseden emir alacak kişi değil.

Ama Ahmet Ertegün de hayır denecek insan değil. Henry diye ilk adıyla hitap ettiği, yaşıtı Kissinger eski ve yakın dostu. Müzikli kulüplerde sabaha kadar eğlenen, Güney Amerika’dan Avrupa’ya birlikte futbol maçları izleyen, Karayipler’de ailece tatile giden bu ikilinin arasından su sızmıyor. 1 Haziran’daki yemekte Ertegün’le sarmaş dolaş olan Dr. Kissinger ilan edilen konuşmasını yapıyor, takdimcisi ise Barbara Walters.

ABD’YE FUTBOLU SEVDİRDİ

Kendisi şöhret, arkadaşları da şöhretti Ahmet Ertegün’ün. ABD’de çevresi Ertegün kadar geniş kimse bulunduğunu sanmıyorum. Yunanlı armatör ve sanayiciler, Ermeni işadamları, Yahudi banker ve yatırımcılar, Afrika kökenli politikacılar ile Time Warner’dan, Conde Nast başkanlarına, siyaset, ticaret, müzik, moda, sinema, eğlence ve medya aleminde sayısız insanla yakın ilişkisi vardı. ABD’yi ziyarete gelen Türk devlet ve hükümet başkanları onuruna verdiği davetlere ünlü tanıdıkları da katılırdı. ABD Kongresi’nde sözde Ermeni soykırımının yasalaşmasına çok kere dostluklarını kullanarak Ertegün mani oldu.

Aile dişçisinden aldığı 10 bin dolar borçla kurduğu Atlantic Records plak şirketini zirveye taşıyan Ertegün futbolun ABD’de yayılmasında da büyük rol oynadı. Müzikten sonraki tutkusu futbol olan plak kralı, 1970’lerin başında ağabeyi Nasuhi Ertegün’le beraber New York Cosmos Kulübü’nü kurdu. Pele, Beckenbauer, Chinaglia, Carlos Alberto, Eskenderian, Bogicevic, Neeskens gibi bir kısmı yeni emekli futbolcuların forma giydiği Cosmos kısa zamanda dünyanın en popüler takımlarından biri oldu.

Bu furyada işadamı Ali Şen, Türkiye’de jubilesi yapılan Galatasaray kalecisi Yasin Özdenak’ı New York’a getirdi. Ali Şen buluşmamızda "Cosmos, Yasin"i transfer etti" dedi. Konuyu doğrulatmak için konuştuğum kulüp sözcüsünün "Yasin adını ilk kez duyuyorum," demesi üzerine Ertegün’ü aradım. Ertegün’de Yasin konusunu bilmiyordu. "Madem New York’ta bana getirirseniz görüşeyim," cevabını verdi.

Bu ziyaretin akabinde Yasin, Cosmos’la antrenmanlara çıktı ama göz doldurmadı. Galatasaray’ın eski kalecisi bana "Sakatlanırsam beni almazlar kaygısıyla kendimi gösteremiyorum" diye dert yandı. Ertegün’ü arayıp "Cosmos’ta her milletten oyuncu var, siz de Türksünüz, destek vermelisiniz" dedim.

Ertegün’ün yakın arkadaşı ve zamanın Galatasaray Başkanı Selahattin Beyazıt’la gittiğimiz Cosmos maçını Ahmet ve ağabeyi Nasuhi’yle birlikte izledik. Tribünlerin sevgilisi kaleci Shep Messing iki hatalı gol yiyince Beyazıt "Ne biçim kaleci bu. Yasin’i almazsan Türkiye’ye götürür yeniden Galatasaray forması giydiririm" diye ihtar verdi. Canı sıkılan Ertegün Cosmos menajerine dönerek talimat verdi. Maçta yedek forma dahi giydirilmeyen Yasin’e maç sonrasında "Gelecek hafta kaledesin," dediğimde inanmadı. Yasin’le tatmin edici bir ücret karşılığında anlaşma yaptı Cosmos. O da uzun süre Pele ve Beckenbauer’li takımda oldukça başarılı maçlar çıkardı.

Allah’tan rahmet diliyorum Ertegün’e. 30 küsur yıldır tanıdığım Ertegün ABD’deki Türklerin yüz akıydı.
Yazının Devamını Oku