Tatil köyünü eleştireceğim en olumsuz taraf plajdan odalara çıkmak idi. Her seferinde nefes nefese tırmandığım 60-70 basamağı inip çıkmaya ancak tatil sonunda alıştım. Hem nefeslenmek hem de merakımı tatmin için ''Memleket nere?'' diye sordum. İkisi de Mardin'li imiş. Bölgede olup bitenler hakkında bir kaç laf ettim, ne düşündüklerini sordum: ''İşsizlik belimizi kırıyor, sofraya ekmek getirecek para yok kimsede. Bir kişi çalışıyor, tüm ev halkına bakıyor. İnsanımızın gruplara ayrılıp kavgaya tutuşması da bu yüzden. Bizim oralara iş, aş gelse kimse silaha sarılmaz.'' Mardinli'iler fazlaca konuşmaya istekli değillerdi, özellikle çelimsiz olanı ağzını açmadan tatil köyünde çalışan beyaz gömlekli hemşerisini dinlemeyi yeğledi.
Son akşam tatil köyünün karşısına demirlemiş Savarona yatının ışıklarına bakarak değişik duygular içinde gezip gördüklerimin değerlendirmesini yaptım. Doğup, büyüdüğüm şehir İstanbul bir daha güzel olmuş. Saygın The New York Times gazetesinin dünya kentleri arasında en fazla İstanbul'u sayfalarına taşıması tesadüf değil. Kumkapı'nın sokak arası meyhaneleri, Anadolu yakasının ahşap evleri, köprü altı köftecileri, boğaz boyunca tepelere kanat germiş ültra lüks klüp ve restoranları, Kapalı Çarşısı, iç donanımı nefes kesen Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi, görkemli alışveriş merkezleri, İstanbul'un gündüzü başka gecesi daha başka ihtişamı bizden fazla yabancıları etkiliyor.
Anavatanı bu ziyarette Bodrum'a, peri kuleleri için Kapadokya'ya da gittik. Bodrum iklimi, havası denizi, otelleri, bar, lokantalarıyla eşine rastlanılmayacak bir tatil beldesi. Amerika'nın okyanus komşusu California ve Florida eyaletlerinin '' Altın Kıyılar''ı, şöhretler uğrağı Karayip Adaları' Bodrum'un eline su dökemezler. Batı dergi ve gazetelerde sık sık konu edilen Bodrum'un yerkürede benzerine rastlamadım.
Kapadokya'yı ilk kez gördüm hayatımda. Kayalar içine kazılan bir taş evde kaldım. Orta ve Güney Amerika'da Maya, İnca ve Aztec uygarlıklarının kalıntılarını gördüm ama hiçbiri Kapadokya'nın yeraltına uzanan evleri, taş-toprak altında binlerce kilise ve mabetleri, peri bacaları kadar beni etkilemedi. Kapadokya içinden dışından eşsiz bir yer. Bir turist rehberi ''15 yıldır burasını gezdiriyorum. Çoğu kere daha önce görmediğim şeylere rastlıyorum.'' diyor.
Günler bu sefer de çabuk geçti Türkiye tatilinde. Anavatan, dışardan başka, içerden başka görünüyor. Sokaklar, lokantalar, alışveriş merkezleri, tuvaletler temiz. İstanbul yeni gökdelenleri, iş hanları, marka satan mağazaları, çok katlı apartmanlarıyla bana hayli lükse yönelmiş göründü. Oysa ülke sathında son aylarda güncelin tepesine yerleşmiş olaylar, ayrılıkçı grupların yarattığı terör, siyasi partiler arasında çekişmeler, üst rütbeli askerlerin, gazete yazar ve editörlerin, aydınların tutuklanması Türkiye'nin ekonomik kalkınmada hızla yol almasına tezat düşüyor. Yazılı ve görüntülü basında uzun menzilli silahlara, gizli mayınlara kurban giden şehitlerimizle ilgili haberleri izlerken içimiz burkuldu. Türkiye'nin barış,huzur içinde gelişmesinden hayli rahatsız olanlar var. PKK teroristlerine paralel bu Türk düşmanlarının da peşine düşmemiz gerekiyor. Kimliklerini ortaya çıkarmaktan başlayarak.
Ama Conchita'yı memnun etmek kolay değil. Başı tenis topu büyüklüğünde çivava cinsi köpek sahibesinin satın aldığı 15 bin dolarlık kolyeyi beğenmedi. Gençliğinde seksi aktris Bo Derek'e benzeyen Gail bir iki hafta sonra Cartier'deki tezgahtarı arayıp '' Köpeğimin gerdanlığı sorun çıkardı. Kusur sizde değil, Conchita'da. Zevkine ters düştü kolye, her taktığımda boynundan çıkarana kadar havlıyor. Dünyanın en şımarık köpeklerinden biri. Yeryüzünde pırlanta sevmeyen tek dişi Conchita olsa gerek.''diye dert yandı.
Gail, Miami malikanesinde ayrı oda tahsis ettiği üç köpeğiyle yaşıyordu. Gözdesi Conchita'ya dört mevsim kıyafetleri için modaevlerini aratmayan gardrob düzenlemişti. Kanser hastası mültümilyoner kadın geçen Mart'ta öldüğünde servetini köpeklerine bıraktığı ortaya çıktı. 67 yaşında hayata gözlerini yuman Gail yedi yatak odalı 8.3 milyon dolarlık villasını üç köpeğine bıraktığı gibi masrafları için yılda 3 milyon dolar sağlayan bir vakıf kurdu.
Vasiyetnamesinde bakıcı, hizmetçi ve korumalarına 36 milyon dolar ödenmesini isteyen varlıklı kadın ''Köpeklerim yaşadığı sürece evimde kira vermeden oturabilirsiniz.''diye ayrıca müjde verdi.
Gail'in senaryo yazarı oğlu Bret Carr '' Annem hasta bir kadındı, yaptıklarının farkında değildi, köpeklerine servet harcadı.Personeli annemin beynini yıkadı, sürekli ilaç vererek bilincini yitirdiler, servetini ele geçirmek için düzmece bir vasiyetname imzalattılar.Personel annemin ölümüyle milyoner oldu. Ben öz oğluyum ama mirastan bana bir şey kalmadı. Dava açacağım.'' diyor.
2000'li yılların sonunda ''Pintiler Kraliçesi'' lakaplı Helmsley oteller zincirinin sahibi Leona Helmsley'de ölmeden önce Maltese cinsi köpeğine 12 milyon dolar bıraktı. Evlatlıktan çıkardığı iki çocuğunun açtığı davada hakim Leona'nın köpeği için kurduğu 12 milyon dolarlık vakfı 2 milyon dolar indirdi, gerisini oteller kraliçesinin torunlarına ödenmesi kararını çıkardı.
Ermeni Patriği Karekin II'nin duasıyla oturum açılıyor. Ön sırada tekerlekli iskemlede dört kadın ''Soykırımından kurtulanlar'' diye takdim ediliyor. Yaşları 90'ların üstünde olmalı. Bir, ikisi 1915 trajedisinde can veren yakınlarının resimlerini kameralara uzatıyorlar. Görüntüler gerçeklerle ne kadar örtüşüyor bilemiyorum ama hazin bir şov bu. Yaraların bir kez daha deşiliyor. Kime, ne fayda sağlayacağını kestirmek güç.
Ermenilerle ilişkilerim Bakırköy'de Dadyan Çocuk Yuvası'na gittiğim yaştan başlıyor. Minas, Yeprem gibi mahalle yaşıtlarım, Vazken abi, muhit esnafından Mardiros, Dikran, askerlik arkadaşım Artin ve diğerleri gözümünün önünde sinema şeridi gibi geçiyor. Hepsi dostluk için elini ateşe bastıracak kadar mert, güvenilir insanlardı.
Birbirimizi kırıp incitecek tek olay hatırlamıyorum aramızda. 1915'ler tarihinin kara sayfalarını da hiç açmadık. Bilgisizlikten de olabilir.
Eğitim yıllarında Türk-Ermeni sorunları hakkında bölük-pörçük bilgiler edindik. Gazetecilik hayatımızda Ermeni diasporasının kaymak tabakasıyla tanışma fırsatını bulduk. İstanbul'a gelen ünlü hikaye yazarı William Saroyan ile röportaj yaptık. Bize çok sıcak davrandı. İş adamı Ferda Kahraman'ın daveti üzerine konser vermek için geldiği İstanbul'da Charles Aznavour'la bir kaç kez görüştüm. Türk dostluğunu vurgulayan bestekar-şarkıcı sonradan tutum değiştirdi.
Londra'da uluslararası sosyetenin gözdesi Nubar Gülbenkyan'la, hayli yaş farkına rağmen, dostluk kurduk. İlk röportajımda kendisini çok renkli tanımladığımı söyleyerek ''Beni 1001 Gece Masalları'ndaki Sultan yapmışsın, ben de seni veliaht prens ilan ediyorum.'' dedi. Şöhretli portre fotoğrafçısı, Mardin doğumlu Yousuf Karsh evinde Churchill, Einstein, Picasso dahil duvarlar dolusu resimlerini gösterdi. Saroyan'dan Karsh'a hiçbirinden Türkler hakkında kötü laf veya suçlama duymadım.
Zaman kalırsa adele kasılması için fizik terapistine uğrayacağım. 15 dakikalık yol boyunca taksi sürücüsüyle sohbete niyetim yok. Ama aklımdan geçenleri nerden bilsin şoför. Yanık çehresi şakaklardan boyun altına siyah sakalla kaplı, Pakistan'lı olsa gerek, konuşmaya sürdürüyor: ''Brother (nereden kardeş olduysak) geçen hafta izinliydim, ziyaretime gelen bir memleketlim B.M.'yi görmek istedi. Cadde-sokak polis kuşatması altında, güç bela yaklaştık binaya. Arkadaşım görüntü almak için video makinesini çıkardı. İki dakika geçmedi: ''Rahman (şoförün adı ) bak şuraya, adam tüfeğini bize doğrultmuş.'' dedi heyecanla. İşaret ettiği bina, BM'nin karşısında. Açık pencere önünde üniformalı biri uzun namlulu tüfeğini bize çevirmiş bekliyor. Elim ayağım tutuştu, kamerayı elinden alıp '' Sok şunu çantana, yürü gidiyoruz.'' dedim. Koşar adım kaçtık oradan.''
Rahman meslekte yeni olmalı, alışık değil böyle manzaralara. Oysa dünya ülkeleri liderlerinin Eylül sonu, Ekim başı BM toplantılarında Manhattan'ın doğu yakasında polisiye filmlerine taş çıkartacak sahneler sergileniyor. Çevrede seyyar karakollar, komuta merkezleri kurulmuş, yol kavşaklarında trafiği çaprazlama kesen kamyonlar. Kasaları kum dolu kamyonların amacı, bomba yüklü araçların saldırısını engellemek. Otomatik silahlı helikopterler havada tur atıyorlar. Nehirde devriye botları, BM cepheli bir kaç binada üslenmiş keskin nişancılar, mahalle boyu yerde alanda binlerce sivil, resmi polis, barikatlar sıra sıra. Düzinelerle devlet ve hükümet başkanlarına terorist eylemlerini önlemek için güvenlik güçleri gece-gündüz işbaşında.
Trafik keşmekeşi, yoğun polis tedbirleri, B.M.'ye giriş- çıkış güçlüğünü düşünürsek doğu Manhattan 10 günlük süre içinde dünyanın en güvenli yeri. Yolda cüzdanını yere düşürsen az sonra gel, düştüğü yerde bulursun. Onca polis arasında kimse elini sürmeye cesaret edemeyecek. BM'ye giriş kapılarında kontrollardan, bomba koklayan köpekleri geçtikten sonra üst düzeyli bir Amerika'lı emniyet amirine ''Bu yıl tedbirler daha yoğun, farklı nedeni var mı eski yıllara kıyasla?'' diyorum. Boynuma asılı zincirdeki çeşitli basın kartlarına göz attıktan sonra yanıtlıyor:
'' Bu dönemde 200'e yakın ülkeden binlerce diplomat New York'u ziyaret ediyor. Can güvenliği ev sahibi ülke olarak Amerika'nın sorumluluğunda. Avrupa, Latin Amerika, Pasifik'teki küçük ülkelerden gelen heyetlerin korunması fazla önem taşımıyor. Ama Orta Doğu devletleri, İran'dan Ahmedinecat, Venezuela'dan Chavez ( son anda gelişini iptal etti), insan hakları ihtilali kanıtlanmış liderlerin korunmasına öncelik veriyoruz. Malum bir de terör sorunu var. Terörün nerede, kimi hedef alacağını tesbit etmek zor. Konumu önemli olduğu için BM'yi savunmak da ilk planda geliyor.'' Hiç ihbar aldınız mı? Emniyet amiri ''Yorum yok.'' diyor.