Kar-kışta sinemaya gitmekten üşenip filmleri evdeki bilgisayarlardan seyrediyorlar. Amerika’daki azınlıklar arasında iletişimde gelişmeleri en yakından izleyenlerin tespiti yapılsa Türk-Amerikalıların ilk 5’te yer alması beni şaşırtmayacak.
Bir yıldır Türkiye’nin en ciddi dış sorunu haline gelen Mavi Marmara olayında gelişmeleri takip ederken Yahudi örgütlerinin Beyaz Saray, ABD Kongresi, Dışişleri Bakanlığı’nı e-posta ile Türkiye’ye baskıyı öneren mesaj kampanyalarını da öğrendim. Sağcı New York Post gazetesi yazarı Michael Goodwin geçen hafta, “Flotilla yasaklanmış malzemeleri taşıyordu. Komandolar yolcuların şiddetli direnmesiyle karşılaştı, İsrail askerlerine saldırıldı. Çoğu ağır yara aldılar. İsrail özür mü dilemeli? Delisin sen” diye alaycı bir yazı kaleme almış, tam sayfa makalesinde.
Amerika’da yaşayan Türkler olarak biz chat denilen ıvırzıvır laflara takılacağımıza niye üçbeş satırla da olsa İsrail komandolarının Mavi Marmara baskınında katlettikleri silahsız 9 Türk’ün haklı davalarına sahip çıkmıyoruz? Sohbete ayrılacak zamanda Kongre’ye, Başkan Obama’ya binlerce e-posta mektup gider.
Yeni Dünya’da yaşam gene şöhret, para ve seks üçgeninde süregeliyor. ABD Başkanı Barak Obama’nın Beyaz Saray’da ilk partisine davetiyesiz girmeyi beceren Tarık ve Michaele Salahi’nin evliliği üstüne kara bulutlar çöktü. Tarık Salahi öncek polisi arayarak eşinin kaçırıldığını bildirdi. Beyaz Saray macerası ile ün yapan Tarık’ın sarışın güzeli karısı Michaele kocasına telefon edip annesinin evinden olduğunu söyledi. Oysa annesi kızından hayli zaman konuşmadığını bildirdi. Kısa soluklu şöhreti nedeniyle bir TV programında rol verilen, yeteneği olmadığı için diziden çıkarılan Michaele’in Journey grubu gitarcısı Neal Schon ile yanak yanağa resmi bir gazetede yayımlandı. Bayan Salahi müzisyen Neal ile ateşli bir aşk yaşadığını söylemesine rağmen kocası Tarık, bir süre eşinin isteğine karşı tutulduğunu ileri sürdü ama hafta ortasında boynuzlandığını itiraf etti.
Siyasete bir kez daha seks girdi. Son seçime başkan yardımcısı olarak giren eski Alaska Valisi Sarah Palin’in özel yaşamı tutucu Cumhuriyet Partisi’ni allak bullak etti. Bestseller yazar Joe McGinniss’in Gerçek Sarah Palin’i Arayış adlı kitabında spor muhabirliği yaparken Palin’in Knicks’in yıldız basketbolcusu Glen Rice’ı sekse zorladığı, 1987’de bir gecelik birlikteliğini, kocası Todd’un iş ortağıyla altı aylık macerasını ayrıntılarıyla anlatıyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığında hala güçlü görülen Palin’in Alaska’da kokain çekip kar araçlarıyla eğlence turlarına çıktığı belirtiliyor.
Çok izlenen TV programlarında hava tahminleri sunuculuğu yapan Heidi Jones’un davası Ekim sonunda Manhattan Devlet Mahkemesi’nde noktalanacak. Lepiska saçlı 38 yaşındaki Heidi, geçen Eylül’de polise giderek Central Park’ta gece yürüyüşünde hispanik kökenli birinin saldırısına uğradığını, adamın ağzını kapayıp çalılar arkasına sürüklediğini, yoldan geçen iki kişinin müdahalesiyle tecavüzden kurtulduğunu anlattı. Çevreyi tarayan polis ekipleri saldırganı bulamadı. Heidi Jones iki ay sonra tekrar aynı karakola giderek şikayetini yineledi, saldırganı evinin civarında gördüğünü söyledi. Polislerin çapraz soru yağmuruna tuttuğu hava sunucusu sonunda, “Böyle bir saldırgan yok, hayal ürünü bu kişi” demeye mecbur kaldı. Genç kadın işinin verdiği strese dayanamadığını, daha çabuk şöhrete ulaşmak için kafasında böyle bir senaryo oluşturduğunu bildirdi. Savcılık Heidi Jones’ın 350 saat ücretsiz toplum hizmeti yapmasını öneriyor, mahkeme ayrıca hapis cezası hususunda karar verecek.
“Uzaklara gittim, uzaklara.”
“Nereye?”
“Malezya’ya” diyor.
Fazla seyahat eden insan değil, meraklanıyorum: “Ne için?”,
“Plastik cerrahi için.” Ağzı burnu yerinde, üstelik yaşını başını almış kişi, neresini düzelttirmiş acaba?
Bu kez kahkaha atıyor: “Benim sorunum yok, anneme refakat ettim.”
Annesi 80’ini devirmiş olmalı. Yüz gerdirecek, karnından yağ aldıracak yaşı geride bırakması lazım. Neyse arkadaşım beni yormaktan vazgeçiyor: “Annem torun sahibi, güzellik operasyonu değil yaptırdığımız, diz ameliyatı geçirdi Uzak Doğu’da. İki ay oldu New York’a döneli.”
Amerika tıp merkezleriyle ünlü bir ülke, yerkürenin dört bucağından hastalar dertlerine şifa aramak için buraya geliyor, aralarında şöhretli hekimler, cerrahlar olduğu halde. Niye Malezya’ya gitmiş arkadaşım: “Son 10 yıldır annem yürümekte rahatsızlık çekiyordu. Çeşitli tedaviler yapıldı, kısa süreli iyileşme gösterdi ama geçen yıl ağrıları arttı. Doktorlar yapılacak olanın yapıldığını, sorunun ancak ameliyatla düzeleceğini söylediler. Kabul ettik ama finans sorunu çıktı karşımıza. Diz kapakları, eklemleri değiştirme masrafları 90 ile 120 bin dolar arasında. Benim maddi destek vermem lazım gelecekti. Yeğenimin, ilkin yadırgadığımız bir önerisiyle, bütçemi sarsacak ameliyat problemine çözüm bulundu.”
Bilmeyenler “Ne var bunda yani, bir otelin yenilenmesi, odalarının satılması haber mi?’’ diyecekler. Otelin adı The Chelsea ise, haber. New York şehir simgesine layık görülen otelin kapsamlı onarımı takiben ünitelerinin satılacağı duyulunca California’dan Maine’e, Chicago’dan Florida’ya eski-yeni müdavimleri New York’un yolunu tuttular. Kapanmadan önce nostalji partileri için New York’a akın ettiler. Arzuları, 128 yıllık otel kapanmadan son kez eski anılarını yaşamak idi.
Geriye baktığımızda otel müşterileri arasında ünlü ressam, yazar, müzisyen, fotoğraf sanatçıları karşımıza çıkıyor. Madonna şöhrete ulaşmadan önce uzun süre otelde yaşamış. “Sex’’ adlı kitabının resimlerini de The Chelsea’de çektirmiş. Sir Arthur Clarke, “2001: A”Space Odyssey’’i Chelsea Oteli’nde yazmış, şair Allen Gingsberg otel odasını ikametgah tutmuş, bir diğer şair Dylan Thomas da otelde zatürreeden ölmüş. Aktris Jane Fonda, müzisyen Chick Corea da hippi’ler, Çiçek Çocukları’nın çılgın 1960’larda yaşadıkları yer The Chelsea idi.
70’lerin sonunda Chelsea Oteli aylarca basını işgal etti. Punk-Rock grubu ‘Sex Pistols’ın bass müzisyeni Sid Vicious’ın kız arkadaşı Nancy Spungen, 12 Ekim 1978 sabahında, banyoda cansız bulundu. Karnında tek bir bıçak yarası bulunan Nancy kan kaybından yaşamını yitirdi. Eroinman Sid Vicious, “Gece kavga ettik, bıçakladım ama öldürmek istemedim’’ diye ifade verdi. Savcılıkta ise ifadesini değiştirdi, Nancy’nin bıçağın üstüne düştüğünü söyledi. Cinayetten tutuklanan Sid, kefaletle serbest bırakıldığında yakınlarının verdiği partide uyuşturucuyu son kez daha fazla kaçırdı. Sabah yatağında ölü bulundu. O günden sonra The Chelsea sakinleri otel koridorlarında hayaletleri dolaşırken gördükleri, odalarda ürpertici sesler duyduklarını anlatmaya başladılar.
Pasifik yakasında Chateau Marmont, Atlantik’te The Chelsea’den aşağı sayılmaz. Sinema ve eğlence aleminin şöhretlerinin ağırlama sayısında Marmont’la yarışacak bir otel olduğunu sanmıyorum. Hollywood’un göbeğinde 1931’de açılan 63 daire ve oda, bungalov’lu Chateau Marmont’ta her tür eğlence ve çılgınlık mübah. İlk müşterileri arasında Vivien Leigh ile kocası Laurence Olivier var. Keanu Reeves, bilim-kurgu filmlerinden zengin olduktan sonra lüks villasını satın alıncaya kadar Marmont’ta yaşadı. James Dean, “Rebel Without a Cause’’ filminde Natalie Wood ve Sal Mineo ile oyunculuk testine otel penceresinden atlayarak girdi. Popçu Jim Morrison ise su borusunu salıngaç gibi kullanıp dışarıdan odasına girmeye kalkınca düşüp bel kemiğini incitti.
Komedyen John Belushi 1982'de Marmont'un bahçe bungalovunda uyuşturucunun kurbanı oldu. 1992'de Demi Moore fotoğraf sanatçısı Annie Leibowitz’e otel dairesinde çırılçıplak poz verdi. Montgomery Cliff 1956’da bir trafik kazasından ölümü kıl payı ile atlattı. Yakın dostu Elizabeth Taylor, Chateau Marmont’ta nekahat devresi geçirmesi için dubleks daire kiraladı. Led Zeppelin grubu bir akşam motosikletlerle otelin lobisine girdi, müşteriler alkışa tuttu. Lobide oluşan kırık-dökük zararlarını rock grubu ödedi.
Greta Garbo, sinemada zirveye tırmanırken Chateau Marmont’ta kaldı. İnzivaya çekildiğinde günlerce odasından çıkmadı. Howard Hughes, otelin çatı katını tutup yüzme havuzundaki kızları dürbünle seyretmesine yöneticiler tepki göstermedi. Rock Hudson, şöhrete ulaşmadan önce erkek arkadaşı Kenneth Hodge ile Marmont’ta yaşadı. Daire kirasını halası Bernadette ödedi. The Eagles pop-rock grubu Chateau Marmont’tan esinlenerek “Hotel California’’yı besteledi. Yazar F. Scott Fitzgerald, Marmount’ta kalp krizi geçirdi. Sofia Coppola’nın 4’üncü filmi Somewhere’in çekimi otelde yapıldı. 20094’te moda fotoğrafçısı Helmut Newton arabasıyla otel garajının duvarına toslayarak yaşamını yitirdi. Red Hot Chili Peppers rock grubu da Los Angeles’e geldiklerinde Chateau Marmont’ta kalmayı yeğliyor. Marmont’un sahibi playboy Andre Balazs, gerekli parayı ödeyen çıkarsa otelini satacağını söylüyor.
cccc
Geçen haftanın siyasi gündemi başında Başkan Obama'nın Afganistan'dan 10 bin askeri geri çekmesi idi. Asker aileleri önceden tüyo almış, işin dedikodusuyla meşgul. Harp haberlerine alışık.
Afganistan'da 100 bin Amerikan askeri var. Harp masraflarına ödenen para 443 milyar dolar. Halk '' Harbi başlatanlar düşünsün.'' havasında. Sıradan insanlar yanısıra entel takımı da umursamazlık içinde. Eşcinsel yasasına ilgi çok daha fazla. Yazılı-görüntülü basını tarıyorum. Zekeriya Sofrası zenginliğinde tablo çıkıyor karşıma. Bir kaç örneği şöyle:
'' Oteller Kraliçesi Leona Helmsley'in 12 milyon dolar bıraktığı köpeği ''Trouble''(Bela) geçen Aralık'ta ölmesine rağmen Haziran sonunda açıklandı. Leona müdürler toplantısına Bela'yı da götürürdü, köpeğin özel aşçısı vardı. Yılda 20-30 tehdit mesajı gönderilen 'Bela'nın korumasının aylığı 10 bin dolar idi. Leona aile mozolesinde köpeğinin yanına gömülmesini istedi, mezarlar dairesi izin vermedi. Bela ölümünden sonra yakıldı.
''You Light Up My Life'' şarkısıyla 1977'de Oscar ödülü kazanan Joseph Brooks katalogdan ısmarladığı helyum tankı içinde intihar etmeden önce yazdığı vasiyetinde 300 bin dolarlık servetini kadın antrenörü Danielle Radosti'ye bıraktı. Rüştüne erişmemiş kızlara '' Seni artist yapacağım.'' diyerek tecavüzden yargılanan Brooks'un oğlu Nicholas geçen yıl sonunda Soho'da bir sosyete otelinde kız arkadaşını küvette boğarak öldürdükten sonra yakalanmıştı. Nicholas kendisine kuruş bırakmayan babası ve kadın antrenörü aleyhine miras davası açtı. Yargıç ''Kimse bu davadan para kazanacağını beklemesin. Miras çok az, avukat-mahkeme masraflarını ancak karşılar.'' diyor.
Geçen ay vefat eden bakır madenleri sahibi Huguette Clark'ın 400 milyon dolarlık mirasından 34 milyonu 20 yıllık bakıcısına, 14 milyonu vaftiz evladına, savcılığın mali varlığını istismar suçuyla itham ettiği avukat ve muhasebecisine 500er bin dolar bıraktı. Huguette vasiyetinde ''Benden bir şey beklemesinler, kapımı çalıp hatırımı sormadılar.'' diye akrabalarını eleştirdi. Fifth Avenue'de 42 odalı evi ile diğer emlaki ve servetinin sanat vakıflarına dağıtılmasını istedi. 104 yaşında ölen Huguette son 20 yılını sağlık sorunu olmadığı halde hastanede, pahalı bebek koleksiyonuyla oynayarak geçirdi.
Emekli asker David Laffer takma sakalla çehresini değiştirdikten sonra ''Babalar Günü''nde Long Island'da muhit eczanesinde dört kişiyi otomatik silahla öldürdü. FBİ havadan helikopter, karadan 40 araba ile polisin evine yaptığı baskınla dört gün sonra David ile karısı Melinda'yı tutukladı. David 2006'da buz hokeyi maçında dört yıldır flört ettiği Melinda'ya elektronik levhadan ''Benimle evlenir misin?'' dedi. Üç yıl sonra evlendiler. Nikah gününde Melinda'nın sürekli mide ağrısından ıstırap çektiği ortaya çıktı. 29 yaşındaki uyuşturucu ilaç müptelası idi. David 8 yıl çalıştığı fabrikadan kovulunca ilaç sigortasını kaybetti. Melinda polise'' Acıdan kıvranıyordum, ilaç alacak paramız yoktu. Birlikte eczaneye gittik, arabayı ben sürüyordum. Silah kullanacağını bilmiyordum.''diye ifade verdi. Evlerinde 10 bin tablet ağrı kesici hydrocodone hapı bulundu. Savcılık David'in idam cezasıyla yargılanmasını istiyor.
Üniversite dekanı Prof. Chris Garcia (71) New Jersey'de, Prof. David Flory (68) New Mexico'da aynı hafta içinde tutuklandılar. Torun sahibi profesörler internetten kadın pazarladıkları için cezaevine gönderildi. Bilgisayarlarında yüzlerce kadının çıplak resimleri ele geçti. Saygın profesörler ''İnsanları mutlu etmek istedik, bu işten para almıyorduk.'' diye savunma yaptılar.
Sabahtan aldığım Hürriyet'i katlayarak okurken arkamda bir ses ''Merhaba arkadaş '' diye sesleniyor. Dönüp selamını alıyorum. Çene altı sakallı, tepesi iyice açılmış yaşlı adam devam ediyor: ''Türk olduğunuzu anladım, bayrak altındaki Atatürk resminden. Türkiye'de nereye gidersen git, her duvarda Atatürk var.''
Trafik homurdanmasından yalnızca ilk adını duyduğum James, çocukluğunda Türkler hakkında çok şey duydugunu söylüyor: ''Babam Anzac (Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri) alayında onbaşı imiş, harp hikayelerini çok güzel anlatırdı. Sizi memnun etmek için söylemiyorum ama tarafsız idi. Babamı dinlerken Türklerin kahramanlığını çizgi romanlarda yer alacak kadar ihtişamlı görürdüm. İki yıl önce ilk defa Türkiye'ye gittim ailemle. Çanakkale'de 1915 savaşının olduğu bölgeyi karış karış gezdim. Babamdan çok dinlediğim için yabancılık hissetmedim.''
Türkiye'nin neresindensin diye soruyor, ardından Çanakkale'yi görüp görmediğimi. ''İstanbul'' diyorum, sonra ''Gördüm.'' Anılarım canlanıyor, benim de anlatacaklarım var ama gişelere hayli yakınlaşmışız. Üstelik anlatacaklarım 10 saniyede bitecek gibi değil. Babam Çanakkale gazisi idi. Harp hakkında konuşmayı sevmezdi. James'a babamın Anzac'lara karşı çarpıştığını övünme malzemesi yapmamaya özen göstererek anlattım:'' O sahillerde gencecik insanlar kumsal kıyılarda canlarını kaybettiler. Avustralya-Yeni Zelanda yerkürenin bir köşesinde, Türkiye öbür köşede. Ne gerek vardı Türklerle savaşa tutuşmakta?'' Bu soruyu babasına da sorduğunu ama tatmin edici cevap alamadığını söylüyor James.
Muhabirliğimin ilk yıllarında Turizm Tanıtma Bakanlığı Harbiye'deki ofisi Türkiye'ye gelmek üzere olan 'Leonardo Da Vinci' transatlantiği kaptanı adına bir grup gazeteciye Çanakkale'den İstanbul limanına birlikte girme davetini yaptı.Leonardo yolcuları arasında aktör, tiyatro oyuncusu, sanayici ve banker gibi ünlüler vardı. Daha gelmeden Türk basını 'Şöhretler Gemisi' diye ad takmıştı dev gemiye. Sabah erken saatte 20 kadar muhabir özel otobüsle yola çıktık, öğle üzeri Çanakkale Boğazı'na geldik. Yarım saat sonra Boğaz'ı enlemesine kapatacak hacımdaki İtalyan gemisi çıkageldi. Hız kesti, gemiye motorla ulaştık, öğle yemeğini takiben güvertede gezinmeye başladık. Dönemin ünlü aktrisi Joan Fontaine'in isteği üzerine ping-pong oynamaya başladık. Yolcular masa etrafında halka oluşturdular. Bir süre sonra karşı sahili izlemeye aldılar. Prenses Süreyya'nın sevgilisi bir Amerika'lı aktör kolumdan çekerek '' Ne yazıyor karşıda?'' diye sordu. Gösterdiği yere baktım, tepe yamacında
kısa ağaçlar traşlanmış, kireçle beyazlaştırılan iri taşlarda iki kelime rahatça okunuyordu: ''Çanakkale Geçilmez.''
Hava serin, gri bulutlar aşağı çekilmiş ama o iki kelimeyi görmek için ne gözlüğe, ne de dürbüne ihtiyaç var. Birinci Dünya Harbi'nde İngiltere'nin Denizcilik Bakanı Winston Churchill'in Çanakkale'yi geçip İstanbul'a o dönemin en güçlü deniz filosunu gönderme hevesi boğazında kaldı. Derme çatma donanımlı Türk ordusu düzineyi aşkın İngiliz harp gemilerini Ege ile Marmara'yı bağlayan ''Dardanelles''(Çanakkale Boğazı)'den çıkmadan batırdılar. Sonradan tarihinde en büyük devlet adamı diye adlandırılan Churchill hayatında ilk kez ''I'm finished.''(Mahvoldum)'' diyerek istifa etti, 10 yıl siyasete bulaşmadı.
Şöhretler Gemisi' güvertesinden boğaz yamacında beyaz taşlı ikaz manzarasının içeriğini Joan Fontain'den başlayıp yolcuların çoğuna sesim kısılana kadar anlattım.
Konuştuğu yer Amerikan Kongresi, dinleyicileri milletvekilleri ve senatörler. '' Kudüs asla bölünmeyecek, Filistin göçmenleri sorunu İsrail hudutları dışında çözülecek, barış formülü 1967 harp öncesi sınırlarını kapsamayacak. Filistin lideri Abbas halkının karşısına çıkıp 'Ben bir Yahudi devletini kabul edeceğim demeli.' diyor ses tonu katılaşırken.
Tarihi salon tıka basa dolu, kongre üyeleri ayakta alkış tutuyor Netanyahu'ya. İsrail Başbakanı bir kaç gün önce Başkan Obama'nın Beyaz Saray'da Orta Doğu barışı için 1967 hudutlarını başlangıç noktası görmesi isteğine Kongre'den 'Hayır' yanıtı veriyor. Hem de coşkun alkışlar eşliğinde. Sadece bu kadar değil, İsrail lideri tüm dünyanın umutla beklediği Filistin devletinde Doğu Kudüs'ün başkent olması, Filistin göçmenlerinin evlerine dönmesinede 'asla' diye karşı çıkıyor. Bir alkış fırtınası daha, inanması güç bir manzara, Orta Doğu'da barışa 'Elveda' demek lazım.
Osama bin Ladin'in tarihe karışması üzerinden daha bir ay geçmedi. Netanyahu, Ladin operasyonuyla 'Halk Kahramanı' olan Obama'ya kendi ülkesinin anlı-şanlı Kongre'si kürsüsünden meydan okuyor. Batı Şeriya'da bir Filistin yetkilisi daha sonra kısaltmalı adıyla ''Bibi''nin Filistin'lilere harp ilan ettiğini söylüyor. Yahudi lobisi güçlü, milletvekili de, senatörü de ''Dur bakalım burası Amerika, İsrail değil bizim başbakana kafa tutamazsın.''demek cesareti gösteremiyor. Yahudilerin oy sayısı fazla değil ama nüfuzları önemli. Gelecek yıl seçimler var.
Ekranlar kısa bir süre karışıyor, dinleyici balkonunda bir kadın elinde pankart, ''İsrail harp suçları işliyor.'' yazılı. '' Filistinlilere eşit haklar tanınmalı, baskı ve ıstıraplarına son verilmeli.'' diye haykırıyor, üstüne insanlar gelirken haykırışı sürüyor: '' Kongremizi Netanyahu'ya böylesine yaltaklık yaparken görmek iğrenç.'' Rae Abileah ''Demokrasi Şimdi'' adlı harekatın öncülerinden bir yahudi Amerika'lı aktivist. Yakapaça dışarı atılırken tartaklanıyor, ambulansla George Washington Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırılıyor.
Kongre üyeleri Netanyahu'nun konuşmasını alkışlarla 29 defa kesiyorlar, ayakta alkış sayısı ise 55.
Bibi''yi dinlemekten yorulmuşum. Bir İngiliz meslekdaşım Valerie Amos'un basın toplantısının başladığını söylüyor, aşağıdaki salona koşuyorum. Barones Amos İngiliz dışişlerinin yetenekli, saygın diplomatlarından biri. Ban Ki-mun BM Genel Sekreteri Yardımcısı unvanıyla İnsancıl İlişkiler başkanlığına atamış. Orta Doğu'dan ayağının tozuyla dönüşte gördüklerini, temas ve izlenimlerini basın kanalıyla dünya kamuoyuna taşımak istiyor. Barones içini döküyor:
'' İsrail'in işgal atındaki Filistin topraklarında dört gün kaldım.Evlerinden zorla kovulan ailelerle konuştum. Filistinliler kuracakları devletin başkenti gördükleri Doğu Kudüs'te el konulan arazilerinde İsrail yeni yerleşim merkezleri inşa etmeye devam ediyor. Filistinlilerin yaşamı sefil, her gün belirli sayıda evleri yıkılıyor. İşgal altındaki topraklar 700 km. uzunluğunda barikatlarla İsrail'lileri Filistinlilerden ayırıyor. Binlerce Filistin'li Doğu Kudüs'te yaşama hakkını kaybetti. İsrail işgalindeki topraklarda bir Filistin okulunu görmeye gittim. Tek odalı okulda pencere dahi yoktu. Gazze Şeridi abluka altında olduğu için Filistin ekonomisi donmuş halde. İnsanlar gıda yardımlarına avuç açarak yaşıyorlar. Halk çaresizlik içinde kıvranıyor.''
Netanyahu'nun Kongre'de İsrail demokrasisinden övgüyle söz ettiğini anımsıyorum. Filistin halkının sefaleti demokrasi ürünü mü? Sanmıyorum.
Diğerleri ''Buğulu Sular'', ''Buğday Başkenti'' gibi tanımlamaları benimserken New York'un kent bazında ''Big Apple', tümünde '' Empire State'' lakapları var. ''Büyük Elma'' zenci müzisyenlerin taktığı lakap, ''İmparator Eyaleti'' ise üretim ve nüfustan tarih, siyaset, ticaret, finansman, turizm, ve kültürel alanlarda liderliği nedeniyle layık görülmesinden kaynaklanıyor. Üstelik New York Amerika'nın ilk başkenti.
New York'un bence en önemli özelliği, insanları. New York'lular mitolojik tabirle kendisine 'aşık', asgarisinden hayran,'narsist' kişiler. Weill Sağlık Merkezi'nden Frank Yeomans ''Ülkede yüzde itibarıyla düzensiz, özel kişilikli olduğuna inanmış narsistlerin çoğunluğu New York'ta yaşıyor. Değişik kimlikli oldukları için buraya geliyorlar.
New York farklı bir kent. Sporcusu Madison Square, müzisyeni Carnegie Hall'da yeteneğini gösterdiği takdirde zirveye ulaşacağını biliyor. Sinatra bile ünlü şarkısı New York, New York'ta ''Orada başarırsan, her yerde başarırsın.'' diyor. Narsistlerin ortak özelliği güç sahibi, mesleğinde aşırı başarılı ve fiziki görünüşü cezbedici olması.
Tanıdık var mı New York'lu narsistlerde diye sağa, sola soruyorum. Her kafadan bir ses çıkıyor: ''Aradığından fazlasıyla, dolandırıcılıkla Guinness Rekor Kitabı'na geçen Bernie Madoff, emlak kralı Donald Trump, Belediye Başkanı Michael Bloomberg, son iki yılın en şöhretli pop şarkıcısı Lady Gaga, yüksek sosyeteden Paris Hilton, yeni TV dizisi Jersey Shore'un yıldızı Snooki.''
Özelliği ne bu insanların? Madoff matematik zekasıyla 70 milyar dolar dolandırdı. Lady Gaga şov kraliçesi, kısa konserlerinde dahi hayranları dört sokak kuyruğa giriyor. Sosyal paylaşım sitesi Twitter'da 10 milyon, Facebook'da 32 milyon izleyicisi var. Oprah kadar popüler oldu. Bir yılda 90 milyon dolar kazandı, gençliğin gözdesi şimdi. Trump uçaklarından otellerine her yere adını yazdırıyor. ABD başkanlığına seçileceğine inanıyor. Trump önemli bir marka oldu. Bloomberg hatalı kararlarını eleştirenleri ''Ben yaptım, oldu.'' diye tersliyor. Adam hem belediye başkanı hem de 15 milyarlık servete sahipse yapacak bir şey yok. Paris, Hilton oteller zincirinin varisi, Snooki 1.45 cm. boylu, göğüsleri havan topu büyüklüğünde avam gençliğin yeni aşkı. Karşılaştıklarına ''En güzel, en seksi benim.'' diyor.
Türk-Amerikalılar arasında 'narsist' kim denildiğinde akla ilk gelen Dr. Mehmet Öz. Öz adı artık hekimlik yerine tıp kökenli TV programlarıyla özdeşleşti.
Mehmet Öz atletik yapılı, yakışıklı, bilgili, multimilyoner bir tıp adamı. Son iki yıldır izlenme rekorları kıran programlar hazırlıyor. Amerika'da en fazla tanınan hekim olduğuna eminim. Bu ülkede Dr. Öz adını duymamış olanın bir gece önce Ay'dan dünyaya paraşütle inmiş olması lazım. Ekranlarda narsist davranışını görmedik bugüne kadar. Bu kısa listedekilerin hepsi New York'lu.
Amerikan Psikiyatri Cemiyeti'nin 'narsist' teşhisi için hazırladığı 9 sorunun 5'ine 'Evet' dediğinizde düzensiz kişilik bozukluğu içindesiniz. Kişisel hayranlık derecelerini teşhis testinde ''Kendinizi muhteşem görme duygunuz var mı? Siz benzeri olmayan özel bir kişiliğe sahip olduğunuza inanıyormusunuz? Aşırı hayranlık görme ihtiyacı duyuyormusunuz? Başkalarına gıpta ediyormusunuz? Sınırsız başarı, güç, kudret, güzellik ve ideal aşk fantezilerine çok zaman ayırıyormusunuz?'' gibi sorular var.