Yazıişleri müdürü telefonda "Bavulunu hazırla, Miami’ye gidiyorsun. Kainat Güzeli Yarışması’nı takip edeceksin" deyince nabız atışlarım hızlandı. Heyecanım ses tonumda yankılanmasın diye kısaca "İlk uçakla yola çıkıyorum" diyorum.
Amerika’ya geleli henüz iki ay olmuş, Miami lise yıllarımdan beri düşlerimi süsleyen bir kent. Hollywood filmleri, renkli dergilerdeki resimleri ile aşina olduğum uçsuz bucaksız plajları, turkuvaz sularında poyraza yelken basan lüks tekneleri, dev dalgalarla yarışan sörfçü gençler, cazibesine besteler döşenen yanık tenli polka bikinili kızlarıyla Miami sahillerini görmeye fırsat çıktığı için sevinçliyim.
Böylesine görev dost başına. Florida’nın "Altın Sahili"nin başladığı kentte üç hafta 70 kadar ülkenin milli güzeliyle birlikte olacağım. Gündüzleri plajlarda, turistik yerlerde güzellerin resimlerini çekeceğim. Akşam Florida sosyetesinin parti ve davetlerine katılacağım. Türk, Amerikalı, Yunan güzellerinin bir arada görüntülenmesi, favori gösterilenler, seçim jürisindeki ünlüler ile kısa röportajlar var programımda.
Miami’deki apart-otele öğle üzeri yerleştikten sonra güzellerin kaldığı otele gitmeden önce bir şeyler yemek istiyorum. Bavulumu taşıyan görevli adres veriyor: "Köşedeki lokantada bin çeşit sandviç var."
Abartmaya tebessümle karşılık veriyorum. Köşeye geldiğimde ilk kapıda ’Single’, yanında ’Couples’, üçüncüsünde ise ’Family’ levhalarını görüyorum. ’Aile, Çiftler’ yerine ’Tek’ yazılı kapıdan giriyorum.
İki tenis kortu büyüklüğünde bir lokanta bu, düzinelerle masa. Ortada yüksek iskemlelerin sıralandığı oval bir bar, servis sırası beklememek için boş bir iskemleye oturuyorum.
Defterimi çıkarıp hazırlık babında notlar düşmeye başlıyorum. Kameramdaki filmi kontrol ederken gözüm karşımda oturan çiçek desenli elbise içinde bir kadına takılıyor. Cüsseli kadının önünde bir kayık tabak, silme sandviç dolu. Ailece gelmiş olmalı ama yanında tezgah üstünde başı görünen küçük bir çocuk var. Kadın avuçladığı büyük bir sandviçi tümüyle ağzına sokuyor. Akabinde tezgahtaki çanaktan uzun bir salatalık turşusunu da iki dudak arasından içeri itiyor. Görüntüyü şaşkınlıkla seyrederken göz göze geliyoruz. Kadın ağzını bir kez daha açıp yutkunuyor, sandviç ile turşu kayboluyor.
Arkamdan bir ses soruyor: "Ne istiyorsunuz?" Garson bu. "Bir sandviç ile sütlü kahve." Önüme uzattığı mönü kapağında "1001 Sandviç" yazılı. "Ne sandviçi?" Oteldeki adam abartmamış, mönü kalabalık. "Tavuklu" diyorum. Çok geçmeden garson geliyor, elindeki geniş kayık tabağında bir karış boyunda beş sandviç. İtiraz ediyorum: "Ben tek kişilik istedim." Garson dudak büküyor: "Bu sipariş de tek kişi için."
Miami’nin güneş, deniz, plajıyla haşır neşir olmadan önce bu ülke halkının doymak bilmez iştiha boyutlarını öğrenmiş oluyorum. Amerikan gazetelerinin popüler ’Blondie ile Dagwood’ karikatür dizisinde geceyarısı uyanıp mutfakta yedi-sekiz dilimli sandviç yapan Dagwood’un hayal ürünü çizgi kahramanı olmadığını da anlıyorum.
AMERİKALI BİR ÇOCUK, YILDA 20 BİN GIDA REKLAMI İZLİYOR
Yeni Dünya sakinleri için aşırı gıdaya düşkünlük doğuştan başlıyor. Bol kalorili besinler üzerine kurulu Amerikan mutfağı çocuk yaşından itibaren kilo almaya yol açıyor. Tipik bir Amerikalı çocuk bir yıl içinde TV programları arasında 20 bin civarında gıda reklamı izliyor. Reklamlarda şişmanlığa sebep olan bol şekerli tatlı ve meşrubat, yağlı köfte, patates kızartmaları ağız sulandıracak görüntülerle sunuluyor.
Eric Schlosser adlı bir araştırmacı Pizza Hut, Burger King, McDonalds, Subway gibi dev lokanta zincirlerinin ülke sathında 19 bin okul yemekhanesinde ’junk food’ denilen beslenme değeri düşük yemekleri sattığını bildiriyor. Kötü beslenme ileri yaşlarda aşırı şişmanlık ve obez hastalıkları sorunlarına sebep oluyor. Schlosser ayrıca resmi bir devlet kuruluşunun araştırmalarından alıntı yaparak 2000 yılında dünyaya gelen her üç çocuktan birinin kimyasal maddeler, hormon katılmış etleri yemeleri sonucunda şeker hastası olacağını söylüyor. Dehşet verici bir uyarı bu. Acaba ana-babalar kulak verecek mi?