Paylaş
GİTTİĞİM her kentin çekim merkezine içgüdüm sürükler beni.
Tarihi, insanı, konumu ve o günkü psikolojim.
Bu yüzden aynı şehri her gezişim farklıdır.
Bazen de okuduklarımla gördüklerim birbirini yalanlarcasına bir iç savaş ortamına sürüklenirler.
İstanbul Dergisi'nin 'İstanbul-Ankara' bölümündeki yazılarını okurken, kimi zaman çağrışımlarla, kimi zaman Ankara imajıyla yeniden bir iç söyleşiye girdim.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul kirlenmeyi, Ankara arınmayı temsil ediyordu.
Cumhuriyet bozulmada sağladığı eşitlikle, Ankara'yı da İstanbul'a benzetti.
Şimdi, Türkiye'nin kalbi Ankara, şeklindeki nostaljik, milliyetçi söylem bitti.
Modernleşme yolunda büyük mesafeler kateden bir Anadolu şehri.
Yeni rejimin başkenti, cumhuriyetin ideolojik kábesiydi.
Büyük gazetelerin başkenti olamadı hiç bir zaman. Osmanlı'nın Báb-ı Áli'si siyaseti o şehre bıraktı ama siyaseti eleştirmeyi kimse elinden alamadı.
Ankara'da bugün büyük bir gazete yayınlanmıyor.
İstanbul'daki gazetelerin, televizyonların yöneticileri Ankara'dan geldi.
Onun için de yazımın başlığını Via Ankara koydum, yani, Ankara üzerinden.
Bizim kuşak Seçilmiş Hikáyeler'i, Yaprak'ı, Dost'u, genç kuşak Yazı'yı, Oluşum'u, eski Türk Dil Kurumu'nun Türk Dili Dergisi'ni Ankara ile özdeşleştirir.
İyi, başarılı yayınevleri var şimdi Ankara'da.
Bilgi, Dost, İmge...
Medyanın başındaki yöneticiler Ankara'dan. Hepsi de Ankara üzerinden buraya gelmişler.
Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, İzmir asıllı ama İstanbul'a Ankara üzerinden geldi.
Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz da Ankara kökenli.
Sabah medya başkanı Zafer Mutlu'nun da geldiği kent Ankara.
Oktay Kurtböke'yi, Hasan Cemal'i, Fatih Çekirge'yi de unutmayalım.
Ankara istikametinden gelip İstanbul istikametine giden yazar dostlarım da var.
Adalet Ağaoğlu, Salim Şengil, Nezihe Meriç, Özdemir İnce, Muzaffer Uyguner, Mehmed Kemal, Enis Batur, Garip Üçlüsü (Orhan Veli-Oktay Rifat-Melih Cevdet Anday), Hasan Bülent Kahraman, Füsun Akatlı.
* * *
MELTEM AHISKA, 'İstanbul Üzerinden Ankara'da bakın ne yazmış:
‘‘Türk milletinin temsili bakımından Ankara'nın kendine getirmediği bir İstanbul, İstanbul'un kışkırtmadığı bir Ankara düşünmek çok zor.’’
‘‘Ankara'yı sevenler Ankara'da neyi severler?’’ sorusunun cevabını veren Tanıl Bora'nın saptamasına katılıyorum:
‘‘Peki Ankara'yı sevenler Ankara'da neyi severler? Zannederim, büyükşehir imkánlarıyla küçükşehir sıcaklığının yaşanabildiği bir yer diye severler.’’
Ankara'da beni rahat ettiren gizi de Bora'nın yazısında buldum.
Peki, Ankara'nın Ankaralıların başına gelen en büyük feláket nedir?
Bora'nın cevabına bir çok Ankaralı okurum katılacaktır:
‘‘Timur istilásı, Kaçgun ve Cihan Harbi'nden sonra Ankara'nın gördüğü en büyük feláket: Melih Gökçek.’’
Hasan Bülent Kahraman'ın 'Ankara bir şeyler' yazısındaki bir cümle benim Ankara'yı belli bir süreç içinde sevmemin nedenini açıklıyor:
‘‘Ankara'nın görünmez kolları vardır. Bu kent kendisine gelenleri önce iter. Fakat biraz direnince öyle sarıp sarmalar ki, bir daha ondan kopmak olanaksızlaşır.’’
Aydın Uğur, ne Ankara'dan, ne de İstanbul'dan vazgeçiyor. Neden insan çift şehirli olmasın?
'Tarih Tahterevallisinde Ankara-İstanbul' yazısında İstanbul'un herkes gibi onu da baştan çıkardığı anlaşılıyor:
‘‘Yazar Ankara'da yaşamış olmaktan memnun nadir İstanbullulardan.’’
Bir de son paragrafı okuyun:
‘‘Şimdi terazinin İstanbul kefesi ağır basıyor. Üstelik artık, sadece tüketmiyor, üretiyor da. Ankara ise frenleyen konumunda. Ülkenin geleceğinin tohumları artık İstanbul'da atılıyor, günahı sevabıyla.
Ankara, canım Ankara...’’
* * *
ANKARA'yı seviyorum.
Ama yazımı Aydın Uğur gibi bitireceğim:
İstanbul, canım İstanbul...
Paylaş