BU yazımı Babıáli’de çok uzun süre gazetecilik yapmış biri sıfatıyla yazıyorum.
İlk yazım 1954’te yayımlandı, 1956 yılından itibaren de gazetecilik ve yazarlık dışında başka bir uğraşım yok. Tek kazanç kapım da yazarlık ve gazeteciliktir.
Onun için de ekonomik durumlara özenle bakarım.
Demokrat Parti döneminde de gazetecilik yaptım, askeri darbe dönemlerinde de, Demirel, Çiller, Yılmaz zamanında da.
Siyaset yazarı değilim. Özellikle kültür bakanlarını partilerine göre değil, çalışmalarına göre değerlendirdim.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da belediye başkanlığı döneminden tanıyorum.
Bu yazıyı yukarıda saydığım özelliklerimle yazıyorum.
* * *
YENİ bir ekonomik uygulama, vicdanımı rahatsız ettiği, tarafsızlığımı zedelediği için, bu yazıyı yazmayı bir yazar sorumluluğu olarak nitelendiriyorum.
Sıkıntılı, sorunlu Demokrat Parti döneminde bile böyle bir uygulamayı hatırlamıyorum.
Bu tür bir kampanya notlarım arasında yok.
Bu tür uygulamalar, iktidara gurur vermez, gücünü göstermez, olumlu bir katkısı da olmaz. Gelecekte bu kişilerin ve iktidarın tarihini karalar.
Siyasal tarihle basın tarihini bir arada okumak gerekiyor.
Gelgitler bugünün siyasetçilerine yapılması gerekenden çok yapılmaması gerekenleri öğretir. Meydanların sesinden çok, kitap sayfalarının sessiz mesajlarını dinlemek gerekir.
Bugün, dünün doğru, tarafsız tarihini yazmak isteyenler, iktidarları kayıtsız şartsız destekleyen gazeteler yerine, onları eleştirenleri kaynak olarak seçerler.
Gidişatı iyi görmüyorum, ekonomiye de yansıyan tırmanış beni kaygılandırıyor.
Zulüm, sindirme, insanın kendini en güçlü gördüğü zamanda onu kemiren bir virüstür, tedavi etmezseniz tümöre dönüşür.
Bu tehlikeyi görüyorum.
Devlet adamlarının, maliye mensuplarının görevine elbette müdahale edecek değilim ama bu işler olurken Haldun Taner’in ünlü Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununu hatırladım, her şeye evet efendim diyen kahramanını...
Oysa artık hangi alanda olursa olsun, bir devlet görevlisinin gözlerini açarak vazife yapmasını öneririm.
İktidarlar, liderler tarihi yarattıkları zehabına kapılırlar. Oysa çoğu zaman, tarihteki bir yanlışın izini sürer, onun kaderini tekrar ederler.
Basınla iktidarların arasındaki açıklık gittikçe büyür.
Ekonomik baskı ile sonuç alınamayacağını siyasi tarihler yazıyor. Basın tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Demokrat Parti dönemini yaşadım, ama II. Meşrutiyet Dönemi’nin tarihini kitaplardan okudum. Siyasetçilerin de okumasını isterim. Zafer çığlıkları, anlı şanlı fotoğraflar, mendiller...
Ne kaldı?
Şiiri seven birinin ruh hali değişkendir.
Meydanlar insanı çeker. Topluluk karşısında ben de birçok kez konuştum. İnsan kendini kaptırır, hatta konsantre olur...
Böyle durumlarda Sir Laurence Olivier’nin sözünü hatırlarım:
Provalarda döktürürken, birden duruyor, "Söndürün spotları, konsantre oldum" diyor. Çünkü kontrolü kaybettiğinin farkına varıyor.
II. Meşrutiyet’in İlk Yılı. 23 Temmuz 1908 - 23 Temmuz 2009 arasında gazetelere yansıyan tarihi bir kitaptan izledim.
Önce basınla sarmaş dolaş bir başlangıç, sonrası malum.
Tarihi okuyunca bugüne dünden bakmanın önemini fark ediyorsunuz.
* * *
BEN bir gazeteci, bir yazar ve bunları yaşayan biri olarak yazmayı gerekli gördüm. İktidara bir hatırlatma sayabilirsiniz.