PAZAR akşamı saat 18.00’de İKSV Salonu’nda bir yıl önce aramızdan ayrılan Şakir Eczacıbaşı’yı andık.
Yakın dostları onunla ilgili anılarını anlattılar. Onun kültüre, fotoğraf sanatına, fotoğraf yayıncılığına yaptığı katkılardan, yayınladığı kitaplardan söz edildi. Toplantının moderatörlüğünü ben üstlendim. Onun renkli kişiliği, insanlarla ilişkisi üzerine konuştuk. Onun özelliklerinden, mükemmeliyetçiliğinden söz ettik. İlk sözü çocukluk arkadaşı Talat S. Halman’a verdim. Onlar yedi yaşından beri ailece görüşüyorlardı, ayrıca kolejde de birlikte okumuşlardı. Halman, onun kitaplarından söz ederken bir anısını dile getirdi. Şakir Eczacıbaşı, Oscar Wilde kitabını yayımladıktan sonra Dublin’deki Oscar Wilde Müzesi’ne gitmiş, müzenin müdürü Şakir Eczacıbaşı’nın bilgisi karşısında şaşırmış. Emre Kongar, Nejat Eczacıbaşı hakkındaki bir kitap vesilesiyle tanışmış, ilk tanıştığında da kilosundan ve sigarasından söz etmiş, bir şey dememiş ama daha sonra bunun öcünü almış. Şakir’in telefon trafiği sabah 06.00’da başlardı, bitiş saati belli değildi. * * * ONUN bir de spor yönetmenliği tarafı vardı. O akşam aralarında Selcan Teoman’ın da yer aldığı sporcuların anlattıkları, onun müdahale alanlarının genişliğini öğrenmemizi sağladı. Yeni evlenen çiftlere söylediği şuymuş: “Aman hemen çocuk yapmayın, bu yıl şampiyon olalım ondan sonra.” Şakir Bey’i dinlemişler, çocuk sahibi olmayı ertelemişler, çocukları huysuzluk yaptıkça ve çocukla uğraşmak onları yorduğunda da, “Gençliğimizde olsaydı daha iyi üstesinden gelirdik, şimdi Şakir Bey’i çağıralım çocuklara o baksın” isyanları herkesi güldürdü. Onun düşman olduğu kavramlardan biri de, izin meselesiydi. Zeynep Oral, Milliyet Sanat’ı çıkardığı zamanlar ve dergiyi üç kişi hazırlıyorlar... Rahmetli Akal Atilla ve rahmetli Zekâi Muratçay ile Zeynep Oral’ın dergiyi bir ay çıkartmama önerisine yanıtı şöyle: Kızım, insanlar tatil yapar ama dergiler tatil yapmaz. Onunla konuşulacak en tehlikeli konu, tatilmiş. Bu duyarlığa, tepkiye benim de katıldığımı tahmin edersiniz. * * * SAAT ve zaman kavramı yoktu. Bir gün Saffet Özbay’ın eşiyle karşılaşıyor. “Ah hanımefendi,” diyor, “eşiniz o kadar yetenekli ki onu erken bırakamıyoruz.” Artık geç gelmesi eşinin canına tak etmiş olmalı ki cevabı yapıştırıyor: “Keşke daha az yetenekli olsaydı da evine erken gelseydi.” Doktoru ve arkadaşı Sotiri Tataridis, zaman kavramını Şakir Eczacıbaşı’nın algılanmasına bir örnek verdi. Doktor, bir iş için onun evine gidiyor, saat akşamın yedisi. Doktor yoruluyor, ayrılmak istediğini söylüyor, Şakir Eczacıbaşı oralı değil. Doktorun evinde telefon yok, eve haber veremiyor. Onun yanından ancak sabaha karşı saat 03.00’te ayrılabiliyor. Konuşan diğer dostlarını da yazmalıyım: Altan Öymen, Bülent Erkmen, Nuri Çolakoğlu, Müşerref Cimcoz, Doğan Tekeli, Oktay Ekinci, Ethem Sancak, Melih Erciş, İzzet Keribar, Pınar Eczacıbaşı, Ful Duran. Hepimiz onun sevimli diktatörlüğünden (!) söz ederken Oktay Ekinci, sevgili Şakir Eczacıbaşı’nın ne kadar demokrat olduğunu anlattı. * * * DAHA nice anılarla onu andık. Renkli kişiliğini bir kez daha anımsadık.