Paylaş
Yabancı turistlerle yerli turistlerin bir arada dolaşması çok hoşuma giderdi. Yabancı turistler de bu zamanı Sultanahmet’te yaşarlardı.
Önceleri Sultanahmet Camisi avlusunda ‘Dini Yayınlar Kitap Fuarı’ açılırdı.
Kuran’dan başlayarak, İslam konusundaki yayınları bu fuara katılan kitapçılardan alırdık.
Akşamları da Sultanahmet Camisi üzerinde ışık oyunları yapılırdı.
Fuar daha sonra Beyazıt’a taşındı, iftardan sonra hem müzisyenler tanınmış bestecilerin eserlerini icra ederler, hem de söyleşiler yapılırdı.
Fuar Beyazıt’a taşındıktan sonra, Sultanahmet Meydanı’nda ramazan aylarında çeşitli dükkânlar açılırdı. En uzun kuyruk, tatlıcı standlarının önünde olanıydı, yabancıların çoğu ayaküstü kâğıt tabağa baklavaları koyup yerlerdi.
Ziyaretçilerin çoğu Türk İslam Eserleri Müzesi’ni ziyaret ederlerdi. O yıllarda müzenin müdürü Nazan Ölçer’di. Müzede birçok önemli sergi açılışı yapılmıştı.
İftarların yapıldığı lokantalardan biri de Çelik Gülersoy’un genel müdürü olduğu Turing’in Sultanahmet’teki Yeşil Ev’iydi. Özel ramazan mönülerini anımsarım.
Yurtdışından gelenlerin bu şehrin geçmişine ait mekânları tercih ettiğini gördük, yaşadık.
Yaşar Kemal’in de okuru olan ve Paris’teki ödül töreninde onun hakkında bir konuşma yapan Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand da Türkiye’yi ziyaretinde İstanbul’da kalmak için Yeşil Ev’i seçmişti. Beraberinde Yaşar Kemal’in çevirmeni Altan Gökalp de gelmişti.
Bu semtte yapılan en garip şey, çevredeki lokantalarda ramazan münasebetiyle semazenlerin program yapmalarıydı. Sonradan önlendi.
Meydanın bir bölümüne de sabit banklar yerleştirilir, akşamüstü konserleri verilirdi.
Gazeteden erken çıkıp o konserlere giderdim.
Konuşmalar da yapılırdı.
Ramazanın hoşuma giden yanlarından biri de mahyalardı.
Güllaç da benim için vazgeçilmez bir tatlıdır.
BİR ROMANIN ANIMSATTIKLARI
LİZ BEHMOARAS’ın ‘Lale Pudding Shop’ romanı üzerine Kitap Sanat ekinde Özlem Karahan’ın yazısını görünce dönemin başka bir Sultanahmet’ini hatırladım.
Hippilere çok rastlardım o yıllarda. Ara sokaklarda küçük lokantalarda onları görürdüm. Onlarla ilgili birçok haber ve fotoğraf yer alırdı gazetelerde. Hemen hepsi Cağaloğlu’na çıktığı için basında sık görünürlerdi. Giyimleri elbette benim gibi düşünenlerin tam tersiydi.
Belli mekânları vardı, onlardan biri de kitaba adını veren lokanta.
Yanlış hatırlamıyorsam Vietnam Savaşı’nı protesto için tüfek namlularına çiçek koymaları nedeniyle çiçek çocuk olarak da adlandırıldılar.
Aklımda kalan bir sözleri var:
“Çalışmak deliliğe giden yolun başlangıcıdır”.
Çoğu zaman bu söz aklıma geldiğimde, başlangıçtan ne kadar mesafe kat ettiğimi hesap etmekten kaçınırım.
Şimdi tarihi yarımadayı yeniden canlandırma projesi var. Destekliyorum. Bir yerin çehresinin bu kadar değişmesi bence tarihe ihanettir.
Eskiden Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye Babıâli Caddesi’nden geçerken, şapkamız başımızda kalmazdı, gazeteciler, yazarlar, yayıncılarla karşılaşıp selamlaşmaktan.
Cağaloğlu’nda iki sokak önemliydi, biri Altın Kitaplar Yayınevi’in olduğu Celâl Ferdi Gökçay Sokağı. İstanbul Erkek Lisesi’nin eski müdürlerindenmiş.
Diğeri de yayıncıların, dağıtımcıların bulunduğu Şeref Efendi Sokağı.
Basın ve kültür dünyasının merkeziydi.
*
EVDE geçen günler gelecekten çok geçmişe yöneltiyor insanı.
Paylaş