Paylaş
Farklı zamanlarda farklı dergilerde, farklı yazarlarla hep karşımıza çıkar, “Nasıl yazarsınız” sorusu.
Sık sık sorulan bir soru, her şeye rağmen güncelliğini yitirmez. Çünkü her dönemde yeni yetişen okurlar, yine yeni yetişen yazarların veya eski ustaların yanıtını merak eder.
Şöyle hafızamı yokladığımda, Yaşar Kemal, yapıtlarını elyazısıyla ve kurşunkalemle yazardı. Behçet Necatigil, küçük kâğıtlara eski yazıyla notlar alırdı. Tepebaşı’ndaki bir kahvede otururken bu yazış biçimine tanık oldum.
Orhan Kemal de bir hikâyenin ya da romanın başlangıç notlarını küçük kâğıtlara yazar sonra onları bir araya getirirdi. Sevim Burak küçük kağıtlara yazar, o kağıtları perdeye iğneler, sonra bir araya getirirdi hepsini... Abdülbâki Gölpınarlı (Bâki Hoca) kitaplarını dolmakalemle yazardı. Orhan Pamuk da elle defterlere yazıp, arada kendine notlar bırakan yazarlardan. Bunu Kara Kitap için hazırlanan kitaplardan zaten biliyoruz...
Soruşturma altı yazara yöneltilmiş: Ahmet Ümit, Pınar Kür, Nazlı Eray, Selim İleri, Nihat Genç ve Buket Uzuner.
* * *
AHMET ÜMİT şöyle diyor: “Önce bir fikir oluşturuyorum. Daha sonra bu fikir etrafında araştırmalar yapmaya başlıyorum. Son romanım ‘Elveda Güzel Vatanım’dan örnek vereyim mesela. Bu roman İttihat ve Terakki’yi anlatacak ama hiçbir şey bilmiyorum. Evvela konunun uzmanlarıyla fikir alışverişi yapıyorum. Bana önerdikleri kitapları okumaya başlıyorum. Romanla alakalı gezilecek yer varsa gezmeye gidiyorum. Bu yer başka bir coğrafya da olabilir. Örneğin, hikâye Paris’teyse Paris’e, Selanik’teyse Selanik’e gidiyorum. Araştırmalarım sırasında romanın kurgusu üzerine çalışıyorum. Not almak için cep defteri kullanıyorum ve kesinlikle dolmakalemle yazıyorum.”
Nazlı Eray romanlarının dünyasına daha yazmadan girdiğini gösteriyor: “Bütün kitaplarımı elle yazarım. Çok süslü ve renkli defterler kullanırım. Her sayfası renkli olan bu defterler (pembe, uçuk mavi, yeşil...) aslında benim ölçülerimi belirler. Kaç sayfa pembe, kaç sayfa mavi yazmışım bakarım. Bazen renkli kalemler kullanırım. Masada taze kesilmiş bir çiçek buketi bulundururum mutlaka, gül, zambak, leylak ya da kazanblanka. O koku alır beni başka yerlere götürür. Nerede yazdığım hiç önemli değildir. Mesela bir romanımı bir gemide bitirdim. Uçakta yeni bir kitaba başlamayı çok severim. O an verilen oksijen ve bir anlamda ölüme yakın olma heyecanı beni çok etkiler.”
Selim İleri “alışkanlıklar”ının altını çiziyor: “40 yıldır daktiloda yazıyorum. Daktilo dışında yazmam çok zor. Malum, daktilo döneminin de çoktan sonuna geldik, ama ben çok iyi bir tamirci buldum. Tamiratını yaptırıyorum, şeritlerini de İngiltere’den getirtiyorum. Kendi mekânım dışında bir yerde yazamıyorum; illa ki evimde yazmalıyım.”
Kafkaokur(2) dergisinde kendisiyle söyleşi yapılan Sezgin Kaymaz’ın benzer soruya cevabı ise onun yazı dünyasında çok şeye ışık tutuyor...
“Yazının başına oturduğum her gece, annesi komşuya gitmiş, o da hazır evde tek başına kalmışken aynanın karşısında saçmalamayan bir çocuk gibi oluyorum. Olduğuna, bittiğine, nerden gelip nereye gittiğine bakmadan, tam gaz, ne olursa, ne gelirse yazıyorum gitsin. Gün ağardığında bir şeyler yığılmış oluyor kenara. O birikenleri okumak hoşuma gidiyorsa, ‘Ben olsam okurum’ diyorsam yazmaya devam ediyorum, gitmiyorsa alayı çöpe. O gece başka bir macera başlıyor o zaman.”
* * *
OKUR merakını giderecek, yazarların iç dünyasından ipuçları verecek yanıtlar.
(1) OT, ocak sayısı.
(2) Kafkaokur, ocak–şubat sayısı.
Paylaş