CUMA akşamı Açıkhava’daki Caz Festivali kapsamında verilen konserde tatsız bir olay yaşanmış.
‘Mujeres de Agua’ yani ‘Suyun Kadınları’ adlı projede yer alan ve kendi dillerinde şarkı söylemek için bir araya gelen kadın sanatçılar flamenkocu Javier Limon’a eşlik ediyorlardı. Diller arasında İbranice, İspanyolca, Yunanca, Kürtçe var. Dinleyiciler arasından biri kalkmış, şehitlerimizi bahane ederek Aynur’un Kürtçe şarkı okumasını protesto etmiş. Aynur, dinlediğim, sevdiğim sanatçılardan biri. Zaten bu proje bir CD projesi. Bir İspanyol prodüktör hazırladı. Amacı da Akdeniz’deki farklı müzik kültürlerinin sesini duyurmak. Bakım kimler var bu CD’de? Aynur, La Susi, Estrella Morente, Mariza, Carmen Linares, Buika, Montse Cortes, Sandra Carrasco, La Schica, Yasmin Levy, Eleftheria Arvanitaki, Genara Cortes. Aynur’un yer aldığı parçada Hüsnü Şenlendirici de klarnetiyle eşlik ediyor. Ne güzel, ne evrensel bir anlayış, birçok dilde şarkının sesleri yankılanıyor. Dostluğa çağırıyor. Konser devam etmiş olsa da, Aynur’un sahneyi terk etmesine sebep olmuşlar. Sonunda bütün sanatçılar birlikte dinleyiciyi selamlamışlar. Bu protesto girişimi konusunda İKSV’nin yayımladığı bildiriyi okuyalım: “18. İstanbul Caz Festivali kapsamında gerçekleştirilen ‘Mujeres de Agua’ (Suyun Kadınları) konserinde yapılan protestoların son derece üzücü olduğunu düşünüyoruz. Sanat ve kültürün birleştirici rolünün unutulmaması gerektiğini, sanatın dilinin evrensel olduğunu hatırlatmak isteriz.” * * * DİLLERİN, şarkıların yasaklanmasına karşıyım. Bir dilin kültürü her alana yansıyacak. Bu yıl TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı’nda Kürt yazarlar Kürtçe konuştu söyleşilerde, çevirmenler Türkçeye çevirdi. Çokseslilik, çokkültürlülük çağımızın vazgeçilmez yaratıcı özgürlükleri arasında sayılıyor. 6-7 Eylül Olayları’nı yaşayan, ondaki barbarlığı gören biri olarak böyle çıkışlardan çok ürkerim. Dili, kültürü hapsetmekle, çözümsüzlük yumağı büyür. Üstelik müziğin dili evrenseldir, herkes için geçerlidir, her dilde söylenmelidir. Söylenebilmelidir. Benzetmek gibi olmasın ama İsrail’de David Barenboim’in yönettiği orkestra Wagner’i çaldığında bazı dinleyiciler protesto etmişlerdi. Çünkü Yahudileri yok eden Naziler bunu Wagner müziği ile yaptığı ham gerekçesine dayanıyordu. Üstelik Barenboim de Yahudi’dir, bu gerçeği onlara anlatmak için çırpındı. Fanatikler ne gerçeği tanırlar, ne akılcı gerekçeyi, sadece saplantılarının doğrultusunda konuşurlar. Artık Türkiye’de çokkültürlülüğe, çokdilliliğe alışmalıyız. Aynı coğrafyada yaşayan insanların birbirini kendi dilinde dinlemesi, konuşması, yazması olağan bir sonuçtur. Her Kürt olayını, her Kürtçe şarkıyı bir PKK olayı diye yorumlarsanız, yanlışa düşersiniz. Hepimizin içi kanıyor, hepimiz 13 askere içimizden ağıt söylüyoruz. Ama müzik bunların dışında ve bizim yaralarımızın merhemidir. Kimse tutup da “birtakım hassasiyetler”den söz etmesin, o zaman birçok canın yandığı olayların önüne geçemezsiniz. Herkesin bahanesi, birtakım hassasiyetler olur çünkü. Kürtçe bir şarkıyı, PKK ile karıştırmayınız. Her Kürtçe şarkıyı PKK’nın sesi, her Kürtçe kitabı onun savunması olarak algılamayın. Kürt ve dünya edebiyatının önemli yazarı sevgili dostum, ışıklar içinde yatsın Mehmed Uzun’un kitaplarını yok mu edeceğiz, sırf Kürtçe yazdı diye! O PKK’yı dinlemediği, onlar gibi düşünmediği için, İstanbul’da Cihangir’de tuttuğu evi terk edip yurtdışına gitmek zorunda kalmıştı. Bu olay Hürriyet’in manşetinde yer almıştı. 6-7 Eylül Olayları sırasında, tatsız bir kampanya başlatılmıştı. Tanık olduğumda hüzünlenmiş, ürpermiştim. Vapurlarda, başka yerlerde kendi dilini konuşan cemaatlere, “Vatandaş Türkçe konuş” uyarısı yapılırdı. Ne olurdu o zaman? Türkiye esenliğe mi çıkardı? Asla! * * * SANATIN, sanatçının özgürlüğünü, siyasal açmazlarla yok etmeyin.