BİLDİĞİMİZ kalıpları kıran ama bunu sadece biçimsel bir amaçla yapmayan, zengin bir içerikle de bunu besleyen sanatçılar benim ilgimi çekmişlerdir.
Hüseyin Çağlayan’ın İstanbul Modern’deki Hüseyin Çağlayan 1994-2010 sergisini gezerken, bazı kavramları yeniden düşünme gereği duydum. Onlara çağdaş anlamlar yüklüyor sanatçı, bazısını bozup yeniden yapıyor, bazısına da bilmediğimiz açıdan bakarak bildiğimize yeni bir yaklaşım sağlıyor. Oya Eczacıbaşı’nın Sunuş’undan bir bölümü okuduğunuzda, yapıtlarına, tasarımlarına bakış açısı konusunda ipuçları elde edebilirsiniz: “Sergi, Hüseyin Çağlayan’ın mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji ve teknolojiden esinlenen çalışmalarından bir seçkiyi içeriyor, sanatçının genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi alanlardaki fikirlerini yansıtıyor. Sıradışı, özgün yaklaşımıyla ‘giyimi felsefeye dönüştüren tasarımcı’ olarak tanımlanan Hüseyin Çağlayan, yenilikçi koleksiyonları ve projeleriyle moda tasarımı ve çağdaş sanat arasındaki sınırları yok ediyor. Küratör Yuko Hasegewa, katalogda yer alan röportajın önsözünde, Hüseyin Çağlayan’ı ‘hem sanata hem de tasarıma ivme veren ve sınırlarını yeniden çizen bir katalizör’ olarak nitelendiriyor. Bir ‘hikâye anlatıcısı’ olarak, çeşitli temalardan oluşan hikâyesini, yenilikçi bakış açısı, yeni teknolojiye yönelik ilerici tavrıyla filmlerindeki ve enstalasyonlarındaki ‘anıtsal giysiler’ ve ‘giyilebilir’ giysilerle anlatıyor.” Çağlayan’ın bir “hikâye anlatıcısı” olarak tanımlanmasını doğru bir saptama olarak kabul ediyorum. Lefkoşa (Kıbrıs), Londra (İngiltere), İstanbul (Türkiye) üçgeni Çağlayan’da bazı kavramlar üzerine düşünme nedeni olmuştur. Özellikle göçmenlik, politik tavır, kültürel kimlik hepimizin üzerinde kafa yorduğu sorunlar. Ancak onun bu kavramları sorgulayışı ve eserlerine ele alışı elbette daha farklı, zira kendi hayatından da yansımaları barındırıyor. Çalışmalarını moda kavramı açısından değerlendirirseniz hataya düşersiniz. Çünkü o bu konudaki önyargıları yıkarak işe başlıyor. * * * KAVRAMLARIN eşliğinde yaratılan çalışmaların dikkati çeken yanı, kullanılan malzemedir. Mezuniyet tasarımından tutun bütün sergilenenler bu malzeme özelliğini yansıtıyor. Panoramik, ünlü Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’ın bir sözünden hareket ederek yapılmıştır. Ne diyor filozof? “Üzerinde konuşulamayanlar hakkında susmak gerekir.” Çağlayan, şöyle notluyor: “Sunumun merkezinde kamuflaj kavramı durur, birey tamamen çevreye karışır, görünüşe göre bu süreçte tüm bireyselliğini kaybeder.” Şefkat Yorgunluğu’nu görün, Sözlerden Sonra’nın önünde durun. Sığınmacının içinde bulunduğu zor durumu algılayın, savaş herkesi aniden evini terk etmeye zorlayabilir. Çağlayan, Kıbrıslı kendi aile üyelerinin durumundan esinlenmiştir. Kaderin Tecellisi, Batı’nın bedeni katı giyim standartlarına sokma eğiliminden arındırır. Bir konuşmasında Hüseyin Çağlayan, sanatsal kimliği konusunda bazı açıklamalarda bulunuyor: “Evet moda tasarımcısı olabilirim ama çalışma biçimimden dolayı daha çok bir moda sanatçısı olduğumu düşünüyorum. Düşüncelerimi beden üzerinden ifade ediyorum, çünkü beden beni gerçekten heyecanlandırıyor. Tüm eylemlerimizin merkezinin beden olduğunu hissediyorum. Her şey bedenin dışsallaştırılması aslında; hepsini dönüp dolaşıp bedene indirgemek mümkün. Dolayısıyla fikirlerin bedenin süzgecinden geçtiklerinde daha canlı olduklarını hissediyorum. Ayrıca beden bu düşünceleri ve yaşamı ileri taşıyor. Ben her zaman fikirlerimin kompozisyonu olan giysileri seviyorum. Giysilerle bir tür ‘mini hayat’ yaratmaya çalışıyorum. Sonra da kullanım ve hareketle bu hayatın ileri taşındığını düşünüyorum.” * * * GİYİM, kıyafet sözünün dar anlamından kendinizi kurtarmak için bu sergiyi gezmeniz gerekiyor.