ESSEN (Almanya) PERŞEMBE akşamı Düsseldorf Havaalanı’na indiğimde, beni gri bir gökyüzü karşıladı. Hazreti İsa’nın göğe yükseliş günüydü. Herkes evinde "ben"le dinin, kutsallıkla ilişkilerini gözden geçiriyordu.
Etrafı yemyeşil caddeden geçerken İstanbul’un karmaşasından uzak bir sükûnetin şaşırtıcı huzurunu yaşıyordum.
Yarı karanlık odalardan sızan ışık, her mekána kutsal bir tapınak görünümü vermişti.
Otelden içeri girer girmez resepsiyondaki görevli güler yüzle sormuştu:
"Essen’e ve otelimize ilk kez mi geliyorsunuz?"
Cevabım bir cümleydi:
"İkinci kez geliyorum, geçen geldiğimde de bu otelde kalmıştım."
Gürültülü şehirlerden sonra Essen’in sessizliği, Yahya Kemal Bayatlı’dan ödünç alarak söylersem, "Bir mihnetin sonunda teselli kadar iyi" gelmişti.
Gece sokağa çıktığımda sevgili Adalet Ağaoğlu’nun "Sessizliğin ilk sesini"bile duyamadım.
Gece yarısını geçen bir saatte Nedim’in dizelerini söylemeye başladım:
"Ráh ola hemdemin amma o da hábide gerek."
(Yurtdışındayım, yanlışımı bağışlarsınız.)
"Arkadaşın yol olsun ama o da suskun olsun."
İyi şiir nerede olursanız olun gelip sizi buluyor.
Cuma günü kahvelerde oturanların yüzünde "uhrevi"likten "dünyevi"liğe geçişin izlerini gördüm.
Otel odama çekildiğimde Necip Fazıl Kısakürek’in şiirini anımsamamak mümkün mü?
TRT’de otel odaları adında bir film seyretmiştm. Oteli ev edenlerin öyküsü idi.
Essen’de onu düşündüm.
Buraya niçin geldiğimi açıklama zamanı nihayet geldi.
Dün ve bugün gerçekleştirilen "Göçmenlerin Anadili Sorunu ve Çözüm Önerileri" sempozyumuna katılmak üzere geldim.
Die Gaste’nin 1. kuruluş yıldönümü kapsamında düzenlenen sempozyum, Duisburg-Essen Üniversitesi Essen Yerleşkesi’nde yapıldı.
Sempozyumu ayrı bir yazıda ele alacağım.
* * *
GELELİM, 2010 Kültür Başkenti Essen’in durumuna. Otelimin yanında çok güzel bir tiyatro binası ile filarmoni binası var. Bu ikisi bile, konser salonundan yoksun İstanbul’u düşündüğümde beni hüzünlendiriyor.
Buradaki hazırlıkları kısaca özetlemeli:
Essen’de proje başvuruları Ekim 2007’de sona ermiş. 2 bin 200 projenin 80 tanesi seçilmiş. İstanbul’da hálá projelerin kesinleşmediğini düşündükçe, işimizin ne denli zor olduğunu bir kez daha anlıyorum. Burada kültürel etkinlikleri yapmak için zaten altyapı hazır. O yüzden harcadıkları para daha az. Daha çok etkinliklere yatırım yapılıyor. Ayrılan bütçe toplam 65.5 milyon Euro. Ancak ekonomik kriz burayı da vurmuş. 9 Ocak 2010’da planlanan görkemli açılış, mali kriz nedeniyle daha mütevazı bir törene dönüştürülecek.
Aynı yıl kültür başkenti olan İstanbul’un buralarda adını anan pek yok. Bir televizyon kanalının yaptığı araştırmaya göre 100 Alman’dan sadece biri, İstanbul’un da Essen’le birlikte kültür başkenti olduğunu biliyor. Kentte sohbet ettiğimiz Türk kökenli aydınlar, bu tür tanıtımları İstanbul 2010 komitesinin reddetmesinden yakınıyor. Bütün Ruhr Havzası’nı 1400 dev afişle donatacak, sadece 30 bin Euro’luk proje bile reddedilmiş.
İstanbul’un görünürlüğünü artırmak için kısa sürede bir şeyler yapmak lazım. Burada başkonsolosluk kendi imkánlarıyla çeşitli etkinlikler yaparak İstanbul 2010’u duyurmaya çalışıyor. Essen Üniversitesi’nde açılan İstanbul resimleri sergisi, 12 Haziran’a kadar açık kalacak. Özellikle Essen Filarmoni’de düzenlenecek İstanbul Şarkıları konserleri, bu açığı bir nebze olsun kapatacak gibi görünüyor.
* * *
FARKINDAYIM, bu yazı biraz karmaşık ve çapraşık oldu. Ne var ki insan yurtdışında çok şeyi birden yaşamak ve yazmak istiyor. İstanbul’dan Essen’e gelince içine büründüğüm göçmenliğe dair ruh halinin de bunda payı büyük.