Paylaş
ANKARA’DAKİ katliamın dehşetini okudukça, gördükçe sadece
“Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak...” mısraını mırıldanabildim...
Ankara’yı özel kılan bu sözlere ne demeli:
“Ankara Ankara güzel Ankara
Seni görmek ister her bahtı kara”.
Artık hangi bahtı kara görmek ister Ankara’yı bilemiyorum...
Bayramlarda, özel günlerde Atatürk’ün Anıtkabir’ine gidenler, Ankara’da yaşayanlar bu dehşeti belleklerinden silebilecekler mi?
Televizyondaki görüntülere, gazetelerdeki fotoğraflara baktıkça, bunu yapanların en büyük insanlık suçu saydığım, “Umut katilleri” olduğunu haykırmalıyız.
Ankara Garı’nın bizim siyasal tarihimizdeki yerini, o kentin tarihini bilenler ya da belli kuşaktakiler, Cumhuriyet’in simgesi olduğunu anımsarlar. Şimdi terörün kanlı elleriyle kirlettiği, lanetli mekânı olarak anılacak.
Öldürülen gençleri görünce, geride kalanların devlete karşı duydukları hüsranı hayal bile edemiyorum.
Barış için başkente gidenlerin hain bir saldırı sonrası ölümle buluşması ne korkunç bir çelişki! Tek kelimeyle, kahredici bir suçun masum kurbanları...
Bir ülkenin barışla dolu yarınları için Ankara’ya giden genç kuşaktan onlarca insan, umut yok edildi! Bu umudu yok etmeye çalışanların insanlık tarihinin yüz karası olduklarını onlara kimse söylemedi mi?
* * *
BU genç yüzler Ahmet Oktay’ın bir şiirini zihnime getirdi: “Her yüz bir öykü yazar”. Bu yüzleri sadece bir fotoğrafta görsem, yaşama sevincinin eşsiz görüntüsü derdim. Genç yüzler, artık ihtiyarlamayacak, fotoğraf albümlerimizde o halleriyle kalacaklar. Anna Seghers kitaba ne ad vermişti: “Ölüler Genç Kalır”.
Siyaset tarihini çok bilmesem de edebiyat tarihi, sanat tarihi bir bütünlük, tarihi perspektif içinde ele alınır. Terör de bu yöntemle anlaşılabilir ancak. Herkes günlerdir aynı soruyu sordu kendi kendine: “Nereye gidiyoruz?”
Yanıtını önce siyasetçiler, devlet adamları verecek. Eğer bu soru akıllarına geliyorsa tabii.
Hangi ideoloji, hangi ideal adına olursa olsun, cinayetleri, öldürmeleri lanetliyorum. Çünkü benim için insanın hayatı en büyük değerdir!
Yazıyı yazar arkadaşım Münir Göker’in bana gönderdiği Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiiriyle noktalıyorum:
Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Dağlarda iğrençsin.
Sen ölüm,
Birinin adı silinir de,
Adın geçer ancak.
Sen ölüm,
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak.
Sen ölüm,
Ülkelerde kötüsün ya
Ülkelerarası daha çirkinsin.
Sen ölüm,
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki,
Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir?
Paylaş