Mehmet Yaşin’in gezi yazıları zaman zaman bende oraya gitme tutkusunu ateşler, gene vaz geçerim, çünkü öylesine güzel anlatmıştır ki, gittiğimde bunları bulamam ve hüsrana uğrarım.
Yaşin, gezi yazılarını topladığı Uzak/Name’de gittiği yeri bütüncül bir anlayışla sunuyor bize.
Şehrin hem sokaklarını, hem insanlarını, hem tarihini, hem de neşesini buluyorum onun yazılarında.
Yazarların kadir kıymet bilenine sevgim sonsuzdur. Mehmet YaşinDünyayı Bulan Gezginler başlığı altında ustalarına bir selam gönderiyor.
Yaşin’in kaç kilometre kat ettiğini bilmiyorum ama İbni Battuta’nın 30 yılda 120 bin kilometre yol kat ettiğini yazmış. Bu hızlı çağda, ileriki kitaplarda ondan belki de gezi rekortmeni diye söz edebilirler.
Selim İleri de, Mehmet Yaşin ‘buralara’ uğradı adını taşıyan Önsöz’de, kitaplar aracılığıyla geziye çıkmanın tadını anlatıyıyor:
‘Mehmet Yaşin’in gezip gördüğü, sıcak, yakın, Türkçe’ye gönül vermiş bir anlatımla dile getirdiği yerler uçsuz bucaksız. Onları yeniden okudukça, pek çok geziye çıkacağım...’
Yaşin, ‘bize uzak, alışılmadık yaşamları merak eder’ ama bir haftadan fazla dayanamaz.
Bin dilden konuşan adam, Frankfurt Kitap Fuarı’nın çok beğendiğim tasviridir.
Romanlardaki Kentler’de, edebiyatla gezmenin, roman kahramanlarıyla bir mekánda özdeşleşmenin güzelliğini salık veriyor. Gerçekten de gezi yazıları onda böylece edebi lezzet kazanıyor.
Otel konusundaki düşüncesine öyle katılıyorum ki:
‘Ama her şeye rağmen otelleri severim. Oteller kaybolduğum sığınaklardır. Oradaki yalnızlığı ve hüznü severim.’
Ben de otellerde aynı yalnızlığı yaşarım, yabancılaşmanın abes tadını çıkarırım.
Mehmet Yaşin’in gezi yazılarında, gezilen yerler kadar, gezi yazarımızın duygularını, alışkanlıklarını, tutkularını ve içten içe hep kendini sezdiren yalnız gezerliğini fark ediyorsunuz. Bana bu gezi yazılarını sevdiren öğelerin başında bu geliyor.
Gizemli İskenderiye’desevdiğim yazılar, şehirle edebiyat onun kaleminde birlikte var oluyorlar.
Okur, soğuklarda donduktan, sıcaklarda yandıktan sonra birden, Yaşasın Akdeniz’le kendine geliyor, bildik iklimlerde geziyor.
Kitaplarla gezmek ve kitaplarda gezmek; Mehmet Yaşin rehberiniz olsun, zevkli bir dünya turuna çıkın.
Uzak/Name
Mehmet Yaşin
Doğan kitap
Kentleri yürüyerek gezin
Yürüyerek yapılan gezilerde, kentlerin daha iyi tanındığına inanıyorum. Binaları daha yakından görüyor, gündelik yaşama ait bilgilere daha çabuk ulaşıyorum. Dinlenmek için oturduğum kahvelerde kurduğum dostluklar, birçok bakımdan işime yarıyor. Örneğin, Barcelona’da arka sokaklarda bir kahvede oturuyordum. Yanımdaki masada oturan kır saçlı adam sigarasını yakmak için kibrit istedi. ‘Yok’ dedim, ‘sigarayı terk ettim’. Neden terk ettim, niçin terk ettim, sağlığım nasıl?.. Bu sorular bir dostluğun ilk temel taşı oldu. Kahveden beraberce çıktık. Yine yürüyerek, ünlü mimar Gaudi’nin yaptığı Sagrada Familia Kilisesi’ne ve Guell Parkı’na gittik. Daha sonra arka sokaklara dalıp, hiçbir tanıtım kitabında yer almayan küçük lokantalarda, gerçek İspanyol yemekleri yedik.
Bir kibrit sayesinde, kaldığım dört gün boyunca kenti en ücra köşelerine kadar gezmiş, hiçbir kitapta yer almayan yerleri görmüş, ayrıca bir İspanyol dost edinmiştim.
Yürüyüp de yorulmasaydım, o kahveye oturmayacak, Miguel’i tanımayacaktım.
Ünlü yazar Hermann Hesse de, gezilerinde hep yürümeyi tercih ettiğini belirtir ve şunları söyler:
‘Pazardaki ve sokaktaki yaşam, güneşin dansı, topraktaki ve sokaktaki gölgeler, bir ağacın gökyüzüne uzanan ucu, bir hayvanın sesi ve hareketi, insanların yürüyüşü ve davranışı. Sokakların kalabalığı... İç dünyasında bunları aramadan, yaşamın kaçış yollarını sorgulamadan seyahate çıkan insan, geriye bomboş döner...’
Kahire’den henüz aydınlanmamış serin bir sabah vakti yola çıktım. Onca yolu kat edip, gece geri döneceğimi biliyordum. Sahrayı yaran yola vardığımda, beyaz bir sisin içinde buldum kendimi. Artık görmeden gidiyordum. Gözü gören ama göremeyen bir kör gibi.
Hedefimde İskenderiye vardı. Lawrence Durrell öylesine etkilemişti ki beni, kente bu kadar yaklaşmışken görmeden dönemezdim. Siste beyaz bir körlüğün içinde gidiyordum, ama düşüncelerimde her şey berraktı. Cecil Oteli’nin karanlık holündeki boy aynasında, Justine’i göreceğimden çok emindim. Tutkularıyla kabına sığmayan, ilişkileri İskenderiye kadar gizemli olan Yahudi güzelinin hayalinin, o aynada beni beklediğini biliyordum.
Durrell, İskenderiye Dörtlüsü’nün ilk kitabı Justine’in önsözünde şöyle yazmıştı:
‘Roman kahramanlarının, yaşayan insanlarla benzerlikleri yoktur. Onlar hayal mahsulüdür. Sadece kent gerçektir.’
TÜRK EDEBİYATINDAN GEZİ YAZILARI
Alpay Kabacalı’nın hazırladığı Yedi Deniz Beş Bucak’ta, Türk edebiyatındaki gezi yazılarından bir seçki okuyacaksınız.
Kitabın bölüm başlıkları şöyle:
Gezginlerimizin Piri Evliya Çelebi, Osmanlı Gezginleri, Cumhuriyet Dönemi Gezi Edebiyatı, Anadolu’yu tanımak, Dünyaya açılmak.
Seçkideki parçaları okurken, gezi edebiyatının niteliği üzerine bilgileniyorsunuz, tür üzerine düşünüyorsunuz. Asıl önemlisi, Türk yazarlarının Anadolu’ya ve dışarıya açılırken değerlendirme ölçütlerini burada buluyorsunuz.
Özellikle genç kuşak okurların, Anadolu’yu Tanımak bölümünde edebiyatçılarımızın bu coğrafyaya odaklanmasını dilerim. Çünkü burada yer alan yazılar, edebiyatçılarımızın, cumhuriyetten önce tanımadıkları bir coğrafyaya bakışlarını yansıtması açısından önemli.
Alpay Kabacalı’nın Yedi Deniz Beş Bucak seçkisinde 60 yazarın belki de en iyi gezi yazılarını bulacaksınız.
Yedi Deniz Beş Bucak
Alpay Kabacalı
Dünya Kitap.
BİR ŞİİR YILLIĞI
Veysel Çolak’ın hazırladığı 2003 Şiir Yıllığı, şiir ve şair üzerine, genel geçer kuralların değişmesini, yenilenmesini isteyen bir yazı tavrını yansıtıyor.
Bir şairin bir yılın şiirine bakışı, çoğu zaman hiç kuşkusuz şiirinin izdüşümlerini taşır.
Çolak’ın uzun bir yılın dökümü üzerine yargılarını da bu açıdan değerlendirmeliyiz.
Şiir üzerine şairlerin yazmalarını, onların bu yanlarını güçlendirmesini istiyor. Ben bir itirazla katılıyorum, şairlerin Behçet Necatigil gibi, Cemal Süreya gibi şiir üzerine yazmalarını isterim, onlar sadece kendi şiirlerini açıklamamışlar, sadece kendi şiirlerinin o dar penceresinden bakmamışlardır. Ayrıca, başka şairler de ondan yararlanabilir.
Melih Cevdet Anday’ı, Hilmi Yavuz’u da bunlara katmak gerekir, unuttuklarımızın bağışlanmasını isteyerek.
Dergilerde kadrolaşma sorununu ben, belli bir anlayışın, kalitede anlaşmanın özelliği olarak görebilirim.
Çolak’ın dergi sınıflandırmalarına katılmasam da, bir yargısındaki gerçek payının çok olduğu kanısındayım:
‘Dergiler 2003 yılında şiiri, şirin geleceğini sorun edip aranışlara girmediler, yönlenen olmakla yetindiler daha çok. Gelen şiirleri, yazıları düzenleyerek sundular okuyucuya. Türk edebiyatında pek olmayan editörlük kurumu tamamen işlevsiz bir hal aldı denebilir.’
Bunun nedenini sadece editörlük kurumunda aramamalı, şairlere de yöneltmeli bu eleştirileri.
Veysel Çolak’ın 2003 Şiir Yıllığı’ndaki bazı düşüncelerine benim gibi katılmayabilirsiniz, ama tartışmaya değer olduğunu söyleyebilirim.
Farklı adları da burada bulabilirsiniz.
2003 Şiir Yıllığı
Hazırlayan: Veysel Çolak
Agora Yayıncılık
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Dicle’nin SesiMehmed Uzun Gendaş
Dökülen Hayatlar Ann-Marie MacDonald İnkıláp
Gece RüzgarlarıSevinç Çokum Ötüken
SimurgHüseyin Ferhad Ekin
İstanbul’un Fethi Olayı Feridun M. Emecen Kitabevi