Paylaş
Yaşmut, Galatasaray Lisesi’nde okurken, dışarıya çıktıklarında İnci Pastanesi’nden profiterol yermiş.
Galiba kentli olmayı öğrendik...
Galiba kentli bilincinin ne demek olduğunu algılıyoruz... Hayatımız içinde var olan, anılarımızı süsleyen mekânları korumayı, kentli olmanın gerekleri arasında saymayı öğrendik.
İstiklal Caddesi’ndeki İnci Pastanesi’nin tahliyesine, birçok İstanbullu karşı çıkmış, protesto etmiş, terk etmeme eylemini desteklemişlerdi. Öyle ki aralarında profiterol yemeyenler de vardı. Zira İnci Pastanesi’nin neyi simgelediğinin idrakindeydiler.
Yıllardır gittiğim Avrupa şehirlerinde, kentlerde eski binaların, tanınmış mekânların yerinde durduğunu görürüm. Bizde her zaman yenilenme beraberinde bir yıkımı getirir. Adeta bellek silmeye sürükler bizi.
Yavaş yavaş kentli bilinci kazandığımızdan medya da şehrin tarihini, dokusunu bozan girişimlere karşı duruyor ve bu durumu da sayfalardan, ekranlardan yansıtıyor.
Pastane kültürünün simgelerinden biriydi orası, saatlerce oturacağınız bir yer değildi. Sinemaya, tiyatroya gitmeden önce ayaküstü bir şeyler yiyeceğiniz bir yerdi.
Tezgâhın önünde birkaç masa ve iskemle bulunurdu. Tuzlular, tatlılar da vardı ama çoğunluk oraya profiterol yemek için gelirdi. Camekânın üstünde yan yana dizilmiş tabaklarda profiteroller müşteriye hızla sunulurdu. Hızlıca yenir, sinemaya yetişilirdi.
Tezgâhın altındaki kocaman buzdolabında profiterol hamurlarını görürdüm, yanlarında da çikolata sosu olurdu. Ben profiterolden çok jelatine sarılı ayva peltesini alırdım, arada bir de paskalya çöreği.
Bir pastane, bir lokanta, bir kitapçı, bulunduğu muhitin, sokağın, caddenin tarihini kuşaktan kuşağa devreder.
Kültür ve yaşama biçiminin sürekliliğinde bu unsurlar da gizlidir.
ŞİMDİ gösterdiğimiz tepkiyi, keşke önceki yıllarda da gösterseydik.
Bir edebiyat kuşağının oturduğu, konuştuğu, tartıştığı Baylan da yerle bir oldu, diğer pastanelerin de yerinde yeller esiyor.
Onlar sadece bir mekân değildi, bir yeme-içme kültürünün de simgesiydiler. Pastalarıyla, kurabiyeleriyle... Her birine ayrı bir pasta, ayrı bir kek için gidilirdi.
Yer değiştirerek İnci’yi açsanız, yazık ki eski havasını asla bulamazsınız.
İnci Pastanesi’nin yıkılması, bizi bu konularda başka önlemler almaya da götürmeli.
Bir gökdelenler, alışveriş merkezleri başkenti olan İstanbul bu binalar yıkıldıkça, eski kurumlar kayboldukça kimliğini kaybediyor. İstanbul’un en önemli kimliği edebiyatın, sanatın içine sinen yönleriyle vardır. Bugün adeta yıkma yarışına girilen eski binalar, kurumlar o edebiyat eserlerinin en önemli mekânlarıdır!
Ben belediyeci olsam, yeni yapılan binaların önüne, içine bu mekânları yaşatacak yerler yaptırırm.
Cağaloğlu’nda eski İstanbul Reklam bugünkü Garanti Bankası binasının önündeki çeşme, modern bir mimariyle eski eserlerin nasıl bağdaştığının örneğidir.
Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan yeni binalar değil, yıllar, yüzyıllar öncesinden kalan hanlar, apartmanlardır. Beyoğlu kozmopolitliğini kaybettiği anda, özelliğini kaybeder.
Yavaş yavaş bu rengi solduruyoruz diyeceğim ama son yıllarda dörtnala koşuyoruz.
Beyoğlu’ndaki her mekânı açgözlü bir yaklaşımla yeniliyoruz, güzelleştiriyoruz diyenlerin nasıl bir estetik anlayışla yaklaştıkları ortada. Temelinde ticari hesaplar yatıyor. Bu insanlara, buraları verilmemeli! Emek Sineması’nın durumunu anımsatmaya gerek var mı?
Eski Şehir Tiyatroları’nın Komedi ve Dram binalarını yeniden yapmayarak, geçmişin kültürünü yaşatma gibi bir amacımız olmadığını yıllardır gösteriyoruz aslında. Yani kimse kimseyi kandırmasın.
MUHAFAZAKÂR kültürün içinde en önemli madde, eskiyi korumak ve yaşatmaktır. Ne yazık ki kavramları bile çelişkili anlıyoruz.
Paylaş