Paylaş
Beyoğlu’na çıkıp İstiklal Caddesi’nde yürürken, tarihin plakçı çarşısında dolaşırmışım gibi gelir bana.
Eski yıllarda, Tünel’den aşağıya inerken çeşitli dillerde plakları bulabilirdiniz.
Geçen hafta iki ayrı müziğin CD’lerini dinledim.
Biri Renan Koen’in Kayıp İzler Gizli Anılar (1) başlığını taşıyor.
Diğeri de Anma-Ermeni bestecilerinin piyano eserleri (2).
Gerek buraya göç eden, burada yaşayan Museviler gerek Ermeniler, kendi seslerini İstanbul’da yankılandırdıkları gibi, Türk müziğine icracı ve besteci olarak da önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Kayıp İzler Gizli Anılar’ın başındaki Karen Şarhan’ın Judeo-İspanyol Dilinin Yolculuğu yazısında bu dil ve kültür hakkında bilgi veriyor:
“Judeo-Espanyol ya da Ladino adı verilen dil, 1492 yılında İspanyol Engizisyonu’ndan kaçıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Yahudilerin konuştuğu dildir. Temelini 15. yüzyıl İspanyolcasından alan bu dil, aslen bir Osmanlı dilidir, sadece imparatorluğun sınırları içinde yaşayan Yahudiler tarafından konuşulmuştur.”
Müzik her zaman bireyler ve toplumlar arasında bir köprü oluşturur, çok farklı kültürlere sahip toplumlar arasında bile bir ortak zemin yaratır. Türk-Sefarad müziği de işte böyle bir müziktir.
Değerli müzik insanı Ali Darmar’ın Müzikal Önsöz’ü de, CD’nin biricikliğini vurgulamaktadır:
“1492’den başlayıp günümüze değin uzanan bir yolculuk...
Her durakta oluşan kültür birikimi ve bileşimleriyle gelişmiş bir sentez.
Bu sentezin üzerine besteci Renan Koen’in başarılı müzikal formasyonu da eklenince yeni bir sentez ürünü doğmuş. Çok başarılı, enteresan, dinleyicinin ilgisini devamlı olarak ayakta tutan bir eser.”
Renan Koen’in çalışmaları, bu topraklarda söylenen ve çalınan müziğin, buradaki bütün müzikal sesleri birbiriyle buluşturduğu kanısını güçlendirmektedir.
Ailemin Hikâyesi’nde bir göçün bütün tarihini okuyabilirsiniz.
O yazıda besteci, “Hayran olduğum Sefarad şarkıları ve Sefarad sinagog ilahilerini, otantizmini hiç bozmadan, solo piyano için, kimini ses ve oda müziği topluluğu için besteledim” diyor.
İstanbul’un ses tarihinden başarılı bir albüm.
ANMA-İLK ERMENİ BESTECİLERİNİN PİYANO PARÇALARI
ALBÜMÜN başında, Şahan Arzruni yazısında, Ermeni müzikçilerin yaşamını, bestecilikteki yerlerini inceliyor.
CD’yi aldığınızda önce bu yazıyı okumalısınız, birçok Ermeni bestecinin Türkiye’de yetiştiğini, Batı’da kendini geliştirdiğini öğreneceksiniz.
Daha önemlisi, eski kuşaktan birçok kimse, Leblebici Horhor Ağa operetini hatırlayacaklardır.
Bir anımsatmada bulunalım, Dikran Çuhacıyan’ın 1875’te beslediği opereti ona uluslararası ün de kazandırdı.
1897’de Londra’daki Shaftesbury Tiyatrosu’nda sahnelendi.
1934’te çektiği Leblebici Horhor Ağa filmi, Muhsin Ertuğrul’a İkinci Uluslararası Venedik Film Festivali’nde ödül kazandırdı.
Yazarın bir tespitini yazayım:
“Klasik Batı müziği, kadim Ermeni müziği geleneğine yabancıdır. Avrupa müziği kent yaşamının bir yansımasıdır; Ermeni müziği ise topraktan kaynaklanır. Ermeni halk müziği tarlalarda gelişti.”
Şahan Arzruni, CD’nin özelliği konusunda bilgi verdikten sonra yazısını şöyle noktalıyor:
“Ermeni müziğine yeniden hayat üfleyecek bir dâhiye ihtiyaç vardı.
Bu dâhi Gomidas’tı.”
* * *
YAŞADIĞIMIZ ülkenin, özellikle İstanbul’un ses zenginliğini bu CD’lerden dinleyin.
1., 2. CD de Kalan’dan çıktı.
Paylaş