Onların yazılarında, şiirlerinde, kuru bir tarihi bilgi, dönemin insanlarına ait bilgiler, tanımlar birden etkileyici bir edebiyat şaheserine dönüşebilir.
O zamanı, o dönemi tanıdıkça, şehri, insanları daha çok seversiniz.
Alpay Kabacalı’nın hazırladığı Tarihin Aynasında İstanbul Hayatı, ünlü yazarların yapıtlarından seçmelerle, bize İstanbul’u yeniden sevdiriyor.
Kitabın başında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın iki dizesi yer alıyor:
"Eski İstanbul anılardan eski
Göresin usul usul gez ki."
Alpay Kabacalı, Önsöz’de kitabının özelliğine değiniyor: "Elinizdeki kitap, alıntılarla oluşturulmuştur ve tarih içerisindeki İstanbul’un yaşam biçimini geniş bir perspektiften yansıtmayı amaçlamaktadır: Bir yanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezindeki kentte yer alan ve yönetimin merkezi olan sarayların gelenek ve görenekleri, başka bir deyişle saray hayatı. Öte yanda, İstanbul halkının günlük hayatı..."
Kitaptaki konu başlıkları, İstanbul’un çeşitli yönlerini fazlasıyla ortaya koyuyor. Kitapta neleri okuyacaksınız?
Eski İstanbul semtlerinin şiiri, geçmiş zaman mahalleleri, 18. ve 19. asırda Boğaziçi köşk ve kasırları, yalılar, Galata ve insanları, İstanbul’da aile hayatı, mahalle hayatı, evlilikler, doğum ve gelenekler, çocuk oyunları, okul ve okula başlama merasimleri, konaklarda hayat, hamamlar, meyhaneler, erkek ve kadın giyimleri, tramvaylar, arabalar, kayıklar, bisikletler, çalgılı kahveler, meşhur Direklerarası, Karagöz, eski bayramlar, ramazanlar, eğlenceler ve cambazlar, Káğıthane álemleri, spor, kimi gelenek ve ádetler...
Kitap İstanbul’da olan biten ve kayda geçirilmiş, bir yazar tarafından kaleme alınmış, anlatılmış ne varsa hepsini bir arada bize veriyor. Kimini ünlü bir edebiyatçının kaleminden, kimini de ünlü bir tarihçinin araştırmasından aktarıyor.
Günlük hayat, yalnız halkın değil, bütün bir imparatorluğun yaşam biçiminin panoramasını verir.
Fotoğraflar, tablolar, yazıya görsel zenginlik de katıyor.
İstanbul gibi şehirlerde, her sokağın bir öyküsü, her binanın gerek mimarlık, gerek yerleşim açısından tarihi vardır.
Asaf Hálet Çelebi’nin kaleme aldığı Eski İstanbul Semtlerinin Şiiri’ni okuyunca, siz de her sokaktan geçişinizde belleğinizdeki dizeleri anımsayacaksınız, edebiyatın merceğinden bakacaksınız o mahalleye, sokağa. Mahalle ve mahalleli kaldı mı? Eski İstanbul’un bazı semtlerinde yaşıyor, mahalle ve mahalleli kavramları. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Geçmiş Zaman Mahalleleri yazısında, öyle bir mahallede yaşıyorsanız dünle bugünü karşılaştıracaksınız. Eğer mahalleyi hiç gözlemlemedinizse, geçmişten bir kesiti okuyacaksınız. Sermet Muhtar Alus’un Galata ve İnsanları’nda dünkü Galata’dan bugüne kalanlar, o dönemin hálá yaşayan uzantılarını bulabilirsiniz. Eğlence dünyasının kadınlarını, adamlarını gördüğünüzde, değişenle değişmeyeni fark edeceksiniz. Raphaela Lewis’in Aile Hayatı yazısı kadar, aile fotoğrafları da, hayatımıza dair ipuçlarını veriyor. Ahşap konakların kapısındaki eşler, aile tarihini anlatıyor.
Bir şehrin yaşama biçiminden, bugüne birçok alışkanlıklar kalmıştır. Değişmeler, duvar resimleri gibidir, kazıdıkça altından eski alışkanılıklar, gelenekler ortaya çıkar. İstanbul’u iyi edebi metinlerden tanımanızı sağlayacak iyi bir derleme.
KİTAPTAN
İstanbul çocuklarının oyunları
Eskiden İstanbul’da alay alay mahalle çocukları cami avlularında, yangın yerlerinde, mezarlık tarlalarında, mahalle aralarında körebe, esir almaca, topaç çevirme, pilav pişti, çıplak yavrum, kapamazsın, uzun eşek, adım atlama, uçurtma uçurma, birdir bir, aşık atma, tahterevalli, seke seke ben geldim, saklambaç, ceviz açma, yazı mı tura mı isimleriyle anılan oyunları oynarlar, kış aylarında yokuşlarda kızak kayarlar, birbirlerini kar topları ile topa tutarlar, ilkbaharda yumurta tokuştururlar, tulumba sandığı kaldırıp yangın taklidi yaparlardı. Kuş geçimi mevsiminde ökse ve kapanca denilen tuzaklarla kuş tutarlardı. Bu oyunlardan başka tehlikeli bir oyun daha vardır ki, bir mahalle çocukları ile diğer mahalle çocuklarının taş savaşı etmeleri idi. Bu oyun bir muharebe halini alırdı. Oyunlarda ortaya çıkan anlaşmazlıklarda uyuşmazlarsa perşembe günü öğleden sonraya karar verirler; buna karar veren takımın ilbaşı iki çocuğu hasım tarafa gönderip resmen davet ederdi. Kararlaştırdıkları saatte meydan çocuklarla dolar, iki taraf birbirlerine saldırır, yağmur gibi taş yağdırırlardı. Bu çatışma akşama kadar sürerdi. Bir taraf zaferi kazanamamışsa akşam anlaşmaya varırlar, her iki taraf birbirlerinden alıp nöbetçi dikerek sokaklarda hapsettikleri esirleri geceyi evlerinde geçirmek üzere serbest bırakırlardı. Ama ikinci gün bu esirler yerlerine gelmeye mecburdular. Evlerde camlar kırılır, kadınlar avazları çıktığı kadar haykırırlardı... Sonunda bir tarafta yenilgi başgösterir, yenilenlerden her biri kaçardı. Kazananlar oyunun merkezini ele geçirirlerdi.(Balıkhane Názırı Ali Rıza Bey, İstanbul Hayatı)
ESKİMEYEN ŞEHİR İSTANBUL
İSTANBUL eskimiyor, çünkü güzelliklerini, bozulmaya rağmen kaybetmiyor.
Her şehir değişir, elbet İstanbul da değişti.
Eskimeyen İstanbul kitabının başında Dr. Kadir Topbaş’ın, Nevzat Bayhan’ın sunu yazıları var.
İstanbul... Tarihin Ulu Kapısı yazısını okuduktan sonra sayfaları çevirmeye başlayın. İstanbul’un tarihinde kısa bir gezintiye çıkacaksınız.
Çalışmanın özelliği şu: İstanbul’un camilerinin, sebillerinin, semtlerinin, mezarlıklarının, saraylarının kısacası bir şekilde simgesi veya anıtlarının tarihi. Bundan yaklaşık iki yüz yıl öncesinden bugüne, belgeleriyle.
Ancak görsel açıdan bir karşılaştırma, İstanbul’un adını andığımız yerlerin mukayeseli tarihini veriyor.
Yazıların başlangıcında o anlatılanın gravürü var, ince saydam bir sayfada 19. yüzyılın ortalarında veya sonlarında çekilmiş bir fotoğrafı, en sonda da bugünkü fotoğrafı.
Dönemin ünlü kartpostal fotoğrafçılarının çektiği fotoğrafların bulunduğu saydam sayfa, o ilk fotoğrafla aynı açıdan çekilmiş bugünkü fotoğraf üst üste getirildiği zaman, söz konusu anıtlardaki değişikliğin veya değişmemişliğin güzelliğini görüyorsunuz.
Bu tarihi okurken, bu görsel malzeme dünle bugünü gravür, fotoğraf sanatı aracılığıyla tanıtacak. Kitap iki dilde yazılmış, Türkçe ve İngilizce. Her kitaplıkta bulunması gereken güzel bir İstanbul tarihi kitabı.
KİTAPTAN
Firavun Thutmosis’in dikilitaşı
Atmeydanı’ndan, günümüze kadar gelebilen eserlerin en önemlilerinden olan Dikilitaş, 2700 yıllık İstanbul’dan bile daha eski bir yapıdır. Dikilitaş’ın MÖ 1450’li yıllarda Mısır firavunlarından III. Thutmosis’in Asya’da kazandığı zaferlerin anısına Amon-Ra Tapınağı’nın önüne diktirdiği bilinmektedir. Hipodrom’u süslemek üzere İstanbul’a getirilen Dikilitaş’ın, I. Constantinus tarafından yerinden indirildiği, oğlu II. Constantinus tarafından İskenderiye’ye kadar getirildiği, daha sonra İmparator Julianus’un emriyle, İskenderiyelilere, taşın taşınması amacıyla özel bir gemi yaptırıldığı bilinmekte ise de, taşın tam olarak ne zaman ve kim tarafından İstanbul’a getirildiği ve asıl taşındığı bilinmemektedir. Son olarak I. Theodossius zamanında, M.S. 390 yılında Hipodrom’un ortasındaki "Spina" denen duvarın üzerine bugünkü bulunduğu yere yerleştirilmiştir.
Dikilitaş, 19,6 metre yüksekliğinde olup, pembe granitten yekpare yapılmıştır. Kaidesiyle birlikte 24,87 metre yüksekliğinde olan anıtın bugün yaklaşık altı metrelik bir parçası eksiktir. Eksik parçanın nedeni bilinmemektedir. Dört yüzünde kabartmalar bulunan altı metre yüksekliğinde mermer bir kaidenin üstünde yer alan Dikilitaş dört tane tunç takoza oturtulmuştur.
Dikilitaş üzerindeki hiyerogliflerde Thutmosis’in zaferleri anlatılır. Anıtın dört yüzünde de devamlı olarak Mısır tanrılarından Amon-Ra ve Horus anılır ve Thutmosis’in yüceliğinden söz eder. Dikilitaş’ın tepesinde bulunan ve dünyayı simgeleyen tunç küre 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha da yerine konulmamıştır. (Eskimeyen İstanbul)