Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirleriyle, romanlarıyla, edebiyat tarihiyle Türk edebiyatının efsane adlarının başında gelir.
Efsaneyi yaratan kitaplarından biri de,belki en önde geleni, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’dir.
Sıradan, kendinden öncekilerin gerek biçim gerek içerik yönünden daha farklı bir şekilde yazılmış bir edebiyat tarihidir.
Yayıma hazırlayan Abdullah Uçman’ın Kitap Üzerine Birkaç Söz’de, kitabın niteliği üzerine saptaması; hem kitabın özgünlüğünü, hem de farkını ortaya koymaktadır. Sanırım okurun bakış açısını, yaklaşımını yönlendirmede faydalı bir giriştir bu: "...Tanpınar eserini tamamen kendine özgü bir bakış açısı ve üslûpla kaleme almıştır. Biyografik mahiyette kuru bir bilgi veya belge yığınından ziyade, edebi eserle devir ve o eseri ortaya koyan şahsiyet arasındaki ilişki göz önünde tutularak incelenen şahsiyetlerin devrin siyasi, edebi ve estetik açıdan da değerlendirildiği kitabın hemen her satırında Tanpınar’ın ilmi olmaktan çok sanatkárane yorumları ve üslûbu dikkati çekmektedir."
1949 yılında ilk baskısı yapılan bu edebiyat tarihi, alışılagelmiş edebiyat tarihlerinde bireysel anlayışın, üstün, ancak bir birikimin sonucunda kazanılan öznel zevkin değerlendirmede, okumada ve okutmadaki önemini göstermiştir.
Edebiyat tarihlerinin durağanlığı, okurun orada sözü edilen kişilere ve metinlere yönlenmelerini önlemiştir.
İkinci Baskının Önsözü’nde Tanpınar son cümlesinde, her okuduğunu kabul eden okur, öğrenci yerine her okuduğunu tartışan bir okurun varlığını arzulamaktadır: "Dikkatlerimiz bazı meselelerin münakaşa sahasına girmesine yardım ederse, kitap, bizce, vazifesini yapmış olur."
Kuşkum yok ki, yayımlandığı tarihten itibaren de yazarın isteği doğrultusundaki özelliğini korumaktadır.
Abdullah Uçman, yayıma hazırlarken yanlışları düzeltmiş, eksikleri gidermiş, öğretmenlerin, öğrencilerin, meraklı okurların, sorabilecekleri soruların karşılığını vermiştir.
Uçman’ın Kitap Üzerine Birkaç Söz’ünde, yayıma hazırlarken kitapta yaptıklarını okursanız, editörlüğün ne demek olduğu konusunda da bir fikre sahip olursunuz.
Kişilerden, dönemlerden önce ve öte, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ndeki 19. Asırda Garplılaşma Hareketi: 1826-1839 ile 1839’dan 1860’a kadar olan bölümlerdir.
Tanpınar’ın divan şiiri ve halk şiiri üzerine yorumları, daha sonraki yenilikçi yargılarının temellendirilmesi konusunda gerekli bir giriştir.
Bir edebiyatçıyı, bir akımı, bir hareketi sadece kendi ekseni çevresinde değil, toplumsal, siyasal ve onu çevreleyen diğer unsurlar içinde anlatmıştır. Romancı, şair bir akademisyenin edebiyat tarihi yazması, benim ilgimi çekiyor. Çünkü yazarlara bakışının uzantısında ben, bir etki alanı aramaya çıkıyorum. Başarı-başarısızlık oranından çok, böyle bir işlemin büyüsü beni çekiyor.
Tanzimat Seneleri’nde, "İstanbul’da başlayan yeni ve israflı hayata" değinir, Cevdet Paşa’nın yazdıklarını örnek göstererek.
İstanbul’da hayatın değişmesi, sayfaları yalnız edebiyat tarihinin değil, belki daha önemlisi, asıl belirleyenin hayat olduğunu gösterir.
Bugün de o Tanpınar’ın gözünden o zamana dair tespitlerine bakarak, dünü bugünle mukayese edersek, Avrupalılaşmanın, genel anlamda Batılılaşmanın içeriye nüfuz edemediğini ancak bir cila özelliği taşıdığı görüşünün geçerliğini göreceğiz. Ben bunu bugün bile geçerli sayıyorum.
Tanzimat’ın macerası nasıl özetlenebilir?
Tanpınar’ın kitabından bir bölümü buraya alacağım:
"Hulása, en ehemmiyetli müesseselerde Tanzimat, ne eskinin tabii bir istihále ile yeni icaplara göre gelişmesini sağlayabilmiş, ne de onu ordu meselesinde olduğu gibi tamamıyla ortadan kaldırabilmişti. Bu suretle milli hayat, hangi tehlikeli mıntıkalara kadar gideceği bilinmeyen bir zihniyet mücadelesine terk edilmiş gibiydi.
Halkta eski zihniyet olduğu gibi devam ediyordu... Satha ait yenilikler şöyle böyle kabul ediliyor, fakat dini geleneğe bağlı zannedilen müesseselere dokunulması istenilmiyordu."
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi üzerine Prof. Dr. Orhan Okay’ın Şiirler, romanlar ve akademik yorgunluklararasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı yazısından bir bölümü de sayfama aldım. Ağustos ayında yayınlanan Toplumbilim dergisi, Ahmet Hamdi Tanpınar Özel sayısında yer alıyordu bu yazı. Dergide yine çok kapsamlı başka yazıları da bulabilirsiniz.
Geçmiş ve gelecekkuşakların bu başucu kitabının yeni baskısını mutlaka okumalısınız.
Türk edebiyatını en önemli yüzyıldan bugüne tanıyabilmek için.
Onun eşliğinde Türk siyasetini, toplumsal çalkantıları da öğrenebilirsiniz.
Efsane sözü gerçekten kullanılabilir, hak ettiği bir övgüdür.
KİTAPTAN
Bir sanatçının edebiyat tarihi (Orhan Okay)
Örnekleri çoğaltmaya gerek yoktur. Eserin hemen her sayfası bazen asıl söylemek istediği gerçeği unutturacak kadar zengin çağrışımlara, şaşırtıcı metaforik dünyalara açılır. Edebiyat tarihçiliğinin bir sanat değil ilim alanı olmasını isteyenler için bu üslûp eserin zaafı gibi telakki edilebilir. Hatta genç araştırmacılara tavsiye edilmesi belki tehlikeli de olabilir. Ama XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni benzerlerinden ayıran ve ona önem kazandıran taraflarından biri de edebiyat araştırmacılığını, tenkitçiliği, yorumculuğu akademik denilen kuru ve soğuk şablondan uzaklaştırması olmasıdır. Edebiyatın her şeyden önce "bir zevk ve haz meselesi" olduğuna, dolayısıyla edebiyat tarihçiliğinin de bu zevk ve hazzın gelişmesine hizmet etmesi gerektiğine inanan bir yazar için daha tabii ne olabilirdi?
Kitap üzerine birkaç söz (Abdullah Uçman)
Eserin önsözünde Avrupa’nın tanınmış edebiyat tarihçilerinden Brunetiere’in türlerin gelişmesi, A. Thibaudet’nin nesiller ve H. Taine’in ırk, zaman ve çevre ile ilgili metotlarından da söz etmekle birlikte, Tanpınar eserini tamamen kendine özgü bir bakış açısı ve üslupla kaleme almıştır. Biyografik mahiyette kuru bir bilgi veya belge yığınından ziyade, edebi eserle devir ve o eseri ortaya koyan şahsiyet arasındaki ilişki göz önünde tutularak incelenen şahsiyetlerin devrin siyasi, edebi ve kültürel havası içinde ele alındığı, eserlerinin edebi ve estetik açıdan da değerlendirildiği kitabın hemen her satırında Tanpınar’ın ilmi olmaktan çok sanatkárane yorumları ve üslubu dikkati çekmektedir.
Kitap, eserin başında yer alan ve edebiyat tarihimizde ilk defa yeni ve farklı bir yorumla divan şiirinin de kendi şartları içinde estetik bir yapısı olduğunu ortaya koyan oldukça geniş giriş kısmından sonra, Lále Devri’nden başlayıp Tanzimat’a kadar uzanan batılılaşma hareketlerinin ele alındığı "Garplılaşma Hareketlerine Umumi Bir Bakış" kısmıyla başlar. "XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Türk Edebiyatı" başlığını taşıyan birinci bölümde, yine değişik yorumlarla bu yüzyılın ilk yarısındaki divan ve halk edebiyatı örnekleri incelenir. Daha sonra ikinci bölüm olarak "Tanzimat Seneleri" gelir; burada önce Tanzimat’ın ilanını takip eden yıllarda değişen hayat şartları, "kalem" adıyla Batıya açılan dairelerle Batıdan giren yeni türler çevresinde devrin siyasi, kültürel ve edebi havası ele alınır. Bu bölümün hemen arkasından "Yeniliğin Üç Büyük Muharriri" başlığı altında Ahmet Cevdet Paşa, Münif Paşa ve özellikle Şinasi üzerinde durulur. Devrin siyasi havasını iyice yansıtabilmek için Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni bir başlık altında gözden geçiren Tanpınar, yine bu kısımda Ali Suavi’yi ele aldıktan sonra "Nevilerin Gelişmesi" başlığı altında gazete ve gazetecilikle şiir, tiyatro, hikáye ve romanla tenkit ve deneme türlerinin kültür ve edebiyat hayatımıza girmesini ve gelişmesini inceler.
Eski edebiyatımız
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
’Eski edebiyatın en şaşırtıcı tarafı lafız ve mana sanatlarının arasında gidip gelen bir şiir telakkisinin emrinde başka dillere ait bütün incelikleri, dilin dehasına yabancı bir nazım sistemi ile beraber bir lezzet vasıtası olarak almasıdır. Her şairin İran veya Arap şiirindeki örneklere göre seçtiği son derece keyfi, kendi varlığıyla hiçbir alakası olmayan bir dil kullanması, müşterek bir lügatin ta Tanzimat’a kadar teşekkül etmemesi, eski şiiri tamamıyla bu oyunların eline verecek, daha doğrusu onu zihni bir oyun, bir nevi hüner haline getirecekti. Arap şiirinde pek az rastlanan, İran şiirinde hiçbir zaman bizimki derecesine yükselmeyen mazmunun eski şiirdeki büyük yeri, bu paradoksa bağlıdır. Mazmun, Müslüman süsleme sanatlarındaki o girift ve tenazurlu şekiller -arabeskler- gibi her tarafı birbirine cevap veren kapalı bir álemdi. Bu kapalı, áleme, her kelime ilkendi hususi manaları ve çağrışımlarıyla gelir, ancak bilmece çözüldüğü zaman gizliden gizliye kurmuş olduğu bu kıyaslarla ve oyunun araya koyduğu psikolojik mesafeden söylemek istediğini söyler yahut çok defa ima ederdi. Eski şiir, asırlar boyunca zevkin seçtiği nadir örnekleriyle değil, bütünüyle göz önünde tutulursa daima bir ’kendinin dışında’ konuşma, hatta kendi dışında yaşama ameliyesi gibi görünür. Pek az edebiyatta konuşan benliğin bu cinsten ve bu kadar ısrarla kendini inkára rastlanır.(...)
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Atilla AtalayKişi Başına Bir Yalnızİletişim
Stefan ZweigMarie AntoinetteCan
Mahfi EğilmezAnitta’nın LanetiRemzi
Haz: Orhan Şaik GökyayDede Korkut HikáyeleriKabalcı