MÜLKİYE Edebiyat Topluluğu ve Feskom, 3-4 Mayıs tarihlerinde Ece Ayhan Günleri düzenledi.
İlk günün ve aynı zamanda genel programın açılışı Arkadaşları Ece’yi Anlatıyor adlı belgesel film ile gerçekleştirildi. Daha sonra iki günlük etkinlik canlı oturumlarla gerçekleşti. İki günlük etkinlikte yer alan konuşmacıları hatırlatmalıyım önce: Mustafa Yuluğ, Güngör Aydın, Lale Müldür, Yücel Kayıran, Prof. Aykut Çelebi, Dr. Erdoğan Kul, Eren Barış, Doğan Hızlan, Tuncer Uçarol, Mustafa Şerif Onaran, Muzaffer İlhan Erdost. Ece Ayhan’ın Türk şiirindeki yeri üzerine konuşuldu. Hiç kuşkusuz İkinci Yeni de gündeme geldi. Türk şiiri içinde, İkinci Yeni çok ilgi çekici değişik bir olgudur. Akım mı desek, bir topluluk mu desek tartışmaları ilk günden beri devam ediyor. Bana sorarsanız, ille de bir tanımını yapmak gerekmiyor. İkinci Yeni’nin en önemli yanı kendinden sonrakiler kadar kendinden öncekileri etkilemesi, şiirlerini değiştirmeleri konusunda onları tahrik etmesiydi. Eski ustalardan üç ad vereceğim: Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Turgut Uyar. Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı, Behçet Necatigil’in Divançe’si, Turgut Uyar’ın Divan’ı bunun göstergesidir. Ece Ayhan, dilde, içerikte, biçimde değişim yaptı. Onun şiiri, edebiyat dışında da bir mesaj taşıyordu. Tarihle, toplumla hesaplaşmak amacındaydı birçok dizesinde. İkinci Yeni’yi bir kaçış olarak gösteren yazarlar vardı; Asım Bezirci, bu görüşü savunanların başında geliyordu. Elbet bu açıdan da bakılabilir, ama asıl üzerinde durulması gereken, İkinci Yeni’nin şiir işçiliğine, şiirin biçimine gösterdiği ilgiydi. Belki de bu açıdan Divan şiiri ile arasında bir bağlantı kurulabilirdi. * * * ECE AYHAN’la Enis Batur’un karşılıklı bir konuşmasını yeniden okudum etkinlikten önceki çalışmalarımda. Bu konuşma Enis Batur’un Smokinli Berduş kitabında yer alıyor. O konuşmada Ece Ayhan, İkinci Yeni deyimi üzerinde duruyor, çeşitlemeler yapıyor ve aslında adının Sivil Şiir olması gerektiğini vurguluyor. Resmi tarihe karşılık sivil tarihi şiiriyle yazan bir şairin kabul edilebilir bir tanımlaması. O, şiiri için anlamak sözünün kullanılmasından yana değildi. Ne demişti? “Anlatmak diye bir şey yoktur burada.” Erotizmin şiirdeki yansıması onda görülür. Okuyanda bazen pornografiye düşer tehlikesi yaratsa da, bundan sıyrılmayı her zaman bilmiştir. İlhan Berk ile bir konuşmasındaki saptamalar, ikisinin şiiri için de açıklayıcı notlar içerir. İlhan Berk, “Sen şairsin ama elinde şiir dışı kitaplar var” demiş ve devam etmiş, “bende ise şiir kitapları var”. Cevap olarak, “şiirin ille de şiir kitapları okuyarak yazılmayacağını” söylemiş Ece Ayhan. Yazdığı şiiri düşünürseniz bu doğru bir yanıttır. Gene söyledikleri gibi; biri Cumhuriyet’ten, diğeri Meşrutiyet’ten gelmektedir. Toplumsal, siyasal, bireysel hesaplaşmanın şiirini yazan şair, bakın düşüncesini nasıl özetliyor: “Daha yavuz bir belge var mıdır ha gerçeği ararken parçalanmış yüzlerden”. Şairlerin düzyazılarından yola çıkıp şiirini boyutlandırmak sevdiğim çalışma yöntemlerinden biridir. Ece Ayhan için çok geçerlidir, şöyle diyor: “Düzyazımız da karadır abiler”. Toplum ile Devlet onun için önemli iki temel kavram, bunlar nasıl bağdaşacak, ondan yakınıyor. “Yani kimse Devlet ile Toplum’un açılmış olan aralarını bulmayı gözetmiyor.” * * * YAZAR okur ilişkileri tartışma gündeminde her zaman güncelliğini korur. Bilge Karasu’nun okurlarla ilgili yazıları, okur-yazar ilişkisi açısından öğretici öğeler taşıyan yazılardır. Enis Batur, okur her zaman velinimetimiz değildir, diye yazmıştı. Ece Ayhan da buna yakın bir görüşe sahip: “Nedir yani? Okur kutsal, dokunulmaz bir varlık mıdır? Onun saygıdeğerliğini kaldıralım ilkin. Suç neden hep ozanda olsun ki?” Ece Ayhan’ı yeniden okumak şiir üzerine düşünmeye çağırır beni her zaman.