Bıyık altından gülümsemeyi öğreten adam

Eğer Haldun Taner’in öykülerini okumadıysanız nelerden yoksun kaldığınızı sıralayabilirim.

Gerçek mizahın, zekádan doğan mizahın edebiyat mertebesine nasıl yükseldiğini ispatlamıştır.

Mizah kelimesiyle gülmece arasındaki ayrım konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

Gerçek mizahın katılarak gülmek değil, bıyık altından gülümsemek olduğunu ancak size o öğretebilir.

Öykülerinin dili konusunda söylenebilecek tek cümle, ‘İstanbul Türkçesi işte budur’ dedirtir insana.

Her toplum değişir, her toplumdaki insan siyasetten, toplumsal verilerden etkilenir. İyi bir yazar bütün bu değişkenlerin içinde, değişmeyen özü bulandır.

Uygarlığa karşı işlenen suçlar, onun öykü konularından biridir.

İnsanın iç yalnızlıkları aslında komik sandığımız, öyle görünen küçük trajedileri taşır.

Tutkular, cinsel saplantılar... Onlar da yaşamımızı belirleyen unsurların başında gelir.

Haldun Taner’in çok sevdiğim hikáyeleri dört cilt olarak yeniden yayımlandı.

Onun kitapları da T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesi kapsamında yer alıyor.

Haldun Taner’i okurken, beni ikilem içinde bırakan bir ruh halinden bir türlü kurtulamam.

Her okuyuşumda, ‘Yıllar sonra artık Haldun Taner’in yazdıklarının eskidiğini gördüm, bu toplum değişti, ilerledi’ diyebilmek isterim.

Ne yaparsınız, ‘Yaşadığım toplumdaki insanların, uygarlık çıtasını atladığını göreyim de, sevdiğim bir yazarı feda edebilirim’ diye düşünürüm.

Ne yazık ki bu zevki bir türlü yaşayamadım. Çünkü onun kişileri yaşıyor, inatla, değişme, gelişme kavramlarını reddediyorlar. Ant içmişler, yazdıklarını doğrulayacaklar.

Yaşasın Demokrasi’de partililerle bürokratların durumunu, gülerek mi, üzülerek mi okursunuz bilmem ama, okuduğunuzda hiçbir şey değişmedi deyip ümitsizliğe kapılırsınız. Hele halk şairinin çalıp söyledikleri, bu alanda mesafe katedemediğimizi gösterir. Hálá parti mitinglerinde, türkücüler türkü söylemiyor mu?

İşgüzar Bir Polis’teki mahalle tasviri değişmemiştir, evlerin lüks oluşundan başka hiçbir fark yoktur.

Made in USA’yı okuduğunuzda Amerikanca konuşup, Amerikan hayranlığının sizi gülünçlüğün girdabına nasıl fırlatabileceğini görünce şaşıp kalırsınız. Sosyete zavallılığı konusunda örnek bir eserdir.

Sonu hüsranla(!) biter:

‘Ah şekerim, meğer Amerikan üniforması giyip Texas aksanıyla konuşan o sarışın teğmen, aslında İzmirli bir Türk genci değil miymiş? Hem de tanınmış bir aile çocuğu. İzmir Koleji’ni bitirdikten sonra MTA hesabına Texas’a gönderilmiş. Fakat orada işi serseriliğe vurduğundan tahsisatını kesmişler. Velhasıl böyle avantüriye bir şey. Aynı oyunu evvelce iki kıza daha oynamış. Hep de ‘virjin’lere düşkün, anlıyorsun ya. Hiç ele geçmiyormuş.’

Fraulein Haubold’un Kedisi,
yalnız azgınlığa varan cinsel tutkularla değil, insanla hayvanın bazı duygularda nasıl aynı tavrı paylaştığını sarakaya alır, bu öykü içinde Hitler döneminin bütün gülünçlüğü de yansır.

Öykü yazımına örnek gösterilebilir.

Ayışığında ‘Çalışkur’un tipleri, örgüsü, insan ilişkilerinden doğan komik, Haldun Taner’in ustalığının başyapıtlarından birini yaratmıştır.

Onu okuduktan sonra, ilginizi çekecek bir başka bölüm karşınıza çıkacaktır.

O hikáye hakkında, değişik katmanlardan değişik tiplerin tepkisi, farklı görüşteki yazarların, eleştirmenlerin tepkisi, Haldun Taner’in bir konuya, tema’ya karşıt düşünceleri de aynı düzeyde kotarabileceğinin göstergesidir.

İyi bir edebiyat okuru, onları kimin yazdığını rahatça bulacaktır. O tepkiler, bir tür edebi sınav sorusu niteliği de taşımaktadır.

Konçinalar kadar komplekslerin iç burkucu bir mizahla anlatıldığı kaç hikáye vardır dünya edebiyatında.

Onikiye Bir Var, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü.

Haldun Taner’
i okudunuzsa bir daha okuyun. Mizahın insanın maskesini düşürdüğünü, ama Taner’in bunu zalim bir teşhirciliğe dönüştürmediğini yeniden keşfedin.

Bakın mizahın kahkahalarla gülmek değil, gülümsemek olduğu iddiasında neden bu kadar ısrar ediyorum.

İnsanın dış kabuğunu kırıp içindekileri anlamaya aracılık ettiği için.

KİTAPTAN

KONÇİNALAR

İskambil destesinin en sevdiğim kağıtlarından biri, üzerinde The Jolly Jocker yazılı, o uçarı, biraz cambaz, biraz sihirbaz, bir miktar da düzenbaz; ama neşe dolu, hayat ve hareket dolu, kanı sıcak delikanlıdır. Ne yazık ki Jockerlere Kanasta’dan, Kumkan’dan, Remi’den başka oyunlarda pek yer verilmiyor. Verilse, her girdikleri oyuna renk ve hareket, canlılık ve şaklabanlık katarlardı...

...Tüm diğer kağıtlardan sonra sıra nihayet konçinalara gelir. Konçina diye, bilindiği gibi, altılıdan aşağı kağıtlara deniyor. Konçinalar, ismi üstünde işte, konçinadırlar. Geçin Bezik gibi, poker gibi kibar oyunları, Aşçı İskambili gibi en pespaye oyunlarda bile hiçbir işe yaramaz, üzgün ve küskün, oyunu dışardan seyrederler. Diyeceksiniz ki, Pinakl’da Kanasta’da oyuna almıyorlar ya... Ben ona oyuna almak mı derim! Zavallılar, çıtır kozların at oynattığı meydanlardan ha bire gelir gider, ayak altında dolaşıp trafiği tıkar, itilip kakılır, muştalanır dururlar. Hasılı abur cuburdurlar. Böyle oynamaktansa ben yeşil çuhanın üstüne kapanıp yüzüstü uyuklamayı tercih ederim. Konçinalar bu bakımdan iskambillerin paryasıdırlar. Var oluşlarının sebebi sırf öbür kağıtlara basamak olmak, onların üstün mevkiini sağlamaktır. Alt basamak olmasa üst basamak neye, kime öğünecek?

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Birsen AltınerMetin Erksan Sineması Pan

Marcel Allain/Pierre SouvesireFantoma/Boş Tabut Güncel

Murathan Mungan Elli Parça Metis

Attila Karaosmanoğlu İzmir Karşıyaka’dan Dünya’ya İş Bankası Külür Yayınları

Margaret Atwood Antilop ve Flurya Oğlak
Yazarın Tüm Yazıları