Paylaş
Everest Yayınları 904 sayfa / 50 TL
Abidin Dino’nun resimlerini bilirsiniz, kitaplarını da okumuşsunuzdur. Kendisini tanısanız resmi, yazıları kadar konuşmasının da ne kadar dinlenir olduğunu fark ederdiniz. Yıllarca yurtdışında yaşamasına rağmen İstanbul Türkçesini nasıl kullandığına şaşardınız. Çünkü gerek o, gerek eşi Güzin Dino, hiçbir zaman Türkiye’yle ilişkilerini kesmemişlerdir. Edebiyatını, sanatını izlemişler, Türkiye’den gelen dostlarıyla görüşmüş, onları ağırlamışlardır.
Turgut Çeviker’in derleyip hazırladığı ‘Toplu Yazılar’ı okurken, onun sanatı, edebiyatı geniş bir skalada düşündüğünü gördüm. Duyargalarının bunca türe açık olması, kuşkusuz onu benim için sık sık okunur kılıyor.
İlk sayfada Nâzım’ın çizgileriyle Abidin Dino var. İlk yazı onu ustaca değerlendiren Ferit Edgü’nün ‘Sunu’su: “Abidin’in ölümünden sonra yayımlanan ‘Eller’, ‘Yüzler’, ‘Pera Palas’, ‘Kel’, ‘Sinan’ gibi kitaplarını okuyan, gençlik yıllarından beri dostu geçenlerde bana, ‘Böyle giderse yazar Abidin, ressam Abidin’in önüne geçecek’ dedi. Abidin’in yaşamını ve sanat serüvenini yakından bilen bu ortak dostumuza sordum: ‘Buna üzülmemiz mi gerekiyor?’ ‘Hayır’ dedi, ‘Tam tersine. Sanırım yaşasaydı kendisi yazarlığının keşfedilmesinden büyük mutluluk duyardı.’”
Bir Sait Faik portresi
Kitap üç başlıktan oluşuyor: Edebiyat, Sanat, Siyasi Yazılar. Bencil bir seçim yaptım; öne edebiyatı aldım, sonra da sanatı, kişiler üzerine tasvirleri... ‘Sait Faik Abasıyanık’ yazısı, çok güzel bir edebiyat denemesi. Elbet bir portre ihmal edilmemiş: “Sait Faik için hikâyeci demek onu hapsetmek demektir. Sait Faik romancıdır, piyes muharriridir, her şeydir. Sırasıyla usta bir hokkabaz gibi piyesi ve romanı en ummadığınız yerinden çıkaracaktır.”
‘Köy ve Sanat’ başlıklı yazıda; Eren Eyüboğlu’nun ‘Köylü Kadın’ portresi var: “Tarlada dolaşan bir kadının önlüğündeki şekiller, testicilerin kalçalı eserleri, köyden köye, ağızdan ağıza dolaşan şarkıların yekûnu, kafamda bir katedral kadar, dört minareli bir cami kadar yer tutuyor. Tıpkı Ortaçağ katedrallerini yapanlar gibi meçhul kalan bu yaratıcıların birkaçını tanıdım. Türkiye’nin rastgele bir ovasında, rastgele bir köyünde işittiğim şarkılar, sanatın nerede saklandığını bana ifşa etti. Sonra da anladım ki bu bir sır değil, memleketin her köyünde bana şarkılar, aynı olgun ifadeli başka şarkılar dinlemek mümkün. Şehir ve kasabadan başka her yerde, sanat canlı ve hayati bir mevcudiyettir. Mani yakanlar-söyleyenler, kendi tabirlerince harman vaktinde işe gitmeyenler sanatkârlar zümresinin esasını teşkil ediyor. Ancak şehirdekilerden farklı olarak ekserisi sağlam ve serbest saatleri çok olan bir meslek edinmişler; kimisi berber, kimisi kahveci, kimisi bakkal.”
Ve ‘Varla Yok Arasında Hâle Asaf’: “Hâle Âsaf, Türkiye’nin yetiştirdiği en ilginç ressamlardan biri. Hem sanat fedaisi hem büyük bir ressam bence. Başlangıçta İstanbul-Berlin-Paris arasında, bir ara Bursa’da çalışmış, fakat son yıllarını Paris’te, Aniante ile beraber yaşamış, İkinci Dünya Savaşı’ndan az önce ölmüş. Ama nasıl ölmüş, ne olmuş, ne bitmiş, kimsenin pek bir şey bildiği yok.”
İyi bir ressamın, iyi bir yazar olduğu sık rastlanan bir olgu değildir. Deneme türünü seviyorsanız, mutlaka okuyun.
Paylaş