LİSE yıllarımda ne çalışkan bir öğrenciydim ne de devamlı.
Edebiyat bölümü öğrencisiydim, amacım, çok daha fazla ders çalışmak değil, çok daha fazla daha edebiyat kitabı okumak, çok daha fazla edebiyat matinesine gitmek, çok daha fazla yazarla, şairle tanışmaktı.
Bu yüzden de bazı günler okula uğrayamıyordum, kendimce inandırıcı bir gerekçe de buldum. Ben bir edebiyat bölümü öğrencisiydim. Daha çok okul dışında bulunmalıydım.
Okuldan kaçış yazıma başladığımda, yakınımdaki arkadaşlar, kaçmak kelimesinin soğuk kaldığını, bunun adının "kırmak" olduğunu söylediler. Ben hayatım boyunca, kırmak kelimesini kullanmaya tenezzül etmedim. Çünkü okulu kıranlar, okulun duvarından atlar, küçük kapı aralıklarından fare gibi kaçarlardı.
Okulun müdürü anneme beni şikáyet ettiğinde, hanımefendi, demiş, böyle bir kaçış talebeye yakışır mı?
Öğrenciye yakışıp yakışmayacağını bilmem ama bana yakışıyordu.
Neden gitmek zorundaydım?
1950’li yıllar. Edebiyat matineleri modaydı, onları izliyorum. İstanbul’un Fethi’nin 500. yılında yayımlanan fetihle ilgili bütün kitapları okuyorum.
Prof. Mehmet Kaplan’ın akşamüstü ’Yeni Şiir Konuşmaları’nı kaçırmıyorum.
Yıllar sonra ilk kez Spor ve Sergi Sarayı’nda sema gösterileri var.
Kültürü okul dışında da öğrenmesi gereken bir öğrencinin masum kaçışları.
* * *
OLKAN ÖZYURT’un Okul İdareleri Film Festivali’nden Şikáyetçi (Radikal, 4 Nisan 2006) yazısını okuduğumda, o günleri anımsadım.
Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin gerçekten önemli ve iyi filmlerini görebilmek için okulu kırmışlar.
Ne yapsınlar, alışılmış deyimiyle okul yerinde duruyor, kaçmıyor ya! Ama bu filmleri bir daha nerede görecekler?
Okul idareleri biraz hoşgörülü davransınlar desem acaba eğitim dünyasına ayıp olur mu? Ben de böyle bir öğrenci olduğum için ayıp görmem. Ayrıca bir arkadaşımız babasının bir sözünü nakletmişti bize, "İş kazaya kalır keyif kazaya kalmaz," dermiş.
Sinema Festivali ile ilgili bir anımı da anlatayım:
Hürriyet Gösteri dergisinin sahibi Sedat Simavi’ye gittim, festivale gideceğimi ama hararetle çalışan arkadaşlarıma bunu söyleyemeyeceğimi, Emek Sineması’nın numarasını da sekreterine bıraktığımı belirttim. Arkadaşlara ise işe gideceğimi söyledim. Çalışan arkadaşların bir kısmı da işleri için benden izin istediler.
Sinemada koltuğa gömülerek filmi seyrettim. Arada ışıklar yanınca ne göreyim; benden izin alan arkadaşlar yanımda oturuyorlar.
* * *
ŞİMDİ, eğer o öğrenciler sinemaya gidiyorlarsa bağışlanır ama sinema diye başka bir yerlere kaçanlara bence af yok.