Paylaş
Yalanları doğrulamak insana ne kadar çok acı verir. İspatlama çabası en hazin davranışımızdır.
Sanırım suçlamalara, sitemlere aldırış etmemek belki ruh salığımız açısından daha da tercih edilmesi gereken bir tavırdır.
Kendi ülkesini terk edip Kanada’ya yerleşiyor, güvendiği bir dostuna olayların, eleştirilerin arkasındaki gerçeği anlatma gereksinimi duyuyor.
Derdini anlatmak da ne kadar insani bir özellik.
Yunus’un dediği gibi, ‘Ben derdimi demez isem, sevmek derdi beni boğar.’
İnsanoğlu çeşitli ihanetlerle suçlanmadıkça acaba cevap vermemeli mi? İhanet kelimesinin sözlük sayfasındaki açıklamaları ne derece doğrudur? Onun koşullarını da eklemedikçe soyut kalır.
Bir yeri terk edip gittiğinizde ruh esenliğine kavuşur musunuz? Hep Lucretius’un sözü belleğime düşer:
“Ve keder atımızın terkisine binip gelir.”
Sürgüne kendi iradeleriyle giden ya da zorunlulukla göç eden dostlarımla karşılaştıkça özlem gidermenin hüznünü yaşarım.
Siyasi zorunluluklarla, darbelerle ülkesini terk eden nice dostumu döndükten sonra bir başka sevinçle karşıladım.
Gönderenleri, kötüleyenleri anımsamıyorum. Gönderilenler belleğimizden çıkmıyor.
Acaba yanlışları düzeltmek bir tür hesap vermek midir? Eleştirenlerin tuzağına düşmek midir?
Bir zaman durup, bir ömür nasıl geçti, sözünün etkisinde kalmak mı? Yanıtlamazsanız onların açtığı kuyuya mı düşeceğiz?
Bir ülkeden başka bir ülkeye gidip yerleşmek en tedirgin edici, en onulmaz duygudur bana göre.
İstekleri dışında savaşlar, kumpaslar nice sanatçıyı yurdundan etti. Erkin Koray da sanırım dayanılmazlık sınırını aştı ki gitti.
Yurtdışında yazılan özlem yapıtları, edebiyat tarihlerinin mutlaka okunması gereken edebi belgeleridir.
Dünyadaki önemli kitap fuarlarına gittiğim için ‘sürgünlük hayat’ antolojimin en kalın sayfalarını oluşturur.
Frankfurt Kitap Fuarı hayatımda bu açıdan da yer alır.
Acaba insanoğlu ille de doğru anlaşılması için çaba göstermeli midir? Değenle değmeyen arasında bir fark gözetmeli mi?
Biz hayatımızda ne yaptık?
Bu sözü çok tekrarlarım:
“Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime.”
Bazı ölçü konuşmalarından hiç hoşlanmam.
Kendini dünya ölçüsü sanıp, bana benzemiyor, diyenlerden.
Bir de, ben bile anlamıyorum, diyerek kendini nirengi noktası kabul edenlerden.
Erkin Koray’ın mektubu bir sanatçı duyarlığının örnek belgesidir.
Bir sözün daha sırası geldi:
“Hasmın sitemini anlamamak hasma sitemdir.”
Ama bu mektuptan öğrendiğime göre sitem etmeye değer insanlar değil.
İnsan zaaflardan oluşan bir yaratık.
Büyük bir Rus yazarının bir başka yazar için söylediği ne kadar gerçektir:
“Yazarı yazar yapan zaafları yoktu.’
Mensup olduğum 1950 Kuşağı’nın iki büyük yazarı Demir Özlü ve Ferit Edgü’ün ‘Öz Yurdunda Yabancı Olmak’ okunması gereken bir kitap.
İtiraf sözü benim için pek de çekici bir kelime değil.
Bir mektup beni belleğin derinlerine götürdü.
Paylaş