Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk ve Yaşar Baş’ın yazdıkları Üç Devirde Bir Mabed, Ayasofya bu konuda yazılmış kitapların en yetkini.
Çünkü yazarlar, ne sadece batı kaynaklarının incelemelerine dayanarak değerlendirme yapmışlar, ne de bizim arşiv bilgilerimizi yeterli görmüşler.
Her ikisini de göz önünde bulundurarak, nesnel ama yer yer de bizim açımızdan öznel, bu mabedin önemini ortaya çıkarmışlar.
Ayasofya’nın başındaki ithafı buraya alacağım:
‘İstanbul’un fethi arefesinde harap olmaya yüz tutan Ayasofya’yı, mali ve hukuki teminatlarla günümüze kadar yıkılmadan gelmesini sağlayan Büyük Sultan’ın, Fatih Sultan Mehmed Han’ın aziz hatırasına...’
Önsöz yerine’de Ayasofya üzerine genel bilgiler verildikten sonra, bence en ilgi çekici bölüm, Neden yeni bir çalışma başlığını taşıyor:
‘Her dönemin ayrı bir Ayasofya’sı var. Bizans’ın Ayasofya’sı, Latinlerin Ayasofya’sı, Osmanlı’nın Ayasofya’sı, Cumhuriyet Türkiyesinin Ayasofya’sı... Her dönemin ayrı bir hikáyesi var; aslında Ayasofya insanlığın uzun bir hikáyesi. Zira bu muhteşem mabed üzerinde bin beş yüz yıllık tarihi barındırıyor. Hakkında yazılanların isim listesi, büyük bir kitap oluşturacak hacimde.
Mabed, bünyesinde sadece kutsalı barındırmadı. İktidar mücadelelerine, güç, ihtişam ve gösterişe, direniş ve kaybedişe, yağma ve tahribe, fethe daha birçok hadiseye şahitlik etti.’
Her kitabın yazılma gerekçeleri arasında hiç kuşkusuz yeni bilgiler ve belgelerin bulunması gelir. Hele konu Ayasofya ise, bu durum kaçınılmaz olacaktır.
Akgündüz’ün hazırlık aşamasının on yıl öncesine dayandığı, müelliflerin çalışmasının da üç yıl sürdüğü belirtiliyor.
Fatih Sultan Mehmed’in Arapça Ayasofya Vakfiyesi’nin bir tercüme ve neşrinin yapılmamış olması ve bu vakfiyenin sağlanarak bu kitabın yeni bakış açısında etkili olması;
Ayasofya risalelerinin, vakıf tahrir ve muhasebe defterlerinin, albüm ve resimlerin bulunması;
Cumhuriyet dönemindeki gelişmeleri aydınlatan komisyon raporları, Hıristiyan dünyasının Ayasofya üzerindeki emelleri, kitabın dikkat çeken yönlerinden.
Akgündüz, Öztürk ve Baş, bu kitabı okuyanların değişik anlayışlardaki bilgileri okuduktan sonra bir karara varmaları için gerekli malzemeleri sunmuşlar. Yazarlar, kendi görüşlerini yansıtmışlar ama bundan farklı düşünecek okura da özgürlük tanımışlar.
Ayasofya hakkında en geniş bilgiyi içeren, kendi bakış açılarını şöyle özetlemişlerdir:
‘Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki asli fonksiyonuna kavuşturularak ibadete açılması, müştemilatındaki Türk devri eserlerinin milli kültüre kazandırılması ve bu eserlerin yapılış gayesine uygun bir şekilde kullanıma açılması lazımdır.
Bu noktada Semavi Eyice de şu uyarıyı yapıyor ve diyor ki;
‘Ayasofya’nın Bizans sanatı içindeki yeri kadar, Türk sanatında da önemli bir yeri bulunmaktadır. Ayasofya’nın Türk devri ekleri değerlendirilmeli ve onlar ilk yapılış gayelerine uygun bir biçimde teşhire açılmalıdır.’
*
Kitabın tasarımı, sayfa düzenlemesi, kronolojik bir sıra izlemesi, uzmanların dışında meraklı okurun da kolayca anlamasını, öğrenmesini sağlıyor.
Vakıf belgelerinin çevirisi, bunlarda yer alan, yapılan harcamaların ve verilen maaşların listeleri daha sonra yapılacak başka araştırmalar için çok iyi bir kaynak niteliği taşıyor.
Cumhuriyet sonrası yapılan cami-müze tartışmalarını bir arada vermesi, okurlara toplu bir değerlendirme yapma imkánı veriyor. Böylece dayanaksız, gerekçesiz, bilgisiz tartışmaları bu kitapla temellendirebiliyoruz.
Ayasofya kitabının bir başka özelliğinin altını çizmeliyim.
Şimdiye kadar birçok doğru olduğu sanılan yanlışları düzeltiyor.
Mozaiklerin ne zaman sıvayla kapatıldığı, onarım, restorasyon serüvenlerinin tarihi gibi.
Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi’nin -ki Arapçadır- çevirisini okuduğumuzda, yalnız Ayasofya’nın değil İstanbul’un önemli bölümü hakkında bilgi ediniriz.
Üç Devirde Bir Mabed, Bizans Döneminde Ayasofya, Osmanlı Döneminde Ayasofya, Cumhuriyet Döneminde Ayasofya.
Bir mabedin ekseninde, değişik dönemlerin tarihinin ana çizgilerini de bulabilirsiniz bu kitapta.
Tek tek sultanların dönemindeki farklılıklarla, cumhuriyet dönemindeki hukuki yapının analizlerini bu kitabı okuduktan sonra bilerek yapabilirsiniz.
İçindeki fotoğraflar, tıpkıbasımlar da görsel zenginliğini artırıyor.
İstanbul’da yaşayanların, batıdan gelen ziyaretçilerin gezdiği, ama çok iyi bilmediği bu mabedi değişik cepheleriyle, doğru tarihiyle, belgeleriyle tanımak için gerçekten kitaplığınızda bu eseri bulundurun.
Ayasofya’nın günümüze en iyi biçimde gelebilmesinin başlıca nedeni diyor Erdem Yücel, yüzyıllar boyunca yapılan ve onu yaşatmak amacına yönelik onarımlar olmuştur. Gerçek şu ki, Ayasofya Osmanlılar sayesinde varlığını bugüne kadar sürdürebilmiştir. Süheyl Ünver pek haklı olarak şöyle der: ‘Türk, geçmiş asırlarda tahripkar değildi. Bizans’ın bir taşına bile dokunmamışlar, bilakis imar etmişlerdir. Birkaç garazkárımız müstesna herkes bunun böyle olduğunu bilir. Bunları imar, yıkmak değildi. İstanbul’a Türk’ten başka bir millet sahip olsaydı, acaba bugünkü kadar Bizans eseri kalabilir mi idi? İstanbul’da bir Türk eserini, bunlardan herhangi birini ortaya çıkaracağım diye yıkanlar, hiç olmazsa kendinden utanmalıdır.’
Ayasofya Türklerin eline geçtikten sonra birçok tamir görmüş, çeşitli desteklerle takviye edilmiştir. Bu tamir ve takviyelerle bugüne kadar ayakta kalması sağlanan Ayasofya’ya yapılan çeşitli ilaveler binaya bir Türk sanat eseri hüviyetini kazandırmıştır.
Ayasofya, kiliseden camiye çevrildikten sonra, Türk-İslám geleneğine uygun olarak çevresine çeşitli yapılar eklenmiştir. Genellikle bütün büyük camilerde görüldüğü gibi, Ayasofya’da dahi Osmanlı dini ve sivil mimarisine ait ekleri görüyoruz. Bunlar çeşme, medrese, imaret, hamam, kütüphane, muvakkithane, mektep, vesairedir. Bir devrin en büyük camii olduğu için de birçok sultanın naaşı, çevredeki türbelere gömülmüşlerdir.
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Şerif Mardin’e Armağan Der: Ahmet Öncü-Orhan Tekelioğlu İletişim
Tournefort Seyahatnamesi Joseph de Tournefort Kitap
Harf Sırasıyla Turhan Ilgaz Ümit
Evliya Çelebi SeyahatnamesiHaz: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman YKY