Aziz Nesin sevdiği, sevmediği kişiler için ne söyledi

Aziz Nesin’in ölümünden sonra yayımlanan "Birlikte Yaşadıklarım, Birlikte Öldüklerim" kitabını okuyorum.

Oğlu Ali Nesin, Önsöz’de metnin ayıklanmasına değiniyor: "Tartışma yaratabilecek yerleri çok daha dikkatli okuduk elbet. Yaşayanları çok üzebilecek ya da hakaret izleri taşıyan yerleri sansürlemek zorunda kaldım. Böylece belki de en ilginç notları kitaptan çıkarmış oldum!"

Ali Nesin
çok iyi etmiş!

Aziz Nesin’in dosyasında bulunan, ama sadece not aşamasında kalan adlar da bu önsözde yer alıyor. Sanatın bütün türlerinden değişik adlar.

Aziz Nesin yaşasaydı, acaba bu kitabı yayınlar mıydı? Cevabını veremeyeceğim bir soru. Eksi ile artının tahterevallisindeyim.

Aziz Nesin, Önsöz Taslağı’nda kitabın bir tür savunmasını yapmış, bana göre başka kitaplarında rastlanmayacak derecede, kırılgan bir gerekçe sunuyor: "Sevdiğim insanların sevmediğim ve bana olumsuz gelen yanlarını, ölümlerinden sonra (bibakıma arkalarından) yazmak hem kolay değil, hem güzel değil. İşte ben hem kolay, hem güzel olmayan bu işi yapıyorum bu kitabımda.

Herneyse, onu yazacağım.

Bir de, yaşamakta olan yakınları var. Yazan elimi oldukça tutan (tek tutan) budur. Onları incitmek beni de incitir. Çünkü yakınları, ünlü ve değerli ölülerin eleştirilmesine, olumsuz yanlarının belirlenmesine hiç dayanamazlar, ki onlara hak vermemek elde değildir."

Yazdıklarının öznel olduğunu belirttikten sonra, onların eserlerini anlatmanın, edebiyat tarihçilerine, eleştirmenlere düştüğünü söylüyor.

Kitabın üzerinde, türü anı olarak gösteriliyor, ama hepsi bu türe girmiyor. Yazarlar, şairler, sevdikleri, sevmedikleri hakkında değişik zamanlarda yazılmış, çeşitli türde yazılar, bir mektup, bir anımsama gibi türleri bir arada barındırıyor.

Kimilerine alabildiğine, ölçüsüz övgü, kimisine de ölçüsüz yergi.

Bu tür yazıların benim için hem anlamı, hem de anlamsızlığı söz konusudur. O kişiyi tanımayanlar, sadece Aziz Nesin’in gözünden onu iyi ya da kötü tanıyacaklardır. Tanıyanlardan yazar olmayanlar da, onun doğruluğunu tartışsalar da seslerini, sözlerini duyuramayacaklardır.

Bu tür kitaplardan korkum, ürküntü duymam bu yüzdendir.

Onun gibi iyi bir mizah yazarının dili keskindir, anlatımı -tür gereği diyelim- zalimdir.

Her kitap için birinci ölçütüm, böyle bir kitabı yazıp yazamayacağımdır, yani tavır olarak bunu benimseyip benimseyemeyeceğimdir ki, benimsemeyeceğimden karşıyım.

Sonuçta çoğunluk şöyle diyebilir: Aziz Nesin böyle yazmış, başkaları da başka türlü yazsın...

Üslup açısından kitabın çekiciliğini, sürükleyiciliğini belirtmeliyim. Bazı portreler, güzel bir öykü niteliği taşıyor. Örnek mi? Kitabın en uzun yazısı, Akbaba mizah dergisinin sahibi Yusuf Ziya Ortaç hakkında, 100 sayfayı aşıyor. Yazı, onun ustalığına örnek gösterilebilecek kalitede.

Sevdiği kişilere bile, yaptığı edebiyat eskriminde mizahın ucu zehirli kılıcını batırıyor.

Yakından tanıdığım kişilerle ilgili adlar için yazılanlara üzüldüm, çoğuna katılmadım. Bu adların başında Orhan Kemal, Attila İlhan, Çetin Altan geliyor.

Haldun Taner için övgüyle küçük eleştiriler iç içe. Hatta bu bölümde diğer isimleri de ince kıyım bir alayın süzgecinden geçiriyor. İkisini de tanıyınca, Haldun Taner ile Aziz Nesin’in iki iyi arkadaş olamayacağını anlıyorum. İkisinin de mizah anlayışı, gülünç kavramına bakışı çok farklı.

Faruk Nafiz Çamlıbel için yazdığı hüzünlü anı/öyküyü çok beğendim. Milletvekilliği yapmış, herkesin bir zamanlar taptığı bir şairin Báb-ı Áli’den geçerken kitapçı vitrinlerine bakışını, olağanüstü etkileyicilikte tasvir ediyor.

Celál Sılay’dan, Kemal Tahir’den olumlu bir dille söz ederken, birden onların kişisel, kötü yanlarına değiniveriyor.

Bir ad var ki, kitabın en övülen adı: Cevdet Kudret. Onun eleştirmenliğini de, edebiyat tarihçiliğini de çok beğeniyor. Yazdığı türleri sıralayarak, bunu kanıtlıyor.

Fakir Baykurt da, Aziz Nesin’den yüksek puan alanlardan biri. Rıfat Ilgaz, dostça satırlardan sonra, dostluk halkasının dışında kalıyor.

Sait Faik Abasıyanık kitabın sevgi hanesine konulacak adlardan biri.

Gerçi övdüğü kişiler için bile, daha sonraki satırlarda iğnelemelerde bulunuyor. Çetin Altan’ı başta oyunları olmak üzere eleştirdikten sonra, ona çok duygulu bir mektup yazıyor; mektubun içinde de, dergi ortağı için bakın ne diyor: "Ben Sabahattin Ali’yi sevmem. Bana göre iyi insan değildi. Bana da çok büyük kötülükleri olmuştur."

Celál Sılay
’ı okura sevdiriyor, ardından, onun boşboğazlığı yüzünden edebiyatçıların nasıl birbirine düştüğünü yazıyor.

Kitaptan bazı alıntıları okuyacaksınız, böylece kitabın niteliği konusunda en doğru bilgiyi, yazarın kendi metinleri verecektir.

Unutmayalım ki, Aziz Nesin büyük bir mizahçıydı, en sert yargıları bile, bu açıdan değerlendirmenizi salık vereceğim.

Edebiyat dünyasının ünlülerine, değerlerine kişisel bir yaklaşım. Bazen kızacaksınız, bazen onaylayacaksınız, bazen çok sinirleneceksiniz. Gene de okuyacaksınız.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Lisa Jardine-İerry BrottonRönesans Sanatı ve SiyasetKitap

KölektifDiclenin GözyaşlarıErko

Cem UçanBoşluğun İzindeSel

Boris VianBütün Ölülerin Derileri Aynıdırİthaki

Haz.: Osman Okyar-Mehmet SeyitdanlıoğluFethi Okyar’ın Anıları İş Bankası Kültür Yayınları

UKALA TANER, DEDİKODUCU SILAY, İKİYÜZLÜ TAHİR

Haldun Taner’le Celál Sılay’ın Moda’daki evinde tanışmıştım. Biz, Kemal Tahir’le akşam yemeğindeydik. Haldun Taner, sonradan geldi. Söz tiyatrodan açıldı. Haldun Taner, üst perdeden, bana göre sanki zengin deneyimli, benden daha yaşlı bir yazarmış gibi, neden kabare tiyatrosu yazmadığımı, bu türün çok iyi oyunlarını yazabileceğimi söyledi. Benim oyunlarım o zaman oynanmıyor, oynanmaması da oyunlarımın başarısızlığı sayılıyordu. Haldun bir anlamda oyunları oynanan bir yazar, koruyucu bir davranışla bana yardımcı, salık verici, akıl verici görünüyordu. Çok canım sıkıldı.

Haldun Taner bizden önce Sılay’ın evinden ayrıldı. Ben orada Haldun’a bu sözlerine kızdığımı, kırıldığımı belirttim. Kemal de, Haldun’un bu küçültücü öğütlerinden memnun olduğu halde, benim sözlerim üzerine kendine özgü sövgülü üslubuyla Haldun Taner’e verdi veriştirdi. Benim orada Haldun Taner için söylediklerimi Celál Sılay Taner’e iletmiş (Sılay bu söz ileticiliğini birkaç kez yapmıştır: En kötü sonuç vereni, Melih Cevdet’e, Şadi Alkılıç’ın sözlerini iletmesidir.)

ORHAN KEMAL’İ SEVMEDİM

Önce açıkça söyleyeyim ki ben Orhan Kemal’i sevmedim. Ünü, gizli çekemeyenlerdendi, açık, yiğit değildi. Biliyorum bu yargımı okur okumaz Orhan Kemal için yansız olamayacağım yargısına varacaksınız. Değil oysa. Kimseye yansız değilim ki ona olayım.

Orhan Kemal’la aramızda, ne olduğunu kelime olarak söyleyemeyeceğim, bilmediğim bir psikolojik tür aykırılığı vardı. Onun davranışlarını sevmedim. Sanırım o da aynı nedenle beni sevmedi, ya da benim kendisini sevmediğimi sezinleyerek bana uzak kaldı.

Ölümünden sonra yazmam için Doğan Hızlan telefon etmişti. Uğraştım yazmaya, bir türlü yazamadım. İntikam almak gibi oluyordu. Bu duygudan kurtulamadım. İşte o zaman da Orhan Kemal’i sevmediğimi anladım. Çünkü o da beni sevmezdi. Yalnız beni değil, çağdaşı hiçbir yazarı, ünü... Kıskançlığın türlü belirtileri, gösterileri vardır. Çetin’in başka, Yaşar’ın başka, Orhan’ın başka...

TANIDIĞIM YUSUF ZİYA ORTAÇ

Merhamet tüccarı

Herkese adıyla değil, adına "cığım" ekleyerek konuşup gönlüne girmeyi bilirdi.

Onun iyilik yapmasından öyle korkardım ki, en yardıma muhtaç olduğum, en amansız kaldığım zaman, bana, Başbakanlık Müsteşarı Kemal Salih’e telefon etmek istemişti de, adeta yalvararak önlemiştim.

Başbakan Adnan Menderes’le bir ara arası açıktı. Bilmem hangi yabancı devlet adamının gelişinde, Şale’ye çağrılıydı. Dönüşte söylediği: "İşettim, işettim Menderes’i..." Küs duruyormuş. Bir fıkra anlatmış, somurtmuş. Bir daha anlatmış, yüzü normal olmuş. Bir daha, gülümsemiş. Bir daha, bir daha... Makaraları koyvermiş... Bütün sorunları fıkralarla çözmek isterdi.

Orhan Seyfi, ki en eski arkadaşı, akrabası, yakınıyor. Onun için söylediği: "Monşer, ölüyü bile kıskanır. Bir büyük cenaze töreni yapılsa, kıskanır, ölmediği, böyle cenaze töreni kendisine yapılmadığı için."

Kendi gözleri yok. Dünyayı yalnız ve yalnız Akbaba’nın gözleriyle seyrederdi.

BİR SÜRÜ CEVDET KUDRET

Cevdet Kudret pekçok kişi olarak yaşamış ve yaşamaktadır. Aklımıza gelen Cevdet Kudret’teki kişileri şöyle bir sayalım. Şair Cevdet Kudret / Oyun yazarı Cevdet Kudret / Öykücü Cevdet Kudret / Romancı Cevdet Kudret / İnceleme ve araştırmacı Cevdet Kudret / Dilci Cevdet Kudret / Deneme yazarı Cevdet Kudret / Yazın tarihçisi Cevdet Kudret / Eleştirmen Cevdet Kudret / Öğretmen Cevdet Kudret / Gülmece yazarı Cevdet Kudret. Bilmediğimiz bir Cevdet Kudret daha var: Avukat Cevdet Kudret, yani bana en yadırgatıcı gelen kişiliği.

SENİ SEVİYORUM ÇETİN

Sevgili Çetin Altan. Bu "sevgili" seslenmesi, "Nasılsın?", "iyiyim." kalıp sözleri gibi, ya da her mektubun başına konulsun anlamından soyutlanmış "sevgili" kalıp sözü gibi bir kalıp söz değildir. Gerçekten seni seviyorum. Bütün hırçınlığına, patavatsızlığına, saldırganlığına, zaman zaman dengesizliğine karşın, yine de seni seviyorum, sevmek zorundayım; çünkü yurdumda Çetin Altan değerinde on tane daha yazar yok çağımda, ne yazık ki yok... Dört beş günden beri seni düşünüyordum hep, özlemle düşünüyordum.

Yazarın Tüm Yazıları