Paylaş
Şile’ye son olarak, yitirdiğimiz dostum Erdal Öz’ün evinde yemeğe gitmiştim. Bir dost buluşmasıydı, Şile’nin içine girmemiştim.
Bir sahil kasabası diye tanımlayabilirim orayı.
Şile bezini aramadım bu kez, oysa evimde hâlâ, şile bezinden işlemeli çay peçeteleri durur.
Şile bezinden gömlek de giyilirdi bir zamanlar, elbette hâlâ giyenler vardır.
Nâzım, gurbette sürgündeyken onun özlemini de çekmiştir.
Kuşaklar değişiyor, o doğrultuda semtler de, semtlerin görüntüsü de, insanları da değişiyor.
Ana caddede biraz dolaştım. Okurlarım bilir, nereye gidersem gideyim, oradaki kırtasiyecileri, kitapçıları, semt fırınlarını gezerim.
Oradakilerin yaşantısının izdüşümünü keşfetmeye çalışırım.
Dostlarım bu gezilerin başında beni uyarırlar, yahu İstanbul’un göbeğinden geliyorsun -artık İstanbul’un göbeği kalmış gibi- buralarda kalem, kitap arıyorsun.
Bunlar sadece göbekte, merkezde yaşayanlar için mi? Yanlış bir sınıflandırma, yanlış bir akıl yürütme...
Motorlu araçların giremediği caddede yürüdüm, ahmakıslatandan biraz daha yoğun bir yağmur altında.
Esnaf kahvede, küçük lokantalarda oturmuş sohbet ediyordu. Yemek zamanının geldiğini anımsatırcasına.
Gene de bir küçük bloknot, birkaç kurşunkalem ve silgi aldım.
Semt fırınından, tuzlu çubuklar (çocukluğumun deyişiyle baton sale), çatal aldım, taze simit yemeyi de ihmal etmedim.
Bir ana caddenin üstünde, hayatın bütün yüzlerini, yönlerini görebilirsiniz. Bir günlük özettir.
* * *
ŞİLE’ye ilk gidişim bir gazeteci yazar arkadaşımızı mahpus damında ziyaret etmek içindi.
Bir yazıdan ötürü rahmetli arkadaşımız Necmi Onur mahkûm olmuş, cezasını Şile Cezaevi’nde çekmişti. Yıllar sonra magazin dünyasının saygın temsilcisi -o da artık yok- bir yazıdan dolayı o hapishanede, cezasını doldurmuştu.
Ziyaretin sonunda, zamanın belediye başkanı benden bir talepte bulunmuştu.
Şile’de edebiyat günleri yapmak. Kabul etmiştim.
Yirmi-yirmi beş yıl önceydi. Katılanlardan ikisini anımsıyorum; Cemal Süreya ve Mehmed Kemal’i.
Bir yaz günü, büyük bir çayhanede konuşmalar yaptık, içeride ve caddede büyük bir kalabalık toplanmıştı. Edebiyatın alçakgönüllü, sıcak varlığı onlarla bizim aramızda bağ kurmuştu.
Unutamadığım buluşmalardan biriydi.
Ben o gece döndüm, Mehmed Kemal ile Cemal Süreya bir süre daha orada kalmışlardı, okur ilgisi, Şilelilerin sevgisi, onları buradan ayrılamayacak kadar etkilemişti.
Toplantı için geldiğimiz otelin odasından ormana bakarken, bu ormanın içinde bir dereyi hayal ettim. Bu derenin içinde sıçrayan alabalıkları... Schubert’in çok sevdiğim Alabalık Beşlisi’ni burada dinlemek istedim.
Şile huzurlu atmosferiyle beni de etkiledi.
* * *
NÂZIM HİKMET’in özlem dolu şiiri noktalayacak yazımı:
YİNE MEMLEKETİM
ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi,
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim...
Pırağ, 8 Nisan 958
Paylaş