Paylaş
Sevgili Adalet Ağaoğlu'ya çarpan, ünlü yazarı onkesiz ay yatağa bağlayan trafik kazasının kahramanı Binali Kaya'ya verilen cezayı dün Hürriyet'in birinci sayfasında okumuşsunuzdur. Köpürdüğünüzü tahmin ediyorum.
Cezası, 3 milyon 890 bin lira.
Eski köy romanlarında, ağanın, isyankâr, haddini bilmez, ekmek yediği kapıya nankörlük yapan köylülere söylediği bir söz vardır: ‘‘Ulan üç kurşunluk değerin var, o da elli kuruş eder.’’
Sanırım bu söylem değişti, şimdi, ‘‘beni kızdırma bir tamponluk canın var,’’ deniyordur.
Ev-ofis projelerini okudukça, hepimizin can güvenliği açısından sevinç çığlıkları atıyorum. İşimizi büromuza gitmeden, evimizde halledeceğiz. Böylece sokağa daha az çıkacağız, çarpma ve çarpılma oranımızın katsayısı düşecek.
Tabii yazarlarımızın da kabahati var, onlar da evlerinde oturacaklarına seyyah gibi geziniyorlar. Boğaz sefaları neyine onların. Denizkızı Eftalya'nın öldüğünü, tenezzüh kayıklarının yerini otomobillerin aldığını bilmiyorlar mı?
Bizim hükümetler de basiretsiz. Rejim aleyhtarı yazarları hapishanelere tıkarlardı. Oysa bütün gün yollarda dolaşma zorunluluğu getirseydi, onları özellikle Boğaz kıyılarında promenada çıkarsalardı, hemen kurtulurlardı.
Komplo yapmaya çaba harcamazlardı, nasıl olsa birileri onu denize fırlatırdı.
Amerikan dizilerindeki gibi güdümlü araba kazalarına da gerek yok, her şey spontan olmalı. Adalet Ağaoğlu'nun kazasındaki gibi.
Acaba dedim kendi kendime, kazayı yapan bir edebiyat sever miydi? Ağaoğlu'nu masası başında görmeyince bir boğa gibi kızıp arabayı üzerine sürdü. Yazı yazacğına fellik fellik sokaklarda dolaşıyor diye.
Yoksa iyi bir James Bond seyircisi mi, arabasının denizde de gittiğini sanan?
***
Adalet Ağaoğlu'nun ölüm-kalım savaşını biliyorum, operasyondan operasyona koşuşunun yakın tanığıydım.
Rahmetli gazeteci arkadaşım Semih Yazıcıoğlu'nun teorisi doğrulanıyor. İzafiyet Teorisi'nin bütün unsurlarını taşıyor.
Biz, kağnıdan otomobile çok çabuk geçtik, derdi. Bu yüzden erkekliğini gazda deneyen insanlardan uzak Kınalıada'da yaşardı.
Gerçekten otoyollarda yürüyen insanları görünce bunun doğruluğuna bir kez daha iman ediyorum.
Almanyadan yeni gelen bir arkadaşım, otoyol kenarlarında cola kutularını, kağıtları, mandalin kabuklarını görünce şaşırmış, demek ki insanlar burada yaşıyor ve karşıdan karşıya geçiyorlar diyor.
Şaşırıyor. Tabii o ıssız, çöpsüz, hayatiyet olmayan Almanya'daki otobanlara alıştığından, bizim canlılığımızı, dinamizmimizi idrak edemiyor. Hele gece yarısı otoyolun ortasında arabalarını durdurup göbek atanları havsalası almıyor. Çok Almanlaşmış. Sevincin, coşkunun yeri olur mu?
Gelelim ciddiyetin acı yanına.
İnsanlar icat etmedikleri aleti kavrayamıyorlar. Otomobilin icadında bizim payımız olsaydı, bu aletin nasıl uygarca kullanılacağını öğrenirdik.
Zekice kullanma yerine, kurnazlık yapıp çağanoz gibi, yanpiri yanpiri birbirimizden yol çalıyoruz.
***
BİNDİĞİMİZ arabaları kullanmasını bilmiyoruz.
Ne zaman öğreneceğiz. Medyumlar bile bu sorunun cevabını bilmiyordur.
Paylaş