Hiç kuşkusuz mecburi göçlerle istekle yapılan göçü ayırmalıyız.
Çünkü birinde bir başka ülkede, yeni bir düzen kurma girişimiyle gidersiniz.
Diğerinde ise göç etmeye zorlanırsınız. Ben mübadele işlemlerini de zoraki göçün içine koyuyorum.
Yıllardır oturduğunuz evden, semtten, komşularınızdan, yurdunuzdan, çeşitli mücbir sebepler altında başka yere gönderiliyorsunuz, yeniden bir hayat kurmanın ıstırabını ömrünüz boyunca unutamıyorsunuz.
Göç, bugün bütün dünyanın gündeminde. Savaşlar, işgaller, ölümler... Gün geçmiyor ki bir lastik bot batmasın. İnsanlar denizde boğularak ölüyor.
İKÜ’de (İstanbul Kültür Üniversitesi) açılan ‘Göç Kültürü ve Sanat’ sergisini gezdim.
İKÜ, değişik sergilerle, etkinliklerle dikkatimi çeken bir üniversite. Kurucusu Fahamettin Akıngüç’ün de girişimiyle oluşan bir resim koleksiyonları var.
Serginin açılışını
Çevirmenler için Çevirmenler Meslek Birliği’nden gelen e-postayı okuyalım.
“Merhaba.
Çevirmenler Meslek Birliği olarak 30 Eylül Dünya Çeviri Günü’nü kutluyor, bu özel günde çevirinin ve çevirmenin önemine bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.
Kültürel miras anıtlarla veya nesnelerle sınırlı değildir; insanlara, doğaya ve evrenle ilişkimize dair bilgi ve uygulamalar da kültürel mirasımızın bir parçasıdır. Bu kültürel mirasın, bir dilde üretilen bilim ve sanat eserlerinin, farklı dillere aktarılabilmesinin tek yolu çeviridir. Çevirmen, sahip olduğu donanımla, tarihin herhangi bir döneminde üretilmiş eserleri günümüze, farklı coğrafyalara taşır.
İletişimin sınırsızlaştığı, sınırların silikleştiği bir dünyada diyaloğu mümkün kılar, farklı kültürlerin birbirini tanımasına aracılık eder.
Ne var ki, böylesi saygın ve zor bir meslek icra eden çevirmenlerin hâlâ olumsuz koşullarda çalışmaya zorlandığını üzülerek belirtmek zorundayız. Yayıncılığın karşı karşıya olduğu ekonomik darboğazın çevirmene fatura edilmeye çalışıldığını görüyor, çevirmenin emeğinin değersizleştirilmesinin çare olmadığını vurgulamak istiyoruz.
Çevirmenlerin uzun yıllar mücadele ederek kazandıkları haklardan geri adım atmaları söz konusu değildir. Çevirmenler Meslek Birliği olarak bu alandaki haklı mücadelemizi ilk günkü gibi sürdürmeye devam edeceğiz.
30 Eylül Dünya Çeviri Günü’nün bu yıl da mesleki dayanışmamızı pekiştirmesi ve daha mutlu 30 Eylüllere vesile olması dileğiyle,
Bir bestecinin, sanatçının yapıtlarını başka seslerden dinlemenin ayrı bir lezzeti olduğu kanısındayım.
Özellikle düetler benim sevdiğim birlikteliklerdir. Bir başka sanatçının yorumu ile kendi yorumunun seslendirilmesi o şarkıya yeni bir müzikalite getirir.
Diskoteğimde ihmal edilmiş bir CD buldum ve gecikmeyi gidermek için yazdım.
CD’nin adı “Erol Evgin-Altın Düetler”(1)
Kimler var?
Sezen Aksu
Nükhet Duru
Candan Erçetin
Röportajla söyleşi kelimeleri arasında bir fark var mıdır? Kimilerine göre evet, kimilerine göre hayır. Söyleşinin daha serbest, doğaçlama bir tarz olduğu kanısındayım. Röportaj ise o alanı bilen, konuştuğunun yapıtları hakkında fikir sahibi olanların yaptığı tür.Tevfik İhtiyar’ın ‘Konuştuklarımız’ başlıklı röportajlar kitabını okurken bu fark üzerine düşündüm.
Önsöz, Mehmet Ergüven’in: “Tevfik İhtiyar’ın içtenlikle yaptığı söyleşiler bu alanda söz almak isteyen kişiler için fazlasıyla kışkırtıcı; çünkü kendi deyişiyle hazırlıksız yapılan bu konuşmaların içerdiği ipuçları nerdeyse satır aralarından önce gizlenmeye başlıyor, ama konuşmaları çekici kılan da bu doğallığın sonucu. Belki de bu yüzden ‘Konuştuklarımız’dan hareketle, adı geçen sanatçılar hakkında yazmaya kalkışanların işi pek kolay değil: Önemli olanın ayıklanması gereken yeri belirlemek bile başlı başına bir sorun çünkü.”
44 sanatçı yer alıyor
Bu tespite bir ekleme yapacağım; bu konuşmalar hazırlıksız yapılan bir çalışma değil. Konuşan bir yazı ustalığıyla, doğallığı kabul ettiriyor bize. 44 sanatçıyla yapılan konuşmalar, görsel tarihimiz açısından başucu kitabı olma özelliği taşıyor.
Böylesi konuşmaların önemi, eserin ötesinde yorumları okuduktan sonra yapıtlarına daha bilgili bakmamızı sağlamalarındadır.
Edebiyat dünyasında yazarın, şairin gizlerini keşfetmek tür olarak daha kolaydır. Ama görsel sanatlarda bu kolaylık sağlanamaz. Bu konuşmalar önemli bir anahtar işlevi görüyor. Sonrasında ya o resme, heykele yeniden bakma gereği duyuyoruz ya da bazılarını tanımamanın utancını metinlerle gideriyoruz.
Konuşulan sanatçılardan eserlerini bildiklerimin yanında şahsen tanıdıklarım da çoğunlukta. Bunca yıl sonra böyle olmasaydı doğrusu çok üzülürdüm.
Tarihi edebiyattan öğrenmeyi her zaman yeğledim. Tarihi geniş anlamda kullanıyorum, bunun içinde siyasi, toplumsal, bireysel tarih de yer alıyor. Göçleri de unutmayalım.
Önce Mıgırdiç Margosyan Kimdir? yazısını okuyun.
Bireysel tarihi ile tarihimizin birçok dönüm noktasıyla örtüşen bir yaşam.
Margosyan’ın Sesi bir şiirle başlıyor:
“bir eski zaman şehriydi Diyarbakır
her gelen kendinden bir şeyler katmıştı
bu şehri kadimden bir şeyler götürmeden evvel.”
Bu sevindirici bir kültürel yayılma...
Ancak beni tedirgin eden bir yanı var. Belediye başkanları değiştikçe, etkinliklerin niteliği değişiyor. Yalnız sanatsal eğilimler yüzünden değil, siyasal tercihler açısından da bu böyle.
Bu hafta içinde belediyelerin düzenlediği ve davet edildiğim etkinlikleri sıraladığımda, hareketliliğin sizi de sevindireceğini umuyorum.
Beylikdüzü Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Zeytinburnu Belediyesi, Kartal Belediyesi, Fatih Belediyesi, Bahçelievler Belediyesi, Sarıyer Belediyesi ve daha pek çoğu.
İstanbul dışındaki etkinlikleri saymıyorum. Ben sürekliliği belediye bazında tartışıyorum, hiç kuşkusuz bu etkinliklerin düzenlenmelerinde valilerin de rolünü unutmamalı.
Valilikler ve belediyeler eskisi gibi değil, yönettikleri kentleri, ilçelerini, beldelerini tanıtmak için yayın yapıyorlar. Bu yayınların iki dilde olması oraya giden yabancılar için de önemli bir kaynak oluşturuyor.
Türkiye’nin birçok yerinde kültürel etkinlikler için salonlar yapılıyor.
Buraların yönetiminde tek bir sakınca var. Siyasal eğilimlerin o merkezlerin programlarında da belirleyici olması. Bu, çoksesliliğin önünde bir engel.
Şener Türkmenoğlu’nun Eyüp-Yaşayanların dilinden...* kitabı bu anlayışı yansıtan bir çalışma.
Gerek İstanbul’da gerek Türkiye’nin herhangi bir şehrinde yaşayan biri mutlaka Eyüp’ü görmüştür, hele ramazanda mutlaka ziyaret etmiş, ibadetini yerine getirmiştir.
İstanbul’un bu çok eski semtinde yaşayan, yaşamış olan 640 kişiyle konuşulmuş.
Albüm/kitabın sayfa düzeni şöyle:
Genellikle aile reisinin biyografisi, fotoğrafı, ondan sonra kuşakların anlattıkları yer alıyor. Yazılara eşlik eden zengin bir fotoğraf arşivi de kitabı önemli kılıyor.
Eski bir semtin, başka bir deyişle mahalle dayanışmasının, hoşgörüsünün, dostluğun simgesi bir semt olma özelliği öne çıkıyor.
Türkmenoğlu, kitabın oluşum sürecini, ortaya çıkışını Önsöz’de belirtiyor.
“Hatıralarıyla Eyüp’ün son yüzyılına yolculuk...” yazının başlığı:
Fuar 25-30 Eylül 2018 tarihleri arasında TÜYAP Diyarbakır Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştiriliyor.
Fuarın Onur Konuğu Mıgırdiç Margosyan.
Kentlerde yapılan fuarlarda, resmi ve sivil toplum kuruluşlarının katkısı beni sevindirir, çünkü onlar bir fuara sahip olduğu oranda, o fuar da ilgi görür.
Bu gerekçeyle katkıda bulunanların adını vereceğim:
- Türkiye Yayıncılar Birliği
- Diyarbakır Valiliği
- Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
- Diyarbakır