Hediye sektörü, sanata, edebiyata da artık yaklaştı.
Kütüphanemde raf desteğini, kitap ayraçlarını çok severim ve kullanırım da. Raf destekleri sizin sevdiğiniz bir kitabı, bir olayı, bir anıyı canlı tutar.
Kitap ayraçlarının da ayrı bir güzelliği vardır. Gerçi şimdi eskisi gibi değil, her kitabın ayracı içinde var ama farklı objelerden yapılan ayraçların kullanılması da ayrı bir zevk. Sözgelimi çok sevdiğim baykuş ve papağanlı ayraçlarım var. Kaldığım yeri onların bana hatırlatması hoşuma gidiyor.
Bizde edebiyatçılarımız, sanatçılarımız adına yapılmış anı koleksiyonu, hediyelik obje ve eşya ne yazık ki yok.
Yabancı ülkelerin kırtasiye firmalarına baktığınızda pek çok yazar ve sanatçı adına yapılmış anı eşyasına rastlayabilirsiniz.
Mozart’tan başlayıp Ernest Hemingway’e, Agatha Christie’ye kadar bir isim için yapılmış kaleme rastlayabilirsiniz. Mozart’ın kalem kutusunda bir Mozart CD’si armağan etmişlerdi.
Saint-Exupery’nin Küçük Prens’i, Leonardo da Vinci’nin doğum yıldönümü, Fransız İhtilali’nin yıldönümü için yapılmış kalemleri hatırlıyorum.
Bizde nedense kırtasiyecilerimizin böyle bir girişimde bulunduğunu anımsamıyorum.
Arkas Koleksiyonu’ndan seçme eserlerden oluşan serginin kataloğunun başındaki yazılardan birkaç cümle alacağım.
Lucien Arkas, Önsöz’ünde akımın genel tanımını yazıyor:
“Post-empresyonist olarak anılan cüretkâr ressam kuşağının her bir üyesi Paris’in ilham verici atmosferinde, birbirleriyle etkileşim içinde, kendine has bir ifade biçimi yaratmaya çalıştı.
Birçok Avrupa ülkesinde de etkilerini göstermeye başladı.”
Önsöz’ü Arkas Sanat Direktörü Niko Filidis’in yazısı izliyor.
Yazının başında Pablo Picasso’nun bir sözü var:
“Bazı sanatçılar güneşi sarı bir lekeye dönüştürür. Bazıları ise zekâ ve yetenekleri ile sarı bir lekeyi güneşe...”
Filidis
221B dergisi* onlarla ilgili bir dosya yayımladı:
‘Sevgili Dostum Watson... - Polisiyede Yardımcı Dedektifler’
Dosyadaki yazılar:
Fulya Turhan - Ekrandaki Watsonlar.
Holmes’ü canlandıran aktör Jeremy Brett, Watson’ın önemine değiniyor:
“Hiç var olmamış bir adam için bir doğum günü kutlaması düzenlemek olağanüstü bir şey.
Holmes karakteri hiçbir zaman bildiğimiz anlamda var olmadı ancak dostu Watson’ın anlatısı, dedektifi zengin ve inanılır bir karakter kıldı.”
Oytun Özgür - Fransız Polisiyesinde Yardımcı Dedektifler.
Türküler o ülkenin bütün duygularını, acılarını, sevinçlerini yansıtır, onun için de bir tür, ülke hatta bölgeyi tanımak için birer turnusol kâğıdıdır.
Müzikle ilgilenmeye başladığımdan beri, müzik çeşitlerinin hepsini dinlerim. Ne var ki hangi müziği seversiniz diye sorduğumda bazı kişiler, güzel olan hepsini diye cevap verirler.
Onun güzellik ölçütünü tayin edemediğimden susarım.
Eski yıllarda gazino zamanlarında Türk müziği sanatçılarının yanı sıra, halk müziği sanatçıları da vardı. Böyle bir bileşim sunulurdu gazino müşterisine.
Şimdi türler ayrıldığı için böyle bir bileşime rastlanmıyor.
Müzeyyen Senar’ın, Zeki Müren’in okuduğu gazinolarda Muzaffer Akgün de, Zehra Bilir de türküler söylerdi.
Bir zamanlar radyolarda izahlı müzik başlığı altında türküler tanıtılır, örnekler verilirdi. Yurttan Sesler Korosu’nun konserleri sık sık radyolardan verilirdi.
TRT, bu tür öğretici programları yapabilecek tek kurumdur.
Deneme türünü seviyorsanız, deneme kitaplarını okuyorsanız, önce mutlaka Montaigne’i okumanız gerekir. Ben de deneme yazdığım için onun kurucu usta olarak önemini her zaman vurgularım. Birçok kavram, gündelik birçok düşünce üzerine çeşitlemeyi onun yazdıklarında bulursunuz.
“Deneme yazma yöntemi nedir” diye sorarsanız, “Eski ustaların izinden giderek bugüne varmasıdır” diye tanımlarım. Montaigne, yaşadığı çağın sorunlarını yıllar önce algılamış, yenilenmesi, bu eksen üzerinde yükselmesi işini de kendinden sonrakilere bırakmıştır. Denemenin iyisi, yüzyıllar arasında bağ kurar ve o bağ, dünden bugünü aydınlatır. Türk edebiyatında da deneme türünün önemli adları vardır.
Okuyucuya sesleniş
Montaigne gibi yazarları bir kez okumak yeterli değildir; ilk kelimeyi yazmakta zorlandığınızda, onu yeniden okuyun. Deneme yazmanın basit gibi görünen gizini keşfetmeden epey mesafe alırsınız.
Ahmet Bozkurt’un derlediği Montaigne’in ‘Denemeler’inin başında derleyenin bir incelemesini okuyabilirsiniz. ‘Önsöz’ünün başlığı, ‘Her Çağın Montaigne’i’: “Michel de Montaigne bütün zamanlara kendi benlik sunumunu dahil etmiş bir düşünür. Ele aldığı onca düşünce, kavram ve izlek, oylumlu yapıtı ‘Denemeler’in her satırında yer yer inceliklerle donanmış bir şekilde, yer yer de baskın bir görü olarak kendisini açığa çıkarır. ‘Denemeler’ bütün bir Rönesans düşüncesinin, din ve mezhep çatışmalarının arasında kalmış bir toplumun siyasal, dinsel tutkularına eşlik eden kin ve nefret duygularından kurtuluşa giden yolda patika açan yapıtlardan biridir. ‘Denemeler’, Montaigne’in bir nevi bellek arşividir.”
Montaigne okuyucuya bakın nasıl sesleniyor: “Ey okuyucu, işte iyi niyetli bir kitap. En başından itibaren seni, benim burada yalnızca kişisel ve özel bir amaca sahip olduğum; sana hizmet sunma kaygım olmadığı gibi, kendi ünüm için de bir kaygı duymadığım konusunda uyarıyorum. Benim gücüm, böyle bir niyet düzeyinde değildir. İşte böyle okuyucu, kitabımın konusu bizzat benim. Bu yüzden de boş zamanını bu denli önemsiz ve bu denli boş bir konuyla geçirmen makul bir iş değildir. O halde güle güle.”
Yaşama sanatı nasıl öğrenilir?
Denemenin, Montaigne’den bu yana süregelen en belirgin özelliği, buyurgan bir tavır taşımamasından kaynaklanır.
Anılarından söz ettiğinde bunu bir böbürlenme, bir övünme üslubunda anlatmazdı. O, işin içindeki mizaha değinir, o yanıyla sohbeti çekicilik kazanırdı.
Bazı dostlarım var ki, ne zaman tanıştığımı anımsamıyorum. Sanki doğduğum günden beri tanışıyorduk. Ara Güler de bunlardan biriydi.
Hayatını fotoğraflardan çıkarabilirsiniz, her fotoğraf karesi onun yaşamından bir andır.
Her şehrin bir sanatçısı vardır.
Onun fotoğraflarını görmeden o şehri tanıyamazsınız. Ara Güler benim için bir İstanbul şairidir. İstanbul’un yaldızlı görkemini pek çekmemiştir, çünkü gerçek İstanbul o değildir. Bir kar tipisindeki köprü, eve koşanlardan geriye kalan bir yalnızlığın fotoğrafıdır.
Eski İstanbul’dan bugüne uzayan görsel tarihi o çektiği fotoğraflarla yazmıştır.
Terk edilmiş, karlar altındaki Beyoğlu, Sirkeci o semtlerin tarihinden beri kentin tarihine uzar.
İnsanı öyle iyi tanır ki, işçilerin yüzündeki ifade bize bir öykünün ilk satırlarını çağrıştırır.
Kitabın adı:
‘Birlikte Yaşamak: Kültürel Çoğulculuğu Sanat Yoluyla Geliştirmek’.
İKSV’nin Kültür Politikaları kapsamında yayımlanan bu yedinci raporu Dr. Feyzi Baban ve Dr. Kim Rygiel tarafından hazırlanmış.
Editörü de Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece.
Sunuş’ta bir durum muhasebesi yapılıyor:
“2017 sonu itibariyle dünya genelinde zorla yerinden edilmiş yaklaşık 70 milyon insan, neredeyse yarısı on sekiz yaşın altında olan 25 milyon mülteci, kendi ülkesi içinde yerinden edilmiş 40 milyon kişi ve 3 milyondan fazla sığınmacı vardı. Herhangi bir devletle vatandaşlık bağı olmayan ve bu nedenle eğitim, sağlık, çalışma, kültürel hayata erişim ve katılım gibi birçok temel haktan mahrum olan insanların sayısının ise 10 milyona yakın olduğu tahmin ediliyor.
Türkiye 3.5 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık mülteci grubuna sahip bulunuyor. Bugün ulus-devletlerin durumu çifte bir meydan okumayla karşı karşıya. Bir yandan farklı etnik grupların baskısıyla karşı karşıya bir yandan da ulusal kimlik sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Biz burada bunu yaşıyoruz, Almanya’da yaşayan Türkler de uzun süredir bunu yaşadılar, azalsa da yaşıyorlar.”
Kitapta, bu konuda hükümetlerin uyguladığı politikaya da değiniliyor.
Fransız edebiyatının büyük yazarı, bizde her zaman okur bulmuş, beğenilmiştir.
Dosya şöyle adlandırılmış: “Evet ile Hayır Arasında”.
Dosyanın başındaki tanıtımda, yazarın kitaplarının neyi işlediğini, neyi, niçin yazdığını iletiyor:
“Ben varoluşçu değilim der Camus. Ölüm, kaygı, anlamsızlık, özgürlük gibi varoluşçulukta anılan temaları ele alsa da yaşamı da, sanatta da ‘tersi ve yüzü’yle alır. ‘Büyük yüreklilik ölüme olduğu gibi ışığa da gözlerimizi kırpmadan bakabilmektir’ der.”
Sunum, kitapları hakkında bir yorum niteliği taşıyor, onun edebiyat ve düşünce ilişkisinde nerede olduğunu saptamaya çalışıyor.
Hiç kuşkusuz bunların içinde ‘Yabancı’ ile ‘Sisyphos Miti’, insanın konumunu belirleyen yanlarıyla benim favori kitaplarım arasındadır.
Camus, bizi kavramlar üzerine düşünmeye çağırırken, bunun edebiyatla çok daha etkileyici bir özellik kazandığını göstermektedir. Anlamsızlık, insanın başkaldırışı, kötülükle mücadeleyi bir tarihi platform üzerine oturtur.
Dosyada kimlerin adı var?