Eğer araştırma, inceleme mesleğinizin vazgeçilmez bir parçası ise kütüphaneye ihtiyacınız bir ömür boyu sürecektir.
Eskiden belli saatlerde açık olan kütüphanelerimizin çoğu şimdi kapılarını 24 saat açık tutuyor. Çalışan, gündüz işinden ayrılamayanlar da bu saatler içinde kütüphaneye gidebiliyorlar.
Kütüphaneler artık sadece kitap okuyanların mekânı değil, bir ailenin zamanını geçirebileceği, kitaptan DVD’ye, CD’ye kadar her olanağın bulunduğu bir yer haline geldi.
Yavaş yavaş çeşitli ilçelerde bu tür kütüphaneler açılıyor.
Yerel yönetimlerin kültür projelerinde kütüphane konusuna ağırlık vermelerini, kütüphane ile ilgili her yazımda öneriyorum.
İstanbul’daki kütüphanelerin yer sıkışıklığını görüyorum. Beyazıt Devlet Kütüphanesi ile Taksim’deki Atatürk Kütüphanesi’nde gözlemlerim bu yönde.
Anadolu’daki kütüphanelerin durumunu bilmiyoruz, yer ve kadro sorunları olduğunu sanıyorum.
Büyük sitelere, orada yaşayanların toplanacağı, yararlanacağı kitaplık mekânı konulmasının imar müsaadesi verilirken şart koşulmasından yanayım.
Seyyan Hanım’ın söylediği Tangolar (1) benim için geniş bir perspektifin anılarını canlandırdı.
Seyyan Hanım’ın CD’si daha önce çıkmıştı. Ancak bu uzunçalar (LP), orijinal taş plaklardan yeniden kaydedildi.
Önemli çalışmayı hazırlayan ve arşiv malzemesi ile genişleten: Cemal Ünlü (A: 2, 3, 4, 6 plakları: Ohannes Untur).
LP çalan pikapların yükselişini yalnız müzik mağazalarında değil, kitapçılarda da görebilirsiniz. Eski günler gibi, amplifikatörü de üzerinde olan komple aletler de satılıyor.
CD vitrininin yanındaki LP’ler daha çok ilgi çekiyor ve satılıyor.
Bu kaydı dinlerken CD ile arasındaki farkı da kulaklarım ayırt edebiliyor.
LP kabında hayatı şöyle yazılmış:
Yıllıkların önemini ve gereğini her zaman belirtmişimdir. Şiir kitaplarını izleyenler bile birçok kitabın çıktığından haberdar olamıyorlar, hele dergilere ulaşmak mümkün değil. Önceden yıllık yapanların yakınmaları eleştirilerden kaynaklanıyordu. Ne kadar nesnel davranılırsa davranılsın sıfıra indirgemek mümkün değildir.
Arif Ay’ın hazırladığı ‘Şiir Yıllığı 2019’un ‘Sunuş’unda yıllığın rakamlarla ifadesi yer alıyor: “Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da altmış çeşit derginin beş yüze yakın sayısı tarandı.”
Ay, ‘2018 Şiirine Genel Bir Bakış’ yazısında bazı saptamalarda bulunuyor: “2018’de, önceki yıllarda şiir nasılsa yine aynı çizgiyi sürdürdü. 2018’de bu çizgiyi sarsacak, değiştirecek bir şiir atılımı, bir şiir olayı yaşanmadı. Ayrıca şiir sözcük tasarrufunun en elzem olduğu bir türken, gereksiz sözcük kullanımı en çok günümüz şiirinde görülüyor. Sözcük tasarrufundan ziyade, sözcük israfıyla karşı karşıyayız. Bu şiirin dokusunu zayıflatan unsurların başında gelmektedir. Bir Yahya Kemal’in, bir Necip Fazıl’ın, Ziya Osman Saba’nın, bir Behçet Necatigil’in şiirindeki Türkçenin tadına günümüz şiirinde de varma hakkı yok mu şiir okurunun?”
İçerik sıralaması şöyle:
· Seçilen Şiirler
· Dize Seçkisi: Arif Ay
· 2018’in Seçilen Şiir Kitapları Üzerine: Arif Ay
Orada şömineli bir salonda konuştuk.
Onunla geçen yıl İzmir’de Folkart Galeri’deki ‘Büyük Dâhi Gazi Mustafa Kemal’ sergisinin açılış kurdelesini birlikte kesmiştik.
Projeleri arasında beni en çok ilgilendiren ‘Tarihî Yarımada-Kadim Şehir’ oldu.
Hakkındaki kitaptan bir cümle:
“İstanbul’un yüzük taşı ‘Tarihî Yarımada’ yenileniyor. 8.500 yıllık tarihe sahip olan, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına hükümranlık yapan ‘Tarihî Yarımada,’ kadim şehir olarak yeniden düzenlenecek. Yılda 22 milyon turist ağırlama hedefinin çekim merkezinde bulunan ‘Tarihî Yarımada’ İstanbul’un yüzük taşı olarak parlayacak.”
Projeden bazı başlıklar:
Yurtdışındaki şehirlerin neredeyse hepsinde ‘old city’ var. Fatih’i, Suriçi’ni yeniden düzenleyeceğiz.
Gedik Sanat’ın katkılarıyla bir dinleti gerçekleştirildi.
Anma gününün bir özelliği vardı. Çanakkale Zaferi için bestelenen iki eserin de dünya prömiyeri ilk kez burada seslendirildi.
Dinletinin genel başlığı Yeni Ağıtlar’dı.
Böyle günlerde, kurumların anma etkinliklerine katılması medyanın da ulusal sorumluluğunun bir parçası.
Türk bestecilerinin dünyaya karşı kazanılmış bir zaferi işlemeleri hem toplumda yaygınlık hem de unutulmazlık kazandırıyor.
Milliyet’in düzenlediği bu etkinlikte, değişik müzik türlerinin genç değerleri icralarıyla dinleyenleri hayran bıraktılar.
Operadan halk müziğine uzanan çizgide çalınanlar ve söylenenler, Çanakkale’nin Doğu’dan Batı’ya nasıl bir coşku yarattığını, müzisyenleri de nasıl etkilediğini göstermektedir.
Türk Edebiyatı dergisinin hazırladığı Azerbaycan Edebiyatı Özel Sayısı* bu bakımdan ilgimi çekti.
Bu yıl da Türkiye’deki edebiyat festivalinin konuğu Azerbaycan’dı.
Dergideki ilk yazı:
Azerbaycan Edebiyatı:
Zengin Edebî Anane ve Çağdaşlık.
İsa Hedibbeyli
Aktaran: Özel Manas
“Azerbaycan halkı kadim ve zengin bir edebiyata sahiptir. Şifahî halk edebiyatımız mevzuu, türleri, mazmunları, kahramanları ve tefekkürü bakımından son derece orijinal olup Azerbaycan’ın asırlardır süregelen tarihî inkişaf yolunu, millî ve manevî varlığını ifade eder.
Yurtiçinde olduğu kadar dünya müzik arenasında da tanınmış, dünyanın birçok ülkesinde başarılı konserler vermiş, ödüller almış bir sanatçı için bu tür çalışmalar yapılması, önemli bir sanatçıya duyduğumuz sevgi ve saygının simgesidir.
Albümün başında Lila Müzik imzalı yazı onun yaşamının ve sanatının özetini vermektedir: “Piyanoya üç yaşında başlayan, TBMM’nin üstün yetenekli çocuklar için çıkarttığı yasa çerçevesinde Paris Konservatuvarı’nda öğrenim gören ve birincilikle mezun olan, Marguerite Long-Jacques Thibaud Piyano Yarışması, Kanada Montreal Uluslararası Piyano Yarışması, New York’taki Leventritt Yarışması’nda ödüller kazanan Erman, Amerika’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Japonya’ya dünyanın önemli salonlarında konserler vermiş, kayıtlar yapmıştı. 1971’de Devlet Sanatçısı unvanını alan piyanist, 21 Temmuz 2014’te aramızdan ayrılana dek konserlerini ve albüm kayıtlarını sürdürmüştü. Bu albümün çıkışı sırasında sanatçının ailesi, öğrencileri ve arkadaşlarından büyük destek aldık. Arkadaşları Sayın Ayla Erduran, İdil Biret, Gülsin Onay, ve Hüseyin Sermet, CD’de yer alan kayıtlar hakkındaki düşünce ve duygularını CD kitapçığı için kaleme aldılar. Değerli sanatçılarımıza yürekten teşekkür ederiz. İki CD’den oluşan bu albümü, müziğe yaklaşımı, alçakgönüllülüğü, seyirciyle kurduğu samimi bağ, özgürlüğüne düşkünlüğü, zengin dünyası, bitmek bilmeyen çalışma ve keşfetme arzusu, kendini sürekli yenilemesi ile müzik dünyasında özel bir yeri olan piyanist Verda Erman’ın aziz hatırasına adıyor, onu sevgiyle anıyoruz.”
Biyografisinde müzisyen bir aile ortamında yetiştiğini öğreneceksiniz.
Andante dergisinde yayımlanan öğrencilerinden Güray Başol’un yaptığı söyleşilerden bazı alıntıları okuyacaksınız:
“10-11 yaşlarıma geldiğimde müzik benim için doğal bir aktiviteye dönüşmüştü. Bazen başka bir eve gittiğimizde ‘Neden onlarda piyano yok? Bir şey çalmıyorlar mı? Şarkı söylemiyorlar mı?’ diye sorular sorarmışım.”
İlk konserinizi hatırlıyor musunuz?
“Beş-altı yaşlarımdan itibaren katılmış olduğum öğrenci konserleri dışında, ilk konserimi dokuz yaşında, İstanbul’da Saray Sineması’nda verdim. Birinci yarıda resital, ikinci yarıda ise Filarmoni Oda Orkestrası eşliğinde ve Ferdi Ştatzer’in yönetiminde Karl Ditters Von Dittersdorf’un Piyano Konçertosu’nu icra etmiştim.”
Bir yazarın kalıcılığının birkaç ölçüsü vardır. Bu ölçülerden önde geleni, yarattığı tiplerin, kahramanların bugün de aramızda dolaşmasıdır. Bu tipler, Doğu ile Batı arasındaki gelgitlerin yarattığı kültürel DNA’larımızın grafiğidir.
Esra Derya Dilek, hazırladığı ‘Gizli Mâbet’in ‘Önsöz’ünde bu ortada kalmışlık durumuna dikkat çekiyor: “‘Gizli Mâbet’ kitabının aynı adlı ilk öyküsünde; Batılı oryantalist Frenk’in Doğu kültürüne olan mistik, aşağılayıcı, irrasyonel bakış açısını ustalıkla eleştiren Ömer Seyfettin, ‘Tam Bir Görüş Adlı’ öyküde Batı kültürüyle benliğini kaybetmek suretiyle yozlaşmış sahte aydının temsilcisi Efruz Bey’i hicveder.”
Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketinin sahte, taklitçi kişiler ortaya çıkarmasını eleştirir. Siyasal çatışmalar arasında sıkılıp kalmış tipleri de böyledir. Onu sadece milliyetçi bir yaftayla değerlendirmek yanlıştır, dilin sadeleşmesinden yaşamın sadeleşmesine kadar birçok değerlerin konumunu ortaya koyar.
Kültürel gülünçlük
Birçok öykünün mekânı Tokatlıyan’dır. Tokatlıyan, İstiklal Caddesi’nde idi. Her kuşağın onunla ilgili anısı vardır; Ercüment Ekrem Talu’dan Nâzım Hikmet’e, Çetin Altan’a kadar...
Özümsenmemiş, taklitçi Batı’nın eleştirisidir bu. Beyoğlu için söylediği “Ne iğrenç Garp karikatürü yarabbi!”, gerçek Batı’yla taklidin mukayesesidir. Türkiye’nin sınırından çıkar çıkmaz ‘Muhteri-Fantezi’ bugün de tüketici çılgınlığının ta kendisidir:
“Bir Muhteri -Fantezi-
Kuruş kuruş kazandığım liraları avuç avuç harç etmek benim elimden gelmez. Masrafı iradıma uydurmayı hayatımın en büyük vazifesi sayarım. Fakat ahlak gibi vazife de muhite göre değişiyor. Memleketimizin hududunu aşınca her türlü fikirlerimiz, umdelerimiz altüst oluyor. Başka hava, başka muhit, başka ufuk bizde başka temayüller uyandırıyor. Biz bunun farkında olmuyoruz.”