Mağazalara girdiğinizde, bluetooth’dan pikaplara kadar çeşit önünüze açılmış.
Pikapları görünce Ece Ayhan’ın Fayton şirinden dizeler aklıma düştü:
“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının”.
Sevgili Ertuğrul Özkök, ben LP dinlerken derdi ki “Doğan Bey nasıl müzik dinliyor biliyor musunuz? Önden giden biri, pikabı taşıyor o da arkada hoparlörleri tutuyor.”
Aziz arkadaşım, zaman benden yana işledi; o da o zaman bir pikap almıştı hâlâ kullanıyor mu bilmem.
O dijital müzik dünyasından listeler yapıyor.
yumurta kapıya geldi ki artık her gün her televizyonda ekoloji haberleri, programları seyrediyorum. Benim gibi doğayı sadece Yaşar Kemal romanlarından bilen biri için, tehlike çanlarının çaldığını fark ettim. Açık Radyo’nun bir özelliği, birçok konuyu önceden fark etmesi ve bize fark ettirmesidir. Bir program daha kitaplaştı: ‘Açık Yeşil-Teorisi ve Pratiği ile Bir Ekoloji Rehberi’.
Yayına hazırlayanlar Ömer Madra ve Ümit Şahin.
Ekoloji, uluslararası sözlüklerde “Canlı varlıkların hem birbirleri hem de fizik çevreleriyle ilişkilerini ele alan bilim dalı” diye tanımlanıyor.
Bu kitap neymiş özetleyelim: “On yılı aşkın süredir Açık Radyo’da devam eden, Türkiye ve dünya çapında ekoloji mücadelesinin seyrini kayıt altına alan ‘Açık Yeşil’den bir ekoloji rehberi. Üstelik teorisi ve pratiği ile... Açık Yeşil’in bu birinci kitabı, her gün 150-200 canlı türünün yok olduğu, iklim krizinin tüm dünyanın gündemine oturduğu ‘İnsan Çağı’nda (Antroposen) çevre ve iklim hareketlerinin teorik temellerini ortaya koymanın yanı sıra Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından alan kayıtları ve mülakatlara yer verilen bir başvuru kaynağı niteliği taşıyor.”
Bu konu geçen gün televizyonda vardı...
Hepimiz her gün “Bu havalara ne oldu” diye soruyoruz. Eriyen buzların bir gün yaşadığımız eve kadar geleceğini hesaplayamıyoruz. Doğanın dengesi bozulduğu için aç kalan hayvanların şehirleri işgal ettiğini televizyonlardan seyrediyoruz. Ama bu konuda ne bilgilenmek istiyoruz ne de önlemleri söz konusu ediyoruz. İşte ‘Açık Yeşil’, bize ekolojik bilinci kazandırıyor. Her kitabın oluşum öyküsü benim dikkatimi çeker. Çünkü kitap okuma yöntemini ona göre tayin ederim. Anlaşılır bir dille konuşulmuş ve yazılmış bir kitap.
Okuduğunuzda, “Bu konu geçen gün televizyonda vardı” diyeceksiniz. Ayrıca doğayla, iklimle ilgili belgeselleri seyrediyorsanız, o zaman yüzeysel öğrendiklerinizi derinden, ayrıntısıyla öğrenmek isteyeceksiniz.
İlk kez Prof. Dr. Tuğrul İnal’ın çağrısıyla konuşma yapmaya gitmiştim. Adı bir salona verildi. İkinci kez de öldürülen öğretim üyesi Bedrettin Cömert’in anma toplantısına katılmıştım. Düzenlemeyi Barış Gümüşbaş yapmıştı.
Şimdi de kampus günlerinde bir konuşma yapmak üzere Rektör Prof. Dr. Halûk Özen’in çağrısıyla gittim.
Üç gün sürdü etkinlikler: 17-18-19 Nisan 2019.
Kampus bizim zamanımızda olmayan bir yer. En çok benim zamanımda üniversitelerde bir kantin vardı. O da küçük bir yerdi, sigara dumanından göz gözü görmezdi.
Geniş bir alanda her türlü etkinlik yapılıyor.
Hiç kuşkusuz üniversitenin en önemli yeri Hacettepe Sanat Müzesi. Özellikle eğitim kurumlarının kendi müzeleri olması önemli bir girişim.
Rektör Prof. Dr. Halûk Özen’in üniversitenin işlevi ve sanat müzesi üzerine verdiği bilgi:
“Çağdaş eğitim modeli ve temel bilimsel araştırmaların yanı sıra sanata ve sanatçıya önemli destekler sağlayan projeleriyle her zaman öncü rollerden birini üstlenen üniversitemiz, kurmuş olduğu sanat müzesiyle hiç şüphesiz bu rolü daha da pekiştirmiştir. Sanatın özgür, özgün, yaratıcı, eğitici, yönlendirici ve geliştirici nitelikleriyle beslenip özgür düşünceli, özgür iradeli, yaratıcı, üretken, çağdaş bir birey kimliğinin oluşabilmesi için geleceğe yönelik yapılan entelektüel yatırımlardan biri olarak Hacettepe Sanat Müzesi, üniversitemizin bu anlamda göstermiş olduğu görev ve sorumluluk bilincinin bir ürünüdür. Kuruluşundan bu yana (2005) çağdaş ve yaşayan müzecilik anlayışıyla hareket eden Hacettepe Sanat Müzesi, yıllar içinde özellikle sanatçıların yapmış oldukları bağışlarla önemli bir birikim sağlamıştır. Türkiye’de kurumsal düzeyde en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip olan müzemiz, bu haliyle Türk plastik sanatlarının yakın tarihine olduğu kadar bugüne de tanıklık etmek isteyenler için kapsamlı bir kaynak ve bellek oluşturmaktadır.”
Erzurum’dan sonra Bayburt’a 45 km uzaklıktaki Bayraktar Köyü’nde Hüsamettin Koçan’ın kurduğu Baksı Müzesi’ne gittim.
Bu yıl ikinci kez düzenlenen Doğu Anadolu Erzurum 2. Kitap Fuarı, Recep Tayyip Erdoğan Fuar Merkezi’nde 27 Nisan’da açılıyor. Fuar 5 Mayıs’a kadar sürecek.
Katkıda bulunan kuruluşlar:
- TÜYAP Anadolu Fuarları AŞ.
- Erzurum Büyükşehir Belediyesi.
- Türkiye Yayıncılar Birliği.
Bu fuarda 135 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu, söyleşi, panel ve çocuk etkinlikleriyle 40 kültür etkinliği düzenleyecek.
FUARA GELECEK YAZARLAR:
Türk ve dünya seyahat edebiyatından çeşitli eserlerini konu alan otuz beş bildirinin tartışılacağı kurultaya Türkiye’nin yanı sıra ABD, Azerbaycan, Danimarka, Finlandiya, Kazakistan ve KKTC’den seçkin bilim insanları katılıyor. Açılış konuşmalarının hemen ardından, benim yöneteceğim ‘Çağımızın Seyyahlarıyla Söyleşi’ başlıklı açıkoturumda Ahmet Yeşiltepe, Faruk Pekin ve Sedat Bornovalı konuşmacı olarak yer alıyor.
Üçü de gerek rehber gerek gazeteci olarak seyahat ve meslek notlarını aktaracaklar.
Kurultayın dikkat çeken oturumları ise şöyle:
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Divanü Lugati’t-Türk, Kutadgu Bilig gibi Türkolojinin kaynak eserleri üzerine yaptığı çalışmalarla ve yayınlarıyla tanınan Chicago Üniversitesi profesörlerinden Robert Dankoff’un bildirisi, ‘Evliya Çelebi: Travel Writer and Cartographer’ başlığını taşıyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Türkiye’deki yayımına da katkıda bulunan, bazı ciltlerini yayıma hazırlayan, Evliya Çelebi üzerine çalışmalar yapan Dankoff’un konuşması her bakımdan ilgi çekici olacaktır.
Dokuz ayrı oturumda sunulacak bildirilerde seyyahların İstanbul’a yaptıkları seyahatler ve yazdıkları seyahatnameleri üzerine yapılmış çalışmalar dikkati çekiyor. İlk iki oturumdaki bildirilerin geçmişte de, bugün de seyahatlerin merkezini oluşturan İstanbul üzerine olması doğal. ‘Bir Kadın Seyyahın Gözünden İstanbul’da Yeme İçme Kültürü’, ‘Fransız Seyyahların İstanbul Hakkındaki İlk İntibaları’, ‘17. Yüzyıl Seyyahlarının Gözüyle İstanbul’, ‘Daniel Rondeau’nun Gözünden İstanbul’un Yeni Sakinleri’, ‘Norveçli Yazar Knut Hamsun’ın İstanbul İzlenimleri’ gibi ilgi çekici bildiriler İstanbul’un geçmişine seyyahların gözüyle ışık tutacak.
Türk seyahat edebiyatı yazarlarının yabancı diyarlara yaptıkları yolculukları konu alan eserleri üzerine bildiriler de dikkat çekiyor. Finlandiya’dan Mervi Nousiainen, Şükûfe Nihal’in ‘1935 Finlandiya Seyahatnamesi’ni bildirisine konu ediniyor.
Kurultay kapsamında Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın’ın hazırladığı ‘Yüzler ve İzler: Kartpostallarda ve Pullarda Edebiyatçılarımız’ başlıklı sergi de görülebilir. Prof. Dr. Akalın’ın sergiye kılavuz kitap olarak hazırladığı aynı adlı eseri, ülkemizde kartpostalın tarihçesini, fotoğrafla buluşmasını, bir zamanlar yaşanmış kartpostal yasaklarını, kartpostal yayımcılarını konu ediniyor. Kartpostallar yakın zamana kadar seyahatlerin bir parçası, hatta kanıtıydı. İnsanlar gittikleri yerlerden yakınlarına kartpostallar gönderirdi. Osmanlı Devleti’nde kartpostalın XIX. yüzyıl sonlarında kullanılmaya başlanması, ardından da fotoğrafla buluşması sonucunda şehir manzaraları, insanlar, sokaklar, gemiler, trenler kartpostallara konu olmuştu. 1890’lardan itibaren de Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ebüzziya Tevfik, Recaizade Ekrem, Ahmet Mithat gibi edebiyatçılarımızın kartpostalları basılmaya başlanmıştı. İlk kez 1940’ta Namık Kemal’in yüzüncü doğum yıldönümü anısına çıkarılan pullarla da edebiyatçılarımıza posta pullarında yer verildi. O günden bugüne pek çok pul çıkarıldı edebiyatçılarımız anısına... Sergideki kartpostalların tamamının görsellerinin de yer aldığı kitap, katılımcılara armağan edilecek.
*
Piyanist Hande Dalkılıç’ın şimdiye kadar çıkarmış olduğu Türk bestecilerine ait eserlerin yer aldığı CD’leri ve birçok Türk eserin ilk icrasını gerçekleştirmiş olması onun “Türk piyano mirasını koruyup geliştiren sanatçı” olarak nitelenmesine yol açmıştır.
Türk bestecilerinin kayıtları şöyle sıralanıyor.
Ahmet Adnan Saygun’un solo piyano için eserleri (BMP),
Ahmet Adnan Saygun Piyano Konçertosu Op.34, Nr.1 (BMP),
Cemal Reşit Rey Piyano ve Orkestra için “Kâtibim Çeşitlemeleri”,
Muammer Sun “Yurt Renkleri” (Kalan),
Ulvi Cemal Erkin “Piyano Solo İçin Tüm Eserleri” (Kalan),
Çetin Işıközlü “Yukarı Fırat Ezgileri” (Kalan).
Necip Fazıl’ın tiyatro eserleri üç cilt halinde yayımlandı.
Birinci ciltteki eserler:
Çok tanınmış oyunlarından biri olan ‘Bir Adam Yaratmak’ın başında bir açıklama yer alıyor:
“Bu piyes bir ‘Crise-Intellectuelle’, bir ‘fikir buhranı’nı çerçevelemek gayretinde... Apaçık ve yapayalnız hiçbir tezi yok... Fakat iç içe birçok tezleri ve başlı başına birkaç ana tezi var.”
‘Para’nın başında oynandığı yıl bilgisi veriliyor: “‘Para’, ilk defa Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konmuş ve 1941-1942 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda temsil edilmiştir.”
“Vak’a meçhul bir tarihte, meçhul bir memlekette geçer...”
‘Tohum’un başında ‘Tiyatro ve Tohuma Dair’ başlıklı yazıyı okumalısınız: “Bence sahne toprak üstüne tebeşirle çizilen esrarlı bir dörtköşe...
Öyle bir dörtköşe ki, uçsuz bucaksız hayatın en başıboş kıvrılışları onun darlığı içine sığdırılacak, dışardaki (realite)sinden hiçbir şey kaybetmeden ona sığan hayat, dışardaki genişliğe sığmayacak kadar hudutsuz güzellik tecellilerine orada kavuşacaktır.”
Kitaptan bazı alıntılar yapalım:
“Yarım yüzyılı aşan çabalarımızın sonuçlarını topluca yansıtan bu yayın, bir bakıma ülkemizin ‘doğal-tarihsel-kültürel’ varlıklarının geçirdiği tüm evrelerini de içeriyor. İnsanlık-uygarlık tarihinin sağlıklı yazılmasının bir yolunun Anadolu topraklarından geçtiğini düşünürsek, uzun süreli yükümlülüğümüzün boyutları da bu süreçte daha doğru belirlenmiş olur.”
Sevgili arkadaşım Metin Sözen’in bu yazdıkları büyük ölçüde yaşamının özetidir. Bütün Türkiye’yi dolaşmış, Anadolu’nun kültürel varlığını yaşatmak, korumak için büyük çaba göstermiştir.
Yazının ardından Edip Cansever’in şiirinden alıntı yapılıyor...
“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine