Paylaş
Kaynayan kurbağa hikâyesi, genellikle mecazi bağlamda ve insanların aşamalı değişikliklere karşı uyanık olması gerektiği, aksi halde nihayetinde istenmeyen bazı sonuçlarla karşılaşabilecekleri mesajıyla anlatılır. İklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın etkisini anlatan güzel bir metofor olarak değerlendirebiliriz.
Yavaş yavaş ısınan dünyamızda insanlığın durumu KAYNAYAN KURBAĞA SENDROMU (BOILING FROG SYDROME)’na benzetilmektedir. Sanayi devriminden bu yana dünyamız 1,1 derece ısındı ve ısınmaya devam ediyor. 1976 yılında kırmızı ile gösterilen alanlar sıcaklık anomalisini gösterirken, 2022 yılında neredeyse her yerin kırmızı olduğunu üzülerek görebiliyoruz. Bu ısınmanın önüne geçmek için 2015 yılında imzalanan Paris anlaşması ile küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında sabitlemek ve ısınmanın sanayi öncesi seviyenin 1,5 derece üzerinden fazla olmaması amaçlanmaktadır. Ancak Paris anlaşması 2015 yılında gündeme geldiğinden beri üzerinden 7 yıl geçti ancak ülkeler taahhüt ettikleri azaltımı maalesef yerine getirmediler. Ülkelerin 1,5 derece hedeflerine yönelik ortaya koydukları taahhütler, ısınmayı bu sınırda tutmaya yeterli değil. Üstelik, Paris Anlaşması’nın ortaya koyduğu iddialı 1,5 derece hedefine uyum sağlamak içinse kolektif çabanın yedi kat daha yüksek olması gerekiyor.
SORUMLULUK ALMALI
Tüm ülkeler, hükümetler, iş dünyası ve toplumlar iklim değişikliğinin gidişatında belirleyici olan önümüzdeki on yılda, bilime dayalı kararlar vermeli, küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefini benimseyecek sorumluluklar almalıdır.
İklim değişikliği ile mücadelede çalışmaları kapsamında, ilimiz için 2017 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından “Sürdürülebilir Enerji ve İklim Değişikliği Uyum Planı (BUSECAP)” hazırlanmıştır. Yapılan iklim projeksiyonlarına göre, Bursa’da 2040 yıllarından sonra sıcaklığın ciddi oranda artacağı, bu artışın yüzyıl sonunda 3 dereceyi göreceği belirlenmiştir. Yağış projeksiyonlarına göre ise yüzyılın ilk yarısında ortalama üzeri olan yağış değerleri, ikinci yarısında azalacaktır. Yüzyıl sonunda ise yağış miktarının dramatik bir azalış göstermesi öngörülmektedir. Sıcaklıkta mevsimsel değişkenliğe bakıldığında, kışın azalma eğilimine (0.5 dereceye yakın) karşın, yaz mevsiminde son 30 yılda 2 dereceye yakın bir artma trendi görülmektedir. Bu değerler size küçük ve önemsiz gibi görünebilir. Ama bir de şöyle düşünün… Peki sizin vücut sıcaklığınız 37.5 dereceden 39.5 dereceye çıktığında kendiniz nasıl hissediyorsunuz? Normal rutin hayatınıza dinç ve sağlıkla devam edebiliyor musunuz? Dünya içinde bu böyle işte..!
YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU
WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) 2022 yılı için Yaşayan Gezegen Raporu yayınladı. Rapora göre 50 yıldan kısa bir süre içinde küresel Yaşayan Gezegen Endeksi’nde üçte iki oranında şok edici bir düşüş görüldü. 2022 küresel Yaşayan Gezegen Endeksi, 1970 ve 2018 yılları arasında izlenen yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69’lik bir düşüş olduğunu gösterdi. Latin Amerika, ortalama popülasyon bolluğunda en büyük bölgesel düşüşün yaşandığı coğrafya (% 94) olarak belirtilirken, izlenen tatlı su türlerinin popülasyon eğilimlerinde de sert bir düşüş (%83) yaşandığı raporda yer aldı. Bu demek oluyor ki biyoçeşitliliği kendi ellerimizle yok ediyoruz. Her yıl Portekiz büyüklüğünde bir alana karşılık gelen yaklaşık 10 milyon hektar ormanı kaybediyoruz ki ormanlarımız çocukluğumuzdan beri bizim akciğerlerimiz, oksijen kaynağımız olarak anlatılır.
KIRMIZI ALARM
WWF Küresel Direktörü “Küresel COVID-19 salgını birçoğumuza aslında ne denli kırılgan olduğumuzu gösterdi. Doğaya sorumsuzca hükmetmeye devam edebileceğimiz, doğayı hafife alabileceğimiz, kaynaklarını savurgan ve sürdürülemez bir şekilde kullanabileceğimiz ve herhangi bir bedel ödemeden doğal kaynakları düzensiz bir şekilde dağıtabileceğimiz yönündeki varsayımların ne kadar geçersiz olduğunu görmeye başladık” sözleriyle Gezegen ve İnsanlık için Kırmızı Alarm durumunda olduğumuzu vurguluyor.
DOĞAYLA PAZARLIK OLMAZ
İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı, sadece ekolojik değil, aynı zamanda ekonomi, kalkınma, güvenlik, toplum, ahlak ve etik boyutları olan meselelerdir. Çevresel bozulmanın büyük bir kısmından sanayileşmiş ülkeler sorumlu olsa da bu duruma karşı en savunmasız olanlar, yoksul ülkeler ve yoksul insanlardır. Doğayı koruyup onarmadıkça ve insan kaynaklı iklim değişikliğini sınırlandırmadıkça, özellikle gıda ve su güvenliği, sağlık ve kaliteli yaşam, yoksullukla mücadele ve daha adil bir dünya gibi sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşmak imkansız olacaktır. Ortaya çıkacak felaketleri telafi etmek için harcanacak ekonomik kaynaklar, felaketler yaşanmadan önlemler için harcanmalıdır. Zira, doğayla pazarlık olmaz…
“Doğa ile savaş hâlindeyiz, kazanırsak kaybedeceğiz”.
Hubert Reeves
Paylaş