19 Kasım 2001
Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda <B>‘‘Oynamadan kazanmayı’’</B> alışkanlık haline getirdi.. 24 lig maçında tam tamına 72 puan.. Olağanüstü bir rekor. Ancak, 90 dakika iyi oynayarak, taraftarına zevk vererek kazandığı maçların sayısı 5'i geçmez. Ağır aksak, iki ileri bir geri taktiğiyle, slow yaparak, biraz da şansınla işi belki götürürsün ama, nereye kadar? Vallahi, ben bu stadın ‘‘Sihirli’’ olduğuna ciddi ciddi inanmaya başladım..
Koca bir ilk yarı, G.Birliği karşısında dişe dokunur bir tek pozisyonun yok. Kaleci Patrick ense yapmış, dinleniyor. Serhat bir sağa, bir sola amaçsızca yalpalıyor. Oktay, top alamamaktan ötürü ‘‘Ya sabır’’ çekiyor. Orta alanda doğru dürüst pas yapılamıyor. Savunma, Youla karşısında aciz. Zaten, ilk 45 dakika içinde tek gollük fırsatı da Youla yakalıyor. F.Bahçe defansını ipe dizer gibi geçiyor ama, Rüştü engeline takılıyor.
RÜŞTÜ FAKTÖRÜ
İkinci yarıda Yusuf'un yerine Ceyhun, Ali Akdeniz'in yerine Hakan Bayraktar oyuna giriyor, Abdullah sol kanada çekiliyor. Üç dakika içinde F.Bahçe'nin Patrick'i uykudan uyandıran üç şutu da bunlardan geliyor. Bu Ceyhun ile Hakan Bayraktar'ın oynaması için, ille de takımın sapır sapır dökülmesi mi gerek? Ceyhun gibi, teknik kapasitesi yüksek, topa iyi vuran, ustaca driplinglerle adam eksilten bir oyuncu, bu F.Bahçe takımında kendini hiç sıkmadan, elini kolunu sallaya sallaya oynar. Sarı lacivertlilerin ilk yarıya kıyaslanamayacak oranla etkin oynamasında, Ceyhun'un, Hakan'ın ve de bir topu direkten dönen Abdullah'ın önemli rolü var. Rüştü'yü yazmazsam, yazıdan iki satır kurtarırım. Hep aynı şeyler, aynı methiyeler.. Ama gene de yazacağım. O, bir dünya markası ve F.Bahçe'nin herşeyi.
Sonuçta, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın sihiri gene bozulmuyor.. Bunu izah etmek, şerefsizim ki, mümkün değil.. Sihiri bozmak isteyenlere, tek bir tavsiyede bulunabilirim: ‘‘David Copperfield'e başvursunlar!’’
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2001
Yanımdaki koltukta <B>Orhan Kaynar</B>'ın en güzel fotoğrafı.. Etrafı karanfillerle süslenmiş.. Nasıl hüzünlü bakıyor sahaya, bir bilseniz.. O tribünler ki, 5 yıldan beri böylesine dolmamış. İğne atsan yere düşmüyor. Kulakları sağır edecek ölçüde müthiş bir tezahürat da var. Orhan, ‘‘Bu coşkuyu yıllardır yaşamadım.’’ der gibi..
Ben de kötüyüm. Gözlerim dolu dolu, tüylerim diken diken.. Hey gidi Orhan hey.. Trabzonspor maçını seninle birlikte böyle mi seyredecektik? Ne diyelim: ‘‘Yalan dünya, her şey bomboş..’’
Oyun, Trabzonspor açısından ‘‘yürek hoplatan’’ biçimde başlıyor. Gökdeniz'in kaptırdığı topla doğan pozisyonda Hasan, Metin Aktaş'la karşı karşıya iken topu dışarı atıyor. Trabzonspor yavaş yavaş maça ısınıyor. Arka arkaya yakaladıkları fırsatlarda, Ömer engeliyle karşılaşıyor. Da Silva, Somers, Zafer'in vuruşlarına geçit vermeyen hep o.. Sağ dışta oynayan Gökdeniz çok kötü. Her topu ya kaptırıyor, ya kullanamıyor. G.Antep yerden oynadığı zamanlar çok tehlikeli geliyor.
DOKUZ DOĞURDULAR
Havadan etkili olan ve Fatih'le Hasan'ı yakın markaja alan Cem-Macit ikilisi, yerden sık sık gedik veriyor. Orta sahada Marco Aurelio enfes bir futbolcu. Ayağını iyi kullanan, mücadele eden, top kazanan bir oyuncu. Somers'deki ciğer kimsede yok. İki kişilik koşuyor. Da Silva hücumda yalnız kalmasa, daha iyi beslense, Trabzonspor gole erken kavuşacak. Ancak, Karadeniz ekibinde kanatlar iyi çalışmıyor. Bordo mavililer oyunu geniş alana yayamıyor ve çoğunlukla ortada sıkışıp kalıyor.
G.Antep, Krivov'un kırmızı kart görmesiyle 55 dakika 10, Mehmet Polat'ın oyundan atılmasıyla da son 6 dakika 9 kişiyle mücadele ediyor. Tempolu oynanan bir müsabakada 2 kişinin eksikliği çok önemli. Kırmızı siyahlılar buna rağmen oyunun tamamında rakibi ile başabaş boğuşuyor. Trabzonspor 9 kişilik rakibi karşısında iyi oynamamasına karşın sahanın en kötüsü Gökdeniz'in son dakika golüyle 3 puanı ‘‘güç bela’’ kurtarıyor. Ama, Avni Aker'de herkes, tam anlamıyla dokuz doğuruyor!
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2001
Yanımda bambaşka bir keyifle sigarasını tüttürüyor. <B>‘‘Aman alkol almasın da, sigarasına razıyım’’ </B>diyorum, kendi kendime.. Çünkü alkol, hastalığı nedeniyle ona tamamen yasak.. ‘‘Bak, bak’’ diyor, bana doğru dönerek.. ‘‘Beşiktaş'ı perişan ediyoruz. Uzun yıllardır İstanbul'da ilk kez yüzüm gülüyor. Hele şu Brezilyalılar yok mu? Üçünün toplamı 90 bin dolar. Ayrıca, ayda biner dolar da maaşları var..’’
Yanıtım hazır: ‘‘Onları Özkan Sümer aldı. Hani şu, beğenmediğin başkan. Teknik direktörken ben beğenmediğim zaman, aleyhime yazardın. Şimdi ben takdir ediyorum, sen yorum yapmıyorsun. Bir Mehmet Ali Yılmaz'a takılmış gidiyorsun. Bu vefana karşılık, uğurlanma töreninde sana ne dostluk gösterisi(!) yaptı biliyor musun? İyi ki de görmedin, yoksa bir kez daha ölürdün..’’
Son iki cümlemi anlamıyor. Öbür söylediklerim için de bir yorum getirmiyor. Ama, sigarasını bir tüttürüyor ki sormayın gitsin. İliğine kadar çekiyor adeta. Sadece Brezilyalıları değil, terinin son damlasına kadar akıtan tüm bordo-mavili futbolcuları beğeniyor. Maçın bitimiyle birlikte yazısını da bitiriyor ve gazeteye yazdırıyor. Rahatlamış bir şekilde, çok değer verdiği, hasta Trabzonsporlu oğlu Ali Turhan'ı cep telefonundan arıyor. Onu kutluyor. Aralarında, maçı bir kez daha tartışıyorlar. Stattan ayrılırken bana sarılıyor, sarılıyor.. Gidiş o gidiş...
‘‘Zırr.. Zırr.. Zırr..’’ Çalar saatin sesiyle uyanıyorum. Bir gece önce maçı televizyonun başında aynı duygularla seyrettiğim için, rüyama da yansımış.. Uykuya devam etmek istiyor, başaramıyorum..
KEŞKE YAŞASAYDIN DA...
Ah Orhan Kaynar ah... Trabzonspor konusunda fikirlerimiz hiç uyuşmazdı. Benim ak dediğime sen kara, benim kara dediğime sen ak derdin. Köşe yazılarımız, aynı gün yanyana çıkardı. Birçok kez de benim aleyhime yazdın. Ama, birbirimizi severdik. Kimsenin lafının altında kalmamama rağmen, sana yanıt vermedim. İyi ki de vermemişim. Keşke yaşasaydın da, her hafta aleyhime yazsaydın. Ölümünden bir ay sonra 21 yaşındaki çok sevgili oğlun Ali Turhan, ondan 10 gün sonra da senden 7 yaş küçük kızkardeşin Hülya, yaşama veda etti. Tanrı hiç olmazsa, onların dayanılmaz acısını sana yaşatmadı..
Ara sıra memleketine gidip, seni anacağım. Gittiğin yerleri ziyaret edip, iki kadeh atacağım. Yanıma, kardeşlerin İsmet ve Mustafa'yı da alıp, Avni Aker'deki maçlar sonrası seninle Trabzonspor'u tartışacağım.
Ama sakın unutma..
Sen de, yanına aldığın oğluna anlatacaksın sonra!
Yahya Kemal ne demiş, hep hatırla orada:
‘‘Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde/ Gönlü buhurdan gibi yıllarca tüter/ Ve serin selviler altında yatan kabrinde/ Her gece bir gül açar, her seher bir bülbül öter.’’
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 1998
Aynı çocuklardı onlar.. Hani, dörder gol yediğimiz Arnavutluk ve İsrail maçlarında yerden yere vurulan, aşağılanan.. Aynı teknik direktördü o.. Belçika'ya 3-1 yenildiğimiz maçtan sonra, bir kendini bilmezin kafa darbesiyle yere yıkılan.. Hazırlık maçlarının ardından, ‘‘dört dörtlük teknik direktör’’ denilerek alay edilen.. En büyük kusuru olan ve eleştiriyi hakettiği ‘‘mesleki tembellik’’ dışında, acımasızca yargılanan..Şimdi o futbolcular ve o teknik direktör, eller üstünde tutuluyor. Sayfalarımız, ekranlarımız, günlerdir onların emrinde.. Hepsine, ‘‘milli kahraman’’ gözüyle bakılıyor.İfrat ile tefrit, işte buna denir.. Sevinç ve üzüntüde aşırıya kaçmak, ölçüyü kaçırmakta üstümüze yok. Onlar ne kahraman, ne de hain.. Şu bir gerçek.. Türkiye'nin Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine katılmak için büyük şansı var. Kuzey İrlanda, Finlandiya, Moldova, Avrupa'nın zayıf ekipleri arasında.. Kıbrıs Rum Kesimi'nin İspanya'yı devirdiğini, İzlanda'nın Dünya şampiyonu Fransa ile berabere kaldığını anımsarsak, Avrupa'da bu üçünden daha zayıfının pek bulunmadığını görürüz. Almanya ise yeni bir yapılanma içinde.. Takımını gençleştiriyor. Bu ekibin uyum sağlaması, oturaklı hale gelmesi, zamana endeksli.. Nitekim, hazırlık maçlarında Malta'yı güçlükle 2-1 yenip, Romanya karşısında beraberliği son dakikalarda attıkları golle kurtarabildiler. Eleştirilerden bunalan teknik direktör Berti Vogts'un istifası da, sorunların üzerine tuz biber ekti.Bu ‘‘milli piyango’’, bize çok şeyler vadediyor ! Elimizdeki biletle, büyük ikramiyeye yakınız.. Böyle bir grupta, Almanya'nın üstünde yer alamasak bile, ‘‘en iyi ikinci’’ sıfatıyla finallere direkt katılma şansımız gözardı edilemez. Bundan sonraki 3 maçımızın evimizde olması, avantaj.. Cebimize üçer üçer girecek puanlar, milli takımımızı deplasmanlara moralli götürür. En büyük silahı moral olan bir milletin çocukları için de, bu büyük nimet..Lütfen, bu kez de dereyi geçip çayda boğulmayalım. Hollanda gibi bir devden 4 puan almamıza rağmen, Belçika'ya iki kez yenilerek Dünya Kupası finallerine gidemediğimizi unutmayalım. Ne günlük başarılarla avunalım, ne birbirimizi yiyelim.. Sevincimiz de, üzüntümüz de ölçülü olsun. Atina'nın ünlü tragedya yazarı Euripides'in şu sözünü de her zaman hatırlayalım: ‘‘Akıllı davrananlara, şans yardım eder !’’
button
Yazının Devamını Oku