Paylaş
Bölgede tamamen profesyonel ekipler veya devlet kurumlarınca mutfaklar kurulmalı. Ancak o zamana dek şef ve gönüllülerin gidip yemek pişirmeye devam etmesi şart.
Depremle ilk kez 1999 yılında tanıştım. 17 Ağustos depremi olduğunda ailemle birlikte Bolu’daydım. 9 yaşındaki bir çocuk için geceyi dışarıda geçirmek korkutucuydu ama bir o kadar da macera gibi görünmüştü gözüme. Hatırlıyorum; herkes yakınlarıyla ilgileniyor, ara ara da soluklanırken gökyüzüne bakıyordu. Kasımda bu kez Düzce’de deprem oldu. Dedem ve anneannemin evi hasar alınca çadırda yaşamaya başladılar, tam 1 yıl seneyi o çadırda geçirdiler.
Adıyaman’daki KYK yurdunda, koca kazan başında yemek pişirirken işte aklımdan bunlar da geçiyordu. Kahramanmaraş depremlerinin ardından İstanbul’dan yola çıkan 7 gönüllüydük. 1 hafta Adıyaman’da kaldım. Her gün 30 bin kişiye yemek çıkardık. Sabah 7.00’de başlıyor, 23.00’e kadar durmuyorduk. Soyulan sebzeler, soğanlar, kaynayan devasa tencereler... Musluk suyunun kullanımının yasak olduğu bir bölgede kuru fasulyelerin pet şişelerdeki sularla ıslatılması, kaynatılması ve bulaşık operasyonu derken elbette arada aksaklıklar, gecikmeler oldu. Ama mutfakta çalışan kimse birbirinden desteği esirgemedi.
ENKAZDAN ÇIKIP YARDIMA GELDİLER
Şef Ali Ronay, şef Ceyda Baza, Kapadokya’dan gelen Orhan Şef ve ekibi, Antalya’dan gelen Mehmet Şef ve ekibi, İstanbul’daki Vegan Kasap’ta birlikte çalıştığımız şef Yaren Nalbant... 12 saat enkaz altında kalan ve sonrasında Adıyaman’a gelip bize yardım eden Mazlum, Ercan ve Doğukan’a da ayrıca bir teşekkür etmek isterim.
Adıyaman’da yemek dağıtırken zaten haftada 1 ya da 2 gün çıkan etli yemeklerin içinden eti çıkararak vermemi isteyen birçok kişi oldu. En az pişen şey taze sebzeydi. Yalnızca bir gün, kısıtlı malzemelerle hazırlanmış salata verebilmiştik. Çoğu zaman çorba, pirinç pilavı, bulgur pilavı, erişte ya da makarna oluyordu. Ana yemek olarak da nohut, fasulye, yeşil mercimek gibi bakliyat çeşitleri... Yine protein oranı yüksek ama bakteri üremeden saklaması, hayvansal ete göre daha kolay olan seçenekler devreye sokulabilse keşke... Mesela soya proteini ve bezelye kıyması... Çadırkentlerde ve evlerde kullanılması da teşvik edilebilir.
Orada bulunduğum süre boyunca bakanlığın neredeyse her gün denetim yaptığını belirtmek isterim. Zorlu şartlarda ve onbinlerce kişinin sağlığını ilgilendiren bir yemek yapımı söz konusu olduğundan bu gıda güvenliği denetimleri çok önemli. Bu denetimlerin devam etmesi kadar bölgeye yardımların sürmesi ve yardımların planlı-programlı hale getirilmesi de bir o kadar önemli. Adıyaman, Gölbaşı’ndaki evi yıkılan, ismi bende saklı bir İngilizce öğretmeni “Bizzat yaşadım. Yemekhanedeki insanların insafına kaldık, istediklerinde ürün paylaşıyorlar, istemediklerinde paylaşmıyorlar, pişen yemekleri görme şansımız olmuyor” diye anlattı. Tamamen profesyonel ekipler veya devlet kurumlarınca mutfaklar kurulmalı ama elbette o zamana dek şef ve gönüllülerin, kendi çabalarıyla bölgeye gidip yemek pişirmesi gerekecek. Ancak seyyar tuvalet sayısı az, yazının başında da bahsettiğim gibi musluk suları kullanılamıyor. Dolayısıyla şefinden gönüllüsüne, yardıma gidecek herkesin çok yorulacağını bilerek, bu şartları kabul ederek gitmesi önemli.
Orada bulunduğum süre boyunca bakanlık neredeyse her gün denetim yaptı. Bu denetimler devam etmeli.
Biz oradayken birçok çocuğa oyuncak da ulaştırdık. 1999’da ailesi sağ kalmış bir çocuk olarak yıllarca en ufak bir sarsıntı hissettiğimde kaygılanıyordum. Bölgedeki çocukların kaygılarını tahmin dahi edemiyorum. Oyuncaklar sadece onların değil, aile ve yakınlarının da yüzlerini güldürecektir. Yemekten kıyafete, barınmadan psikolojik desteğe her konuda yardımı sürekli kılalım, onları yalnız bırakmayalım.
En az pişen şey taze sebzeydi. Yalnızca 1 gün kısıtlı malzemelerle hazırlanmış salata verebildik.
*Deniz Yoldaç, İstanbul Moda’daki Vegan Kasap’ın kurucu şefi.
Paylaş