Paylaş
Hem Urla’nın yapısına uygun, hem de çok özgün...
Bugün size beğendiğim mekanlardan birini anlatmak istiyorum.
Adı Mahfel...
Mahfel, Urla’nın içinde...
Bu güzel yeri işleten kişi ise, Gamze Kutlukaya...
Gamze tam bir Urla aşığı...
Onu Mahfel kadar Urla’nın değişimi de ilgilendiriyor.
O yüzden sivil toplum örgütlerine yoğun destek veriyor, bu şirin yerin bozulmadan, ama özgün bir marka gibi özenle işlenerek dünya çapında olmasını istiyor.
Aslında çok uzun zamandır bu isteği Urla tutkunlarında görüyorum.
Yaşadıkları yere sahip çıkan, elindeki değerleri bilen, akılcı ve günün koşullarına uygun lobicilik projelerini takip eden önemli insanlar bu bahsettiklerim.
Gamze de işte bunlardan sadece biri...
¡¡¡
Mahfel nasıl bir yer?
Biraz bu özel mekandan bahsedeyim.
Mahfel, diğer Sakız tipi evler gibi 1800’lü yılların sonunda yaptırılıyor.
Sahibinin Rum bir üzüm tüccarı olduğu tahmin ediliyor.
Ne yazık ki, kayıtlarda ismine rastlanmıyor.
Malum süreçler sonucu sahipleri evi 1900’lerin başında terk ediyor.
Bir süre boş kalan yapı, askeri Mahfel olarak da kullanılıyor.
Yani “toplanılan bahçeli gazino” biliniyor.
1920’lerde bina Şehir Kulübü olarak kullanılıyor.
Bu dönemde İzmir suikastı girişiminden hemen sonra Atatürk de ağırlanıyor.
1940’lara kadar İzmir’den Çeşme’ye gidenler “Zafer Caddesi”nden yani Mahfel’in önünden geçmek zorunda kalıyor.
Daha sonra 1937’de Urla “özelleştirme” ile tanışıyor.
Açık artırmayla satışa çıkarılan yapı; o günün iki büyük ailesi Uyallar ile Zeynelzadeler arasında çekişmeli bir sürece sebep oluyor.
Sonunda evi Zeynelzadeler olarak bilinen Hüseyin Zeren alıyor.
Hüseyin Bey bu evde ailesiyle birlikte uzun süre yaşıyor.
Hüseyin Zeren 1950 yılında Urla Belediye Başkanı oluyor.
Sonra da bina uzun yıllar boş kalıyor.
Ta ki...
Kutlukaya Ailesi burayı alıp Mahfel’i açıncaya kadar.
¡¡¡
Gamze Kutlukaya şunları söylüyor:
“Ne yazık ki, zamanla bu tip evler modern yaşam koşulları karşısında cazibesini yitiriyor. Sonuçta 2000’e gelindiğinde Mahfel, 20 yıldır terk edilmiş, metruklaşmış, bahçesi mahalleli tarafından çöplük olarak kullanılan bir yapıydı. Babam Talat Kutlukaya bu yapıyı 2002’de satın aldı ve sonra Urla’ya bir mekan kazandırma fikri ortaya çıktı...”
¡¡¡
Mahfel’i çok sevdim.
Daha çok da Mahfel’e ruh katan insanları...
Urla’da gönül dostları arada bir toplanıyor.
Ve hayatın o çekilmez sıkıntıları arasında insanlığa, dostluğa, geleceğe kadeh kaldırıyorlar.
Bizlere de “İyi ki böyle mekanlar var” dedirtiyor.
Faustina sizi çağırıyor
İZMİR’in merkezinde yer almasına rağmen, bilmediğim birçok yeni yer gördüm, dostlar sayesinde... İlk gezi Mavişehir Rotary Kulübü organizasyonunda, Nedim Atilla ile arkadaşları Orhan Beşikçi ve Kemal Aydoğdu rehberliğindeydi. Basmane Garı ve Polis Karakolu’ndan başlayan gezide, eski çarşı yolundan geçtikten sonra antik bir evin içini gezdik. Eski bir hanın avlusunda güzel bir kahve ve sohbetin ardından Kumrulu Mescit’i ziyaret ettik; Gönül Yazar’ın doğduğu evin önünden geçerek, Arkeoloji Müzesi’nin restorasyon çalışmalarını izledik. Dönertaş’ı çevirerek tutulan dileklerin ardından “Bizi çek abi” diyen çocukların fotoğrafları çekildi. Agora’nın ve arka plandaki çok katlı otoparkın sütunlarının yarattığı tezat, kendi adını taşıyan kapının tepesinden, tüm yöre halkını bu güzellikleri görmeye davet eder gibi bakan Faustina’nın güzelliği karşısında kayboldu. Gezi Asmaaltı Restoran’da müzik eşliğinde yemekle son buldu.
¡¡¡
Mavişehir Rotaract Kulübü’nün Kemeraltı’na düzenlediği gezi ise çevreyi tanıtmanın yanında, fotoğraf sanatını sevdirmeyi amaçlıyordu. Rehberimizse köklü bir fotoğrafçı aileden gelen dostum Mert Rüstem’di. Saat Kulesi’ni ve güvercinleri farklı açılardan görüntüledikten sonra, Hazma Rüstem Pasajı’nda Mert’in fotoğraf makine koleksiyonunu gördük. Hayli değişmiş bulduğum Kemeraltı’nda Abacıoğlu Hanı’nı çok beğendim; kalabalıktan sıkılanlara, bir şeyler içmek veya atıştırmak için ideal. Lesmire Cafe’de içilen kahvelerin ardından Kemaraltı’nı süsleyen rengarenk kumaşlar, elbiseler, baharatlar, şekerlemeler, çerezler ve incik boncuk görüntülendi. Demirhan’daki Kısmet Lokantası’nda anneannemim yaptığı lezzette, Girit usulü elbasan tava yendikten sonra, hak ettiği kalabalığı barındıran Kızlarağası Han gezildi. Odun ateşinde yatık et dönerden tadıldı, bir dahaki sefere mutlaka denenecek.
¡¡¡
İzmir’in zenginliklerini anımsatırken, tarihi konusundaki cahilliğimizi fark etmemize yol açan gezilerin gerçekleşmesinde emeği geçen Nalan Akay’a, rehberlerimize, kulüp başkanları Işıl Nişli ve Yiğit Ok’a çok teşekkürler.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, okulgen@superonline.com)
Paylaş