Paylaş
MİLLİ Eğitim Bakanı Nabi Avcı, TEOG yerleştirme sonuçlarıyla ilgili “Zorluk verdik ama sistem oturuyor” demiş.
Sistem oturuyor mu, bilemem ama velilerin büyük zorluk yaşadıkları kesin...
Geçen gün Hürriyet EGE’nin manşetinden verdik.
Aynı gün doğan, aynı okullara giden, aynı tercihleri yapan ikizlerden biri Kemalpaşa’ya, biri Karaburun’a veriliyor. Bornova’da oturan Karaca Ailesi şimdi kara kara düşünüyor.
Hiç ayrılmayan ikizleri TEOG ayırıyor.
Bu örnekler tek değil, yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği dokuz, on binlik sapmaların çok ötesinde yanlışlar var.
Aslında verilen sayının bir önemi var mı?
Bir tek çocuğun bile istemediği bir okula gitmesi sistemin yeniden sorgulanmasını gerektirmez mi?
Ankara’dan büyük fotoğrafa bakarak yorum yapmak çoğu zaman problemin teşhisini geciktiriyor.
Özel okullara gideceklerle açılacak kontenjanlar ve sonrasında yer değiştirmeler ancak yaraya merhem olabilir.
Çünkü, sorun bununla da sınırlı değil.
Örneğin bize ulaşan binlerce veliden sadece bir tanesi telefonda “Servis parası verecek imkanım yok. O küçücük çocuğumun da otobüse, minibüse binecek durumu henüz yok. Yakın gibi gözüken ama aileleri zor durumda bırakan çarpıklıklar var” dediğinde söyleyebilecek sözüm yoktu.
Bir program satın alınıyor, bilgisayara yükleniyor, veriler giriliyor, makine kendi parametrelerine göre dağıtıyor.
Kağıt üstünde iyi ve doğru gözüken hayatın içinde öyle değildir çoğu zaman...
TEOG’u tartışmıyorum.
Sistem ideale kurgulu olabilir, işler oturduğunda herkes memnun kalabilir.
Ama bugünden bahsetmek gerekirse; öğrenciler de veliler de öğretmenler de sonuçlardan memnun değil.
Deplasmanda oynama psikolojisi
İZMİR Valisi Mustafa Toprak, İzmir’de yaşanan stat problemiyle ilgili konuşurken “Örnekköy’de da stat olmaz” demiş. Olur mu, olmaz mı, bilemiyorum. Konunun uzmanı değilim. Ama ortada UEFA kriterleri var. Bence asıl UEFA’nın parametreleri olmalı. Vali Toprak, böyle söylediğine göre Örnekköy’deki araziyle ilgili bir problem var, diye düşünüyorum. Daha doğrusu, Toprak’ın üstü kapalı verdiği mesajdan bunu anlıyorum. Aslında bugün öyle bir durumdayız ki, yeri de kriterleri de tartışabilecek bir durumda değiliz. Çünkü, İzmir kulüpleri bu sezon bütün maçlarını deplasmanda oynayacak. Gerçek bu... İçeride de dışarıda da kendini sahipsiz hissedecek, problem bu... Örnekköy olur mu, olmaz mı? İnanın bu sorunun cevabını vermek için o kadar geç ki... O yüzden dün çözülmesi gereken işleri bugün konuşuyor, bizler de yazıyor olmaktan biraz da utanıyoruz. Bugünkü tablonun, fotoğrafın sorumlusu elbette bir veya birkaç kurum değildir, hepimiz sorumluyuz. Gerçekçi bir çözüm bulmak, siyaset üstü bir bakış açısı öneriyorum.
İki yüzlü olacaksan da hiç değilse bir tanesini güzel yap
mahmure.com’un sayfalarında gezinirken Marilyn Monroe ile ilgili bir derleme dikkatimi çekti. Başlık şöyleydi. “Monroe’dan alabileceğiniz dersler...” Ünlü oyuncu bunların hangilerini yaşamında uygulayabildi elbette bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Eğer uygulanabilirse müthiş olur.
İşte o sözler...
1 - Mutsuz olmasına rağmen, nasıl mutlu olacağını da bilmek lazım.
2 - Kusurlar güzelliktir. Delilik ise zekilik ve tamamen saçma biri olmak, tamamen sıkıcı biri olmaktan daha iyidir.
3 - Gerçek bir aşık sizi yalnızca alnınızdan öperek, gözlerinize bakıp gülümseyerek ya da sadece boşluğa bakarak bile heyecanlandırabilendir.
4 - Bir kızı güldürebilirsen ona her şeyi yaptırabilirsin.
5 - Hoş bir kızım ama güzel değilim, günaha girdiğim olur ama şeytan değilim, iyi biriyim ama melek değilim.
6 - En kötü halimle baş edemiyorsan en iyi halimi hak etmiyorsun demektir.
7 - Sıradan olmak çok sıkıcı!
8 - Yalnız başına mutsuz olmak biriyle beraber mutsuz olmaktan iyidir.
9 - Sana beş dakika içinde hazır olacağımı söyledim, her yarım saatte beni çağırmayı bırak.
10 - Sadece öldüğünde seni önemserler.
11 - Gecelerin uyumak için olduğunu kim söylemiş?
12 - Başını ve çeneni dik tut ve daha önemlisi gülümsemeye devam et, çünkü hayat güzel şey ve daha uğruna gülünecek çok şey var.
13 - İki yüzlü olacaksan da hiç değilse bir tanesini güzel yap.
Mini Türkiye Gültepe
3 Eylül’de Kanal D’de başlayacak yeni dizi “Benim Adım Gültepe” ile ilgili geçen hafta bir yazı yazmıştım. 80’lerin Gültepe’sini ben “Mini Türkiye” diye tanımlamıştım. Göç alan her büyük şehir gibi İzmir’de de birbirine geçmiş kültürlerin en renkli görüntüsü Gültepe’de olduğu için böyle bir kavram ortaya atmıştım. “Mini Türkiye” aslında bütün bölgeleri, bütün kültürleri, bütün farklı değerleri anlatıyordu. Hürriyet Cumartesi’de ise Hakan Gence’nin diziyle ilgili röportajında “Hayata yenik başlayanların öyküsü” başlığı öne çıkarılmıştı. Ve hatta “İzmir’in üvey evladı Gültepe” deniyordu. Şimdi Gültepeliler bu ruh halinde mi bilemem, en kısa sürede gidip bir sosyolog arkadaşımla burada bir araştırma yapacağım. Haa şunu söyleyebilirim. Tariş olaylarında, Türkiye’de 80’lerde yaşananlarda belki de en dik duruşu Gültepe sergilemişti. Bu da benim “Mini Türkiye” sözümün Gültepe için daha çok yakıştığını doğruluyor.
Paylaş