Paylaş
Diyelim ki, çıktı.
Ve...
30 Eylül günü yapılacak mahkeme, “2 bin yıllık Allianoi Antik Kenti’nin siltli kumla örtülmesi doğru değildir” dedi.
O zaman ne yapacağız?
Üzerinden sekiz ay geçmiş; baraj suları Allianoi’yi çoktan yutmuş.
Geri dönüş mümkün mü?
Değil...
Ben projeye karşı değilim, belli ki Bergamalı çiftçi suyun gelmesinden çok da mutlu. Uzun yıllardır bu bölgenin su sıkıntısı olduğu ve toprağın verimsizleştiği biliniyor. Belki baraj sayesinde Bergama’nın o toprağı yine eski günlerine dönecek. Dünyanın en kaliteli pamuğu yine buradan çıkmaya devam edecek.
Yine de mahkeme kararı netleşmeden, kafalar netleşmeden suların Allianoi’yi yutmasına izin verilmeli miydi?
Bir yanda tarih, bir yanda bugün, belki de gelecek...
İnsan çelişkiler yaşıyor, hangi kararın doğru olduğunu düşünüyor.
Ama şu bir gerçek ki...
Böylesine bir tarihi zenginlik, böylesine değerler bir başka ülkede olsa inanın tercihler çok farklı olurdu.
Çevreci tesisler yapmak mümkün
lkleri yapan, daha da önemlisi başaran Selçuk Yaşar, bir şey söylüyorsa dikkate emlak gerekir. Gıdada bugün dünyayla rekabet edebilir ürün çeşidi ve kalitesine sahipsek, bunda en büyük pay hiç kuşkusuz Selçuk Yaşar’a ait... Selçuk Bey, yıllardır inatla balık çiftliklerine dikkat çekiyor, deniz kiralarının yüksekliğinden bahsediyor. Bunun ötesinde de çocuklarımızın protein ihtiyacını söylüyor. Belki bu haberlerin başlığına şöyle bir bakıp geçiyoruz. Oysa her adımın arkasında günlerce, yıllarca süren takip, uğraş, proje var.
Selçuk Bey’in söylediği bir şey daha var.
Çevreye duyarlı, çevreci tesisler... Nasıl çocuklarımızın gelişmesi, sağlıklı nesiller için doğru gıdalarla beslenmeleri çok önemli, gelecek nesiller için de doğru modeller yaratmak ve modern tesisler de kurmak o kadar önemli...
Selçuk Yaşar, çevreye saygı duymayan tesisleri savunuyor.
Ve her konuda olduğu gibi bu konuda da öncülük yapıyor.
Teşekkürler Selçuk Yaşar...
Hayatın tahterevallisinde
Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nı kuran, binlerce gencimize umut olan Gültekin Yazgan’ın “Kör Uçuş” kitabından geçen gün bahsetmiştim. Kitabın mutlaka kütüphanenizde bulunmasını tavsiye ediyorum. İçinde bir insanın isterse hayatı nasıl değiştirebileceğini anlatan müthiş bir öykü var. Ve elbette mutsuzluluğun ve mutluluğun, hüzün ve neşenin, endişe ve umudun da hayatın tahterevallisinde bir gidip bir geldiğinin örnekleri bulunuyor. Her şey insana bağlı... O günkü yazımda Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nın telefon numaralarını vermiştim. Teknik bir hatadan numaralar eksik kalmış. Yeniden veriyor ve tavsiyemi yineliyorum.
(Kitap için www.turgok.org adresine ya da 232 - 224 26 27 veya 224 32 33
telefon numaralarına başvurabilirsiniz.)
Yine bilinen ruh hali
Aynı ruh hali... Bir ay önce de sekiz şehit vermiş, insanlar birkaç gün ne yapacaklarına karar verememişti. Bir süre katıldıkları toplantılarda, iş yerlerinde konuştular, tartıştılar, mail ortamında haberleştiler.
Evlerine, balkonlarına bayrak mı assalardı, yoksa sokağa çıkmasalar mıydı? Çeşme’ye, Bodrum’a gitmeseler miydi? Evden çıkmayıp, eğlence yerlerinde gözükmeseler miydi? Bir süreliğine ortadan kaybolsalar mıydı?
Yoksa bir başka protesto şekli mi geliştirselerdi? Işıkları söndürüp kapatsalar mıydı? Sessiz yürüyüşler, alkışlı protestolar mı yapsalardı?
İnsanlar gitti, geldi?
Ama ne yapacaklarını bilemedi.
Araya Türkiye’nin sürekli değişen gündemi girdi, sonra dünyanın bin bir hali...
Her şey unutuldu; yine hayata devam edildi.
Çukurca’dan gelen şehit haberleriyle yine herkes irkildi; aynı ruh haline girdi.
“Ne yapmalıyız? Bu sefer tepkimizi nasıl göstermeliyiz?”
Kiminle konuşsam aynı soruyu soruyor ve üzerindeki tedirginliği atamıyor.
Zor...
Böyle günlerde hareket etmek, karar vermek, yeni bir yol haritası çıkarmak gerçekten zor...
Paylaş