Paylaş
Örneğin hayatınızdaki ilkleri düşünür müsünüz, onları sıralar mısınız bir çırpıda... Ruh haliniz, aynadaki yüzünüz, içinde bulunduğunuz o anki durumunuz aklınıza gelir mi?
Yalnız kaldığımda, biraz geçmişe gitmek istediğimde gözlerimi kapatır, zaman tünelinin içinde bulurum kendimi...
Hem anılarımı tazelemiş, hem de beni ben yapan olayları hatırlamış olurum.
* * *
Örneğin...
Okula gittiğim ilk günü nasıl unuturum, ilk karneyi aldığım günü... Hayatımda ilkleri bana yaşatanları... Ailemin her bireyini, arkadaşlarımı, dostlarımı...
Aşka ilk yelken açtığım günü...
İlk reddedildiğim anı, yediğim ilk kazığı, ilk hayal kırıklığını...
Başarıları, başarısızlıkları, mutlulukları, mutsuzluklar...
Hayatı anlamlı kılan, beni heyecanlandıran, beni kamçılayan, beni doğrular peşinde koşturtan, beni tutkularımla baş başa bırakan o ilkler...
* * *
Ya “son kez” ler...
“Son kez gidip” bir daha uğramadığımız mekanları, “Son kez gördüm” deyip de kalbimize gömdüğümüz tanıdıkları, yakınlarımızı... Unutabildiniz mi?
Ben unutmayanlardanım, hep hatırlayanlardan...
Bazen de kendi kendime sorarım.
“Son...” final midir; her şeyin bittiği gün müdür?
Yani gözlerin kapandığı, kalbin durduğu an mıdır?
Her şeyin bittiği, tükendiği nokta mıdır?
“Son kez...” demenin; yeni bir başlangıç olup olmadığını da hep düşünmüşümdür. Yeni bir hayat, yeni bir adım... Elbette hayatın götürdüğü yerde buluşmak...
* * *
Geçen ay İstanbul’da bir afiş beni adeta çarptı. İstanbul’un o yoğun, sıkışık trafiğinde gitmek istediğim yere ulaşıncaya kadar beni farklı dünyalara götürdü.
Afişteki başlık şöyleydi.
“Son Kez, İlk Kez...”
Aradığım, kafamı kurcalayan, bana sorular sordurtan dört kelime yan yanaydı.
Ben “ilk kez”, “son kez” dizinini tercih ederken, afişte bunun tam tersi yapılmıştı.
Yani sondan sonra ilk olanın cevabı aranıyordu.
Afişteki adres Sabancı Müzesi’ydi, sanatçı ise Sophie Calle.
Bu ara Fransa’yla ilişkilerimiz iyi olmasa da, biz francofonlar için Fransız edebiyatını, sanatını ve sanatçılarını takip etmek vazgeçilemeyecek alışkanlardan biridir.
Calle da, işte o sanatçılardan...
Ünlü Newsweek dergisi Sophie Calle’ı günümüzün en önemli 10 çağdaş sanatçısı arasında göstermişti yakın bir gelecekte...
Çok yoğun bir programım olmasına rağmen bir fırsat bulup Sabancı Müzesi’ne gidip, o sergiyi gezdim. Gezmeseydim, inanın gece uyuyamazdım. Sabancı’daki sergide, görme engelli kişilerin gördükleri “son anın” fotoğrafı ve öyküleri yer alıyordu. İkinci bölümde ise “İstanbul’da yaşayıp denizi görmemiş insanlar” konusu, özgün bir bakış açısıyla inceleniyordu.
* * *
Sophie Calle, görme kaybıyla doğan veya görme yetisini sonradan kaybetmiş 13 kişiye hatırladıkları son görüntüyü sormuş, anlattıklarını kaleme almış, anlatan kişiyi ve anlatılan olayları fotoğraflamıştı.
Projeyi yaratırken İstanbul’un kuruluş mitinden esinlenen Sophie Calle, “körlük” ve “İstanbul”u, bu bağlamda bir araya getirmiş.
Sophie Calle, serginin “Denizi Görmek” isimli ikinci bölümünde, İstanbul’da yaşayan ancak denizi hiç görmemiş insanların denizle ilk karşılaşmalarını görüntülemiş. Fransa’nın Oscar’ı kabul edilen prestijli “Cesar ödülü” alan görüntü yönetmeni Caroline Champetier görüntüleri çekmiş. Denizle ilk defa buluşan insanların yakın plan görüntülerinin yer aldığı 10 videoda, bu çarpıcı tanışmayı Sophie Calle kendine özgü bakış açısıyla kaleme almış.
* * *
Yapılan röportajlardan birindeki şu cümle beni çok etkiledi:
“Gördüğüm en güzel şey denizdir, öyle uzaklara uzanır ki görmez olursunuz...”
Denizi ilk gören için de; gördüğü son görüntüyü anlatan için de “deniz” bir ortak tema olmuştu.
Sophie Calle’un sergiyle ilgili yaptığı şu yorum da çarpıcı...
“1986’da doğuştan kör insanlar tanıdım. Güzelliğe dair imgelerinin ne olduğunu sordum onlara. İlk yanıt veren, bana denizi anlatan adamdı...”
* * *
Sergiyi gezdikten sonra sessizce, yanımdaki dostuma fark ettirmeden ve saatlerce hep aynı şeyi sordum durdum.
“Hafızamdaki son görüntünün ne olmasını isterdim?”
Gerçekten...
Ne kadar zor bir soru...
Paylaş