Paylaş
Siyaseti ben bir imkanlar sanatı olarak görüyorum.
O yüzden gençlerin siyaset yapmasını hep destekliyorum.
Politikaya ilgi duyan, ülkesi seven, demokrasiye inanan, daha iyi bir Türkiye hayali olan herkesin siyaset yapabiliyor olması gerekir.
Her partiden, her görüşten insanlara ihtiyaç var.
Bunun için siyasi partilerin düzenli olarak yenilenmesi, değişimi hissetmesi gerekir.
Bunun için de nitelikli genç insanlara ihtiyaç var.
Türkiye’de bunu hep eksik görüyorum.
Yerleşik, gelenekselleşen ilişkiler yeni isimlerin siyasete girmesine ne yazık ki izin vermiyor.
Eğer siyaset imkanlar sanatıysa o zaman parti liderleri ve kadroları bunu iyi kullanmalı.
Seçim ortamı olmadan bu yeni yüzleri bulup çıkarmalılar, geleceğe hazırlamalılar.
Bu gençler davet bekleyebilir, siyasette önlerinin açılmalarını isteyebilir.
Haklıdırlar da...
Dünün siyaset yapma biçimlerinin ve yöntemlerinin değiştiği çok açık, pandemiden sonra da uzun bir süre yeni normali konuşacağız.
Türkiye’de siyaset yeni gündemler üretmeli.
Bu da partilere enjekte edilecek yeni yüzlerle olmalı.
Ve en önemlisi;
Siyaset siyasetçilere bırakılmalı.
Bir ince çizgidir ama
SİVİL toplum örgütleri gerçekten demokrasi için önemli. Toplumun ilerleyebilmesi, önemli meselelere çözüm üretebilmesi ve demokrasinin kök salması için gerçekten de önemli işlevleri var.
Buralarda görev yapanlar, deneyim kazananlar, buralarda toplumun DNA’sını çözenler elbette günü geldiğinde, koşullar oluştuğunda siyasete girmelidir.
Ama STK başkanıyken, bir odanın, bir derneğin yöneticisiyken siyaset yapmak başka bir şeydir.
İşte ben bunu doğru bulmuyorum.
Biliyorum ince bir çizgidir, ama ustalık da burada kendini belli eder.
STK’ların üyeleri siyasete ilgi duyabilirler ama kurumsal olarak siyaset yapması da doğru değildir.
Bir bir gidiyor dostlar
GAZETECİLİK hayatımda anılarıma giren çok kişi oldu. Bazıları siyasetçiydi, bazıları iş insanı, bazıları sanatçı, bazıları da sporcu...
Bu arada yüzlerce haber kaynağımla da tanıştım, konuştum, haberlerini yaptım.
Bu mesleği o yüzden gerçekten tutkuyla sevdim.
Bana müthiş bir anı zenginliği kazandırdı.
Ve bu arada müthiş insanlar tanıdım.
Sanki onlarla birlikte büyüdüm, sanki onlar hep hayatımın içindeydi.
Onlardan biri de Nevzat Güzelırmak’tı.
Güzelırmak’ı babamdan çok dinledim, futbol seven dostlarımla çok konuştum.
Onlar için “İngiliz Nevzat”tı, benim için Nevzat abi...
Spor yazdıkça arar dertleşirdik.
Yakın zamanda kaybettiğimiz Halil Kiraz, Ümit Kayıhan da o isimlerdendi.
Nevzat abinin kendine özgü karakteri, babacanlığı, futbol bilgisi ve zekası müthişti.
Kemal Zorlu hatırlar.
Mazhar Zorlu arada bu saydığım isimleri toplar, yemekler yenir, sohbetler edilirdi.
Ne günlerdi, ne unutulmaz anlardı.
Hepsini anıyorum, bu bilge isimlerin önünde eğiliyorum.
Deniz şehrinde sular içinde kalmak
NE mevsimler eskisi gibi, ne yağmurlar...
Önceki gün yarım saatte İzmir felç oldu.
Arabadan bile çıkamadım.
Sonra haberler gelmeye başladı; İzmir’in birçok yerini su basmıştı.
Deniz kentinin sular içinde kalmasını gerçekten anlamıyorum.
Barselona örneğin, kentin birçok yerinde tatlı bir eğimi hissedersiniz.
Belli ki, bundan sonra yağmurlar da böyle olacak.
Ağır ağır değil, sel olup akacak.
Peki biz vermediğimiz o eğime üzülmeyecek miyiz?
Sadece yaptığımız binalarla öğünen bir şehir planlama anlayışını eleştirmeyecek miyiz?
Bu sadece İzmir’e özgü de değil.
Türkiye birçok şeyi iyi yaptı ancak şehirleşmede sınıfta kaldık.
Bunun partisi de yok.
Bundan sonraki hedefimiz akıllı şehirler yaratmaktır.
Paylaş