Paylaş
Son dönemde yapılan “İstanbullu kimdir” tartışmalarına bir atıfta bulunarak; sizlerden de yorumlar istedim.
Bana ulaşan birçok mesaj oldu.
Ama her konudaki yorumlarınızı da bekliyorum.
Nasıl olsa “serbest kürsü...”
* * *
Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Sıtkı Şükürer, bir katkıda bulunuyor.
Eleştirel bir “İzmirlilik” yorumu yapıyor.
Kendisinden aynı zamanda tam tersi bir yorum da bekliyorum.
Yani Ege’nin o muhteşem coğrafyasının avantajlarını, hiçbir yerde olmayan özelliklerini, kendine has demokratik iklimini ve yaşam biçimini de...
İşte Sıtkı Şükürer’in “serbest kürsü”ye yolladığı yorumu...
Çağdaşız, laikiz ama yeter mi?
BİZ İzmirliyiz, çağdaşız, Atatürkçüyüz, laikiz... Vesaire... Ama tüm bunlar bir şeylere yetmedi, yetmiyor.
Ben topa en sertinden girerek, spekülatif bir platform oluşturalım, diyorum.
Senin köşende, senin moderatörlüğünde, karşılıklı görüşleri, kişiselleştirmeden, hakaret etmeden olabildiğince tartışmaya başlayalım.
Umudum, ne olmadığımız ya da olamadığımızın ortaya çıkarılması. Belki bu sayede geride kalanlardan hareketle gerçekçi ve geç kalmış bir inşaata girişebiliriz.
* * *
Bu kentin yerleşikleri... Ki... Pek çoğu babaannesinin harika Rumca konuştuğundan ya da büyük babasının ne denli gelenekçi Çerkez olduğundan dem vurur, 20’nci yüzyılın ikinci yarısı boyunca, belki de dünyanın en büyük lağım suyuna (körfez) bakarak yaşamada bir beis görmeyen...
Yanı sıra, bırakıp geldikleri yerlerdeki mimari dokudan hiç etkilenmemişçesine, güzelim İzmir evlerini, konaklarını ucuz müteahhit yapılarıyla yerle bir eden...
Lafa geldiğinde çağdaş...
Entelektüel ve insani ilgilere geldiğinde sığ...
Tüketilmesi oldukça zor bir coğrafyanın zahmetsiz sahibi kimliği ile hovarda bir mirasyedi...
Ne karşılığı Cumhuriyetin şımarık evladı olduğunun bilincinde olmayan...
Aklı yeni yeni suya ermeye başlayan...
Yatırımcısının, Urla dağlarının 100 yıl öncesinin şarap terasları olduğunu yeni fark ettiğinde gözlerinin faltaşı gibi açılan...
Yaşadığı topraklara son 80 yılda hiçbir anlamlı sanatsal, kültürel, dini ve benzeri bir eser kazandırma baskısını duymamış, bir mahcubiyet hissetmemiş...
Kendisinden bilmediğine mesafeli...
Onların savunduklarına tepkili...
Kendinin savundukları dağınık...
Kendi kök tarifini ortaya koyamayan, bu yüzden güncelden hareketle tanımlayan...
Sathi, yapay kimlikleri üzerine yapıştırmaya çalışan...
Ağır tahrip olmuş alt kimlikleri ile korkan, endişe eden, acı çektiğini fark etmeyen, sorgulamayan, nasıl mücadele edeceğini bilemeyen...
Kendinle yüzleşme gücünü toplayamayan...
Demokrasiyi hiç talep etmemiş...
Özeleştiriyi hep ötelemiş...
Bir kayıp kuşaktır.
(Sıtkı Şükürer’in yorumudur.)
Koku
YARATICI bir ekiple sıradan konular konuşulmaz.
Ben de öyle yaptım.
Stuttgart’ta Hugo Boss’un tesislerinde tanıştığım bu ekiple; sadece kumaşları, koleksiyonları değil, hayatın detaylarını da konuştuk.
Örneğin kokuları...
Hazır onları yakalamışken; Hugo Boss’un giderek daha da önem kazanan parfüm serisinden yola çıkarak.
Boss Black Menswear Direktörü yani erkek giyiminin başındaki Kevin Lobo’ya dedim ki:
“Parfümler tamam... Ama her insanın kendine özgü bir kokusu vardır. Özellikle de kadınların... Her kadın farklı kokar...”
Kevin Lobo, bu sözlerim üzerine atladı:
“İşte biz de bunun peşindeyiz. O yüzden dünyayı geziyoruz. O yüzden bir gün Barcelona’da, bir gün Tokyo’dayız. Renkler de kumaşlar da bazen farklı coğrafyalarda farklı anlamlar kazanır. Ama biz ortak bir dil peşindeyiz. Tıpkı kokular gibi...”
Sinemayı çok seviyorum. Filmlerin içinde kendimi kaybediyorum. Benim için öyle klasik filmler vardır ki, bin defa seyretsem inanın sıkılmam. Her seferinde başka bir detaya takılırım.
Tıpkı... “Koku” filmi gibi... Patrick Suskind’in romanından uyarlanan “Koku” filmi aklıma geldi, Kevin Lobo’yla konuşurken...
Annesi çocuğunu öldürmeye çalıştığı için asılarak öldürülen bir gencin öyküsünü anlatıyordu film...
Grenouille’in öyküsünü...
Konuşmayan, konuşamayan, hayatı yetimhanelerde geçen, ama doğa üstü bir koku yeteneği olan Grenouille...
Paris’e ilk gittiğinde havada hiç tanımadığı yabancı kokuları keşfeder genç adam... Ve bu kokular onu hiç sahip olmadığı ve olamayacağı hayallere sürükler... İstemeden de olsa bir genç kadının ölümüne sebep olur...
Beni etkilediği gibi o film de bu ekibi çok etkilemiş.
Gece yemekte onlarca fikir havada uçuştu...
Ve şurada anlaştık.
Hayat hep bir arayış...
“Koku” filmindeki Grenouille gibi her insan hayatta “kendi kokusunu” arıyor.
Kendi yolunu, kendi çizgisini...
Her filmin sinopsisini yani filmin özetini aradığı gibi...
Patrick Suskind’in romanını okuduğumda hafızama yazdığım bir cümleyi Kevin Lobo’ya da söyledim.
“Mutluluk güzel kokar... Her kadının farklı koktuğu gibi...”
Paylaş