Paylaş
İzmir’de düzenlenen Barış Kültürü Paneli, silahların susmadığı bir dünyada, Ortadoğu’nun kan gölüne döndüğü bir dönemde yapılıyordu.
Panel İzmir Kültür ve Sanat Vakfı (İKSEV) ve Kültür Girişimi işbirliğiyle düzenleniyordu.
Barış Kültürü Sempozyumu’nun açış konuşmasını yapan Şakir Eczacıbaşı, tarihten bugüne örnekler vererek, Barış Kültürü’nün, başka bir açıdan kültürsüzlüğünün dünyada nasıl felaketlere neden olduğunu vurguladı önce.
Ardından da şöyle devam etti:
‘‘Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada barışı sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti’ne bağlı Kültürel İşbirliği Enstitüsü, 1932 yılında ilginç bir girişimde bulunmuştu. Enstitü, Einstein’la Freud’un, aralarında yazışmalar yaparak, ‘Savaş önlenebilir mi?’ sorusuna bir yanıt oluşturmalarını istemişti.’’
Yazışma gerçekleşmiş. Barışı sağlamış mı, savaşı önlemiş mi?
O gün Şakir Eczacıbaşı’nın ağzından şunları dinlemiştik:
‘‘Einstein- Freud yazışmasından birkaç yıl sonra, önde gelen sanayi ülkelerinden Almanya ve İtalya’da bir Hitler, bir Mussolini siyaset sahnesine çıkabilmiş, insanları coşturan marşları, törenleri, söylevleri, propaganda örgütleriyle, yurttaşların üstün bir ırktan geldiklerine inanarak topyekün savaşlara, soykırımlara girişebilmişlerdir. Kesin bildiğimiz bir şey var: Kültür geliştikçe saldırgan duygular giderek azalıyor, barışa daha çok yaklaşılıyor.’’
* * *
Üç gün boyunca Şakir Eczacıbaşı paneli büyük bir dikkatle dinledi.
Şakir Bey ile Hilton Oteli’nin lobisinde bu önemli panel sonrasında konuşmuştuk. Kendi yazı arşivime girip baktım şunları söylemiş:
“Şimdi üzerinde durduğumuz barış kültürü konusu, daha ortada hiç savaş yokken barışı korumak ve barışı sürdürecek kafaları oluşturmak. Yani, sorun savaşı durdurmak ya da savaşı yaratacak gerginlikleri ortadan kaldırmak değil, savaşa yol açabilecek düşüncelerin gelişmesini önlemek. Yani, amaç savaşı yaratabilecek kafaları eğitmek ve savaş kavramını kafalarda yok etmek…”
Şakir Bey, İzmir doğumluydu. Çocukluk yılları kendi deyimiyle, “Türkiye’nin Avrupalı’sı” olan kentte geçmişti.
Robert Kolej’den sonra da Londra’ya gitmişti. Hayatının geri kalan kısmını İstanbul’da geçirmişti ama İzmir’e olan tutkusu ve ilgisi de bambaşkaydı.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, sadece bir büyük festivalin organizatörü değil; Türkiye’nin uluslararası sanat alanında tanıtımını yapan bir proje haline geldi.
Şakir Bey, aynı yol haritasının İzmir Kültür ve Sanat Vakfı için de geçerli olduğunu hep söyledi.
İstanbul nasıl bir festivaller şehrine dönüştüyse, Şakir Eczacıbaşı’na göre İzmir için şartlar çoktan hazırdı.
Uluslararası İstanbul Festivali sadece kendini değil, sınırları da aştı. Sinema, tiyatro, bienal ve cazı da bünyesine kattı ve sonra da Türkiye’nin ülke olarak Avrupa’ya açılmasını sağladı.
Şakir Eczacıbaşı’nın sanatın her alanına büyük katkısı oldu.
Türkiye’nin dünyaya açılmasına, dünyayla bütünleşmesine ve tüm sanat türlerinin ülkemizde de gelişmesine bir festival yoluyla katkıda bulundu.
İzmir’in de sanatla buluşmasında Şakir Eczacıbaşı’nın çok önemli bir rolü vardı.
Bir İzmirli’yi, bir sanat tutkununu, Türkiye’nin barış elçilerinden birini uğurlarken Şakir Eczacıbaşı’yla yaptığımız sohbette bana söylediği şu sözü hatırlatarak yazımızı bitirelim: “Sanatçılar bizi nereye götürüyorsa, oraya kadar gitmeliyiz. O nokta uygarlıktır...”
Paylaş