Paylaş
CUMA gecesinden bir gözlemimi anlatayım.
Eminim aynı ruh halindesiniz ve anlatacaklarımı siz de yaşıyorsunuz.
Geçen hafta da yazmıştım.
Urla’da bağbozumu şenlikleri yeniden canlandırıldı. Bin 200 yıllık gelenek, günümüze uyarlanarak, biraz da zenginleştirilerek her yıl 14 Ağustos’ta kutlanmaya başladı.
Cuma günü gündüz, geleneksel törenler vardı, Urlalılar yürüdüler, sonra da sembolik hasat yaptılar. Sonrasında da Urla’daki üreticilerin bağlarında tadımlar oldu, yörenin güzel yemeklerini İzmirli şefler mutfağa geçerek yaptı.
Ben etkinliklerin gecesine katıldım, Urla Bağcılık’taki Ayşe Deniz Gökçin konserindeydim.
Urla’nın florasını size anlatmama gerek yok. Türkiye’nin en güzel coğrafyalarından biri... Urla’daki bağların tamamının İtalya’dakilerden, Fransa’dakilerden bir farkı yok.
Urla Bağcılık’taki konserde de müthiş bir atmosfer vardı. Gece aydınlatmasıyla bağlar çok güzel görünüyordu, kendimi Toscana’da zannettim.
Konser de çok güzeldi.
Deniz Gökçin’in performansı, Urla’nın havası dört dörtlüktü.
Ta ki...
Hakkari’den gelen şehit haberlerine kadar...
İnsan “Hayat devam edemiyor” diyemiyor. En azından ben diyemiyorum.
Öyle durumlarda sessizleşiyorum, uzaklaşıyorum, içime kapanmayı tercih ediyorum.
Kendime göre bir yas tutuyorum.
Biliyorum sizler de öylesiniz.
Dünyanın en güzel ülkesinde yaşıyoruz.
Herşeyimiz var, hem de fazlasıyla...
Ama son günlerde huzurumuz yok.
Urla’da, o güzelim atmosferde, şehit haberlerini alan herkes öyle yaptı.
Bir mateme büründü.
Yazık bu ülkeye...
Tarık Dursun K. için müze istiyoruz
EMİN Yeğinboy önerdi bu fikri, ben de yürekten katıldım. Son yıllarında hep yanında olan Yeğinboy, Tarık Dursun K.’nın bu isteğini yerine getirmek için çabalayacak, İzmirlilere anlatacak. Ben de destek veriyorum kendisine... Yeğinboy’un kaleminden...
Geçtiğimiz salı günü aramızdan ayrılan yazar Tarık Dursun K. katıksız bir İzmir aşığıydı. Onun öykü karakterleri Namazgah’ın, Karşıyaka’nın, Eşrefpaşa’nın, Tilkilik’in bağrında yaşayan, nefes alan insanlardı. Öykü, roman, masal, deneme, senaryo, gezi yazısı kalem oynattığı alanlar oldu. Doymak bilmek bilmeyen bir yazma iştahı vardı. Son yıllarında Parkinson hastalığı yakasına yapıştığında, ellerinin kendisine ihanetine aldırmadan yazmaya devam etti.
Katıksız bir sinema tutkunuydu. Sinema üzerine yazdığı onca kitaptan sonra, tarihi üzerine de kalın bir kitap yazmayı planlamış, büyük bir bölümünü de bitirmişti. Tüm yazdığı öyküler anında sinemaya uyarlanabilecek senaryo taslağı gibiydi. Önce film karesi gibi kafasında canlandırır sonra yazardı. 50’li yılların sonlarında İstanbul’a gitti ve sinema serüveni başladı. Önce senarist sonra yönetmen olarak devam etti. 1962 yılında ilk yönettiği film “Aramıza Kan Girdi”nin başrollerinde Ahmet Mekin, Semra Sar, Kenan Pars, Kadir Savun oynadı. Toplamda beş film yönetti. Korkusuz Kabadayı, Kelebekler Çift Uçar, Cehennem Arkadaşları, Yaralı Kartal... 15 film ve TV dizisinin senaryolarını yazdı.
Karşıyaka’da doğdu, İzmir’i yaşadı. Son yıllarında günlerinin büyük bir kısmını Foça’da geçirmeye alışmıştı. Foça, onu bağrına bastı. Böylesine değerli bir edebiyat adamı, İzmir’de bir müze ile onurlandırılmayı hak ediyor. Edebiyat ve sinema alanında uzun bir yolculuğa çıkacak gençlerin onu tanıması, ondan esinlenmesi ancak onu yaşatarak olur.
Paylaş