Paylaş
Paris bir başkenttir; herşeyin merkezidir ama tam anlamıyla Fransa’yı yansıtmaz.
Marsilya Fransa’nın bir özetidir.
Kozmopolittir; sadece Fransızlar değil, Fransa’da yaşayan yabancıların da en fazla rağbet gösterdiği şehirlerden biridir.
O yüzden renklidir, farklıdır.
Ben de Marsilya’yı severim.
Marseille dizisi işte o Fransa’yı anlatıyor.
Yakın coğrafyadan kalkıp gelen ve Marsilya’dan buluşan ve birlikte yaşayan Fransızların hayatlarını anlatıyor.
Başrolde çok beğendiğim bir Fransız aktris var; Gérard Depardieu...
Yine Fransızların ünlü oyuncularından Benoît Magimel de filmde yer alıyor.
Dizi, güç, yolsuzluk teması ile birlikte Fransız liman kenti Marsilya’nın kaderini belirleyecek bir başkanlık yarışını konu ediniyor.
Robert Taro yani Gérard Depardieu 25 yıldır Marsilya’nın belediye başkanlığını yapmaktadır. Bir sonraki yerel seçimler yaklaşmakta ve büyük hedefleri olan, iddialı bir genç adam Lucas Barrès yani Benoît Magimel en büyük rakibi olarak başkanlık koltuğuna göz dikmiştir. Her iki adayın başkan olabilmek için acımasızca mücadelesinin işleneceği dizide ayrıca uyuşturucu lordları, kirli politikacılar, zengin çıkarcılar, sendikacılar, kavgalar ve intikam duyguları gibi konulara da yer veriliyor. Olaylar başkanlık yarışından çıkarak bir güç gösterisi haline dönüşüyor.
Filmi izleyin...
Çünkü son günlerde herkes Fransa’yı, Paris’ten ülke geneline yayılan protesto gösterilerini izliyor.
Fransa’da polisin bir genci öldürmesinin tetiklediği huzursuzluk devam ediyor.
Bu arada en polis en fazla Marsilya’da göstericiyi gözaltına aldı.
Göç dalgaları son 50 yılda çok arttı. Sadece mülteci akınından bahsetmiyorum.
İç göçler de şehirlerin demografik yapısını değiştiriyor.
Gayet normal aslında...
İnsanların seyahat özgürlüğü olduğu gibi bir başka şehirde, hatta ülkede yaşama özgürlüğü de var.
Devletler, yerel yönetimler ve elbette sivil toplum örgütleri bu değişimi iyi izlemeliler.
Analiz etmeliler ve toplumların bir arada yaşayabilecekleri ortamları yaratmalılar.
Marseille dizisini biraz da bu öyküyü anlattığı için tavsiye ediyorum.
Gerçi Netflix bu diziyi yayından kaldırdı ama belki yeniden platformuna dahil eder.
Kentsel dönüşümden
ne anlıyorum
YILLARDIR yazıyorum.
Kentsel dönüşüm bir binayı yıkıp yeniden yapmaktan çok daha fazla bir şeydir.
Dönüşümü insanlar üzerinden yapmanız gerekir. Bizim şehirlerimizin de işte buna ihtiyacı var.
Bozuk yapıları bir yandan yenilerken insanların bir arada yaşayabilecekleri sağlıklı ortamları da yaratmamız gerekiyor.
O yüzden kentsel dönüşümde bölgesel değişimlerden yanayım.
Bir kenti sadece yapılarıyla değil sosyal hayatıyla da planlamamız gerekiyor.
Dönüştürürken sporu, sanatı, kültürü, sosyal aktiviteleri de eklemeliyiz.
Yoksa yık binayı yap yenisini yap istediğin neticeyi alamıyorsun.
Bu bayram şöyle geçti
ARKADAŞLARIMLA konuştum.
Bodrum’dakiler evlerinden çıkmadılar, çıkamadılar.
Çeşme’dekiler evlerinden çıkmadılar, çıkamadılar.
Ben de çıkmadım.
Kısa yürüyüşler yaptım.
Yazılarımı yazdım; kitaplarımı aldım, satır aralarında kayboldum.
Fondaki müzik hep vardı.
Bu bayram öyle geçti.
Ama iyi geldi...
Sokaklar Vale’lerin değil vatandaşındır
NEREYE gitsem Vale...
Bir Vale rekabeti var ki sormayın.
Ve inanın trafiğin kilitlenmesine de neden oluyorlar.
Örneğin Alaçatı’da her zaman park ettiğim, yani 20 yıldır park ettiğim evimin önünde Vale’ler cirit atıyor.
“Arkadaş evime giriyorum” diyorum; “Artık Vale var” diyor.
Sokaklar Vale’lerin değil vatandaşındır.
(Vale ziyaretçilerin araçlarını teslim alan, araçları güvenli bir alana park eden ve ziyaretçilerin işleri bittikten sonra aracı sahibine teslim eden personeldir.”
Kendilerine Vale dedikleri için ben de Vale diyorum.
Bu konuyu işleyeceğim.
Ama bunun bir standardı olması gerekir.
Her yerde insanlar arabalarını park edebilecekleri alanlara sahip olmalı.
İsteyen de elbette Vale’ye verebilir.
Paylaş