Paylaş
“Siyaset biraz iddia işidir. Bunu yaparken bazen sert, bazen bir atmaca gibi olacaksın. Gerektiğinde yumruğu masaya vurmalı, gerektiğinde de kitleleri harekete geçirmek için tansiyonu yükselteceksin. Bizim milletimiz tartışmayı ve yüksek tansiyonu sever...”
Gözümü kapatıp, Türk tipi bir siyasetçi tipi hayal ettiğimde de böyle bir profil çiziyorum genellikle... Elbette eski tip, klasik politikacılardan bahsediyorum.
Örneğin geçmişin tartışmalarını hatırlamaya çalışıyorum.
İnatlaşmaları, kavgaları, siyah ve beyaz kadar net olan kimsenin griyi görmediği, düşünmediği tartışmaları...
Galibi olmayan, kazananı olmayan, masadan mutlu ayrılmayan, savaş gibi algılanan toplumsal meseleleri...
Doğal olarak da karikatür dergilerinin kapaklarında yer alan, karikatürcülere malzeme olan karakteristik özellikleri öne çıkmış politikacıyı hemen gözümün önüne getiriyorum.
Siyasetçilerin top mermisi kadar zarar veren, toplumu yaralayan salvolarını düşünüyorum.
Muhalefetteyken başka, iktidara gelince başka şeyler söyleyen...
Hatta sabah kendisinin söylediklerini, akşam kendisi eleştiren...
Yani “barışçı” gibi gözükürken, bir anda istediği kavganın fitilini ateşlemeyi başaran...
İyi demagoji yapan...
Çok konuşup bazen de hiçbir şey söylememeyi başaran...
Kendisini sorumluluk altına sokacak bir soru geldiğinde topu taca atan, hassas konularda işi muzipliğe vurarak savuşturduğunu sanan...
Bir profil...
Şöyle de düşünebilirsiniz...
“Toplum bir bedel ödemeden demokrasiler olgunlaşmıyor...”
Doğrudur, kısmen katılıyorum da...
Ama şunu da hatırlatmayı zorunlu hissediyorum.
Bizim gibi ülkelerde siyasetçinin düşündükleri, yaptıkları, yapmak istedikleri, çok ama çok önem taşıyor.
Ve bu siyasetçi tipi; ne kadar özgür, ne kadar samimi, ne kadar açık, ne kadar şeffaf, ne kadar ilerici, ne kadar uzlaşmacı, ne kadar sanata duyarlı, ne kadar estetik kaygıları olursa...
Bunları da kendi siyasetinin iddiası haline getirirse, işte o zaman bambaşka bir yol haritası çıkıyor.
Havel’in şaşırtıcı keşfi
ON yıl kadar önce New York Üniversitesi’nde dinleyenlere “elveda” derken “Şaşırtıcı bir şey keşfettim” diyor, keşfini paylaşıyordu...
Vaclav Havel, şöyle demiş:
“Deneyim zenginliğinin özgüvenimi daha da artırması beklendirdi, oysa bunun tam tersi oldu. Bu süre içinde kendimden daha az emin hale geldim, çok daha alçak gönüllü oldum. İnanmayacaksınız, ama sahne yükü her geçen gün beni daha çok ürkütüyor. Görevi yerine getiremeyeceğimden ya da yüzüme gözüme bulaştıracağımdan giderek daha çok korkuyorum. Konuşmalarımı yazmak benim için giderek daha zor oluyor. Yazdığımda da kendimi tekrarlamakta olduğum endişesine kapılıyorum. Sık sık beklentileri karşılayamayacağımdan, görev için gerekli vasıflara sahip olmadığımın ortaya çıkacağından korkuyorum. İyi niyetime rağmen büyük yanlışlar yapacağımdan, güvenilir olmaktan çıkacağımdan, dolayısıyla yapmakta olduğum şeyi yapma hakkını yitireceğimden ürküyorum.”
Ben insan odaklı siyaseti seviyorum, o yüzden Havel tipi siyasetçilerin çoğalmasını istiyorum.
Şairlerin sesi de bankerlerin sesi kadar güçlü çıkabilmeli
HER zaman söylüyorum ve yazıyorum. Klasik siyaseti sevmiyorum, ama toplumsal değişimlere öncülük eden, örnek olan, insanları ortak akılda buluşturan, ülkeler tarihini olumlu anlamda değiştiren, geliştiren, gelecek nesillere rol model olabilecek siyaseti ve siyasetçileri seviyorum.
Ve onları çok sıkı takip ediyorum.
Bu isimlerden biri de Vaclav Havel oldu.
“Kadife Devrim”i gerçekleştiren Havel, şiddet içermeyen bir siyasal değişikliği topluma kabul ettirdi. 1992’nin Aralık ayında Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak barışçıl bir anlaşmayla ikiye bölündü.
Elbette benim için bir başka ilginç ve önemli tarafı Havel’in siyasetçi yanının dışında, yazar, entelektüel, şair oluşuydu.
ABD’nin Foreign Policy ve İngiltere’nin Prospect dergilerinin yaptığı anketlerde Havel, “Dünyanın ilk 100 Entellektüeli” listelerinde dördüncü sırada yer almıştı.
Ben Türk siyasetinde veda konuşması yapan birini hiç hatırlamıyorum. Siyasete kendi isteğiyle nokta koyan tek kişi belki de Erdal İnönü oldu. O yüzden böylesine tarihsel bir konuşmayı hiçbir zaman dinleyemedik.
Ama Havel, bunu yapabilmişti.
New York Üniversitesi’nde “Politikaya Veda” konuşması yapmıştı.
Havel, Kadife Devrim’in amacının, insanlarda umut yaratmak olduğunu, bu dünya görüşünün de şöyle özetlenebileceğini açıklamıştı:
“Şairlerin sesi de bankerlerin sesi kadar güçlü çıkabilmeli.”
Deneyimlerini anlatırken, gerçeklerin onu değiştirdiğini, karşıt düşüncelerin de aynı oranda gerçek payı taşıyabileceğini öğrendiğini söylüyor... Çünkü, alçakgönüllülük bunu gerektiriyormuş. Halkını hüsrana uğratacak büyük umutlardan, vaatlerden çekinmiş. Havel, gerçekten de gördüğümüz, alışık olduğumuz politikacı tipinin tam tersini yapmıştı.
Politikacıların söylediklerinden, deneylerinden çok şairlerin sesine kulak vermiş. Çünkü, dünya siyasal tarihini iyi okuyan biri, şairlerin imparatorlukları ve askeri ittifakları yok ettiğini fark etmiş. Görmüş ki, şairlerin gücü, bankerlerin ve borsacıların gücünden çok daha fazla, insanlar onlara inanıyor, onların peşinden gidiyor, onların dediklerini yapıyormuş.
Ama Havel, şunu söylemeyi de ihmal etmemiş.
“Şu gerçekliği de unutmayalım, dünyanın şairlerin elinde bir şiire döneceğini ummayalım.”
Paylaş