Paylaş
Nisan ayı düşüşleri hiç kimseyi korkutmasın; dünya ikinci yarıda bu kayıpların büyük bir kısmını kapatır.
Bu Türkiye için de geçerli...
Sıkıntılı olan ve yönetilmesi gerekenler ağırlıklı olarak hizmet sektörleri...
Turizmde, yeme içme sektöründe, perakende de sıkıntı devam edecek.
Aslında kurallara uysak, maskemizi taksak, sosyal mesafeyi korusak çok daha hızlı bir toparlanma olacak ama maalesef sokaklardaki manzara bunun aksini söylüyor.
İkinci dalga gelebilir ya da dalgacıklar halinde salgın devam edebilir.
Bu süreçte çok karamsarlar vardı; dünya ekonomisinin 29’dan sonraki en derin krizi yaşadığını ve dramatik çöküşler olacağını söylüyorlardı.
Bir diğer görüşü savunanlar ise ekonominin yeniden yazılacağını ve ekonominin yıllar sürecek bir yatay düzlem içinde gideceğini savunuyorlardı.
Benim gibi ihtiyatlı iyimserler de süreci iyi yönetenlerin bambaşka bir dünyaya uyanacaklarını ifade ediyordu.
Elbette yolun daha başındayız, pandeminin devam ettiğini görüyoruz.
Ama kara bulutların da hafifçe dağıldığını fark ediyoruz.
Karalar bağlamaya gerek yok, geleceğe bakalım.
Cihat Kora’ya veda
BAZI insanlar iş, bazıları sektör yaratır.
Cihat Kora da o insanlardan biriydi.
Gazeteciliğe başladığım ilk aylarda kendisini tanıdım; çok uzun yıllar geçmiş.
Büyük bir iş insanını kaybettik.
İzmir’i çok severdi, vatanseverdi, Türkiye’ye inanırdı, hep geleceği konuşurdu, bitmez bir enerjiyle yeni girişimler peşindeydi.
Yaptığı işin en iyisini yapardı, kalkınmanın üreterek, sanayileşerek olacağına inanırdı.
Girdiği her sektörde ya lider oldu ya da en büyüklerden...
Gerçekten de stratejik alanlara yatırımlar yaptı.
Kimya, soda, kağıt gibi sektörlerdeki boşluğu dolduran oyunculardan oldu.
Cihat Kora kazandığını paylaşmayı da bilen biriydi. Hayırsever yönünü de hep izledim, takdir ettim.
Dün kendisini sonsuzluğa uğurladık.
Nurlar içinde yatsın...
Sosyal medyanın ilkeleri
çok naif kaldı gibi
İSMET Berkan yazmış.
Çok da güzel yazmış.
Aynen aktarıyorum.
***
Bugün hayatımıza fena halde yön veren sosyal medyanın felsefi kökenleri internetin icadından bile önceye dayanıyor. Ama tabii esas fikri oluşum 60’lı yıllarda yaşandı. Ayn Rand’in görüşlerinden etkilenen kuşak, 60’lı yıllarda yukarıdan aşağıya hiyerarşinin olmadığı, yatay örgütlenme modelleri deniyordu. İletişim için de aynı şey önerildi: Neden hangi bilginin bize ulaşacağına tepedeki birkaç “kapı bekçisi” karar veriyordu ki; hepimiz kendi aklıyla hareket edebilen bireylerdik, bize ulaşacak bilginin süzgeçten geçirilmesine ve birilerinin bizi “korumasına” ihtiyacımız yoktu.
Sosyal medya işte bunu yaptı. Facebook ve Twitter başta olmak üzere bu servisler, bilginin yatay biçimde yayılması, o yayılan bilginin hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın “bilgi serbest piyasası” na akması prensipleriyle kuruldu. Kurulduktan çok kısa bir süre sonra da, bu ilkelerin son derece naif olduğu anlaşıldı.
ARTIK GERİ DE DÖNÜLEMİYOR
Ama dünya oradan geri de dönemiyor artık. Bilginin hiçbir kontrol olmadan akması için tasarlanan iki büyük network olan Facebook ve Twitter (aslında bunlara YouTube’u da eklemek gerek), bugün o akan bilgiyi nasıl süzgeçten geçireceklerine, hangi bilginin ne kadar akmasına izin vereceklerine karar vermeye uğraşıyor. Bunu da öyle iyiliksever oldukları için yapmaya uğraşıyor falan değiller, yanlış anlamayın. Esas yapmak istedikleri, kendilerini yayılacak olan bilginin yegane “kapı bekçisi” haline getirmeye çalışmak ve bu arada ticari kazançlarını maksimize etmek. Yoksa ırkçılığın yayılması veya çocuk pornosunun kendine yeni bir hayat alanı bulması, demokrasilerin manipüle edilmesi, ülkeler veya topluluklar arasında şiddet tohumlarının atılması bu iki şirketin çok da umurunda değil.
Bütün sosyal medya, “Çocuklar için” diye küçümsenen TikTok da dahil, insanın “anında tatmin” duygusuna hitap eden ve herkesi ilgi arsızına çeviren bazı temel algoritmalara dayanıyor. Bu şirketler, eğer siz ilgi çekici mesajlar veriyorsanız, yani mesajı alanlar buna olumlu veya olumsuz bir tepki veriyorsa o mesajı daha fazla insana gösteriyor. Yok sizin mesajınız bir tepki yaratmıyor, insanlar ona kayıtsız kalıyorsa, takipçi sayınız kaç olursa olsun mesajınızı yeterince insan görmüyor. Bu algoritmanın varlığı, sosyal medyadaki insan davranışını da değiştiriyor. İlgi arsızı oluyoruz, öyle olunca da hepimiz şu veya bu kadar “troll” adı verilen karakter tipolojisinin içine girmeye başlıyoruz.
İLGİ ÇEKİN AMA FAZLA DEĞİL
Daha fazla ilgi çekmenin yolu daha fazla provokatif olmaktan geçiyor çoğu zaman. Tabii, sosyal medyada bu manada var olmak için ilgi çekmelisiniz ama fazla da çekmemelisiniz. Çünkü fazla ilgi çekecek olursanız bu kez o sosyal medyanın sahibi şirketin, yani Facebook, Twitter, YouTube, Instagram, TikTok artık başka ne varsa, onların ticari çıkarlarını tehdit etmeye başlıyorsunuz. Orada hemen diğer algoritma devreye giriyor, eğer siz sosyal medya üzerinden elde ettiğiniz geliri bu şirketlerle paylaşmazsanız birden mesajlarınızı kimse göremez oluyor. Eskisi kadar etki yaratamadığınızı görüyorsunuz.
ARADA ÇOK BÜYÜK FARK VAR
İş ticaret olunca kolay. Yani sosyal medyanızda ürün ve hizmet tanıtıyorsanız, geliri paylaşmak daha akıllıca. Ama yok sosyal medya üzerinden siyasal pazarlama yapıyorsanız, siyasal etki yaratmaya çalışıyorsanız, bir noktada duvara toslamanız kaçınılmaz. Çünkü o zaman bu şirketlerle paylaşacak bir geliriniz de yok. Geleneksel, eski usul medyada reklamın kuralları var. Okuyucu veya tüketici, gördüğü şeyin reklam olduğunu net biçimde bilir. Sosyal medyanın bütün ticari mantığı bu netliğin bulanıklaştırılması üzerine kurulu. Yani, bir firma veya siyasi parti reklam olduğu apaçık belli bir faaliyette bulunduğunda bunun yarattığı etki ile “native” veya “organik” diye adlandırılan, gerçek bir kullanıcı tarafından size iletilen ticari veya siyasi mesajın etkisi arasında dağlar kadar fark var. O yüzden ticari hayatta artık bir “influencer” ekonomisi var.
Paylaş