İzmir’i sorgulamak lazım

Bir okurum böyle diyor: “İzmir’i sorgulamak lazım.” Bunu yaparken geçmişe bakarak geleceğin beklentilerini masaya koymak gerekiyor. Değerli dost Ali Atilla da bunu yapmış. Ve bir soruyu ortaya atıyor: “İzmir’i demokrasinin kalesi gibi tanımlamak kentin sakinlerinin yaşam kalitesini yükseltmeye yetecek midir?”

Haberin Devamı

İZMİR’in gündeminde çok önemli konular varken; sivil toplum örgütlerinden çoğu zaman ses çıkmıyor.

Türkiye’nin en güçlü örgütleri, odaları, dernekleri İzmir’deyken, bu sessizliğe anlam veremiyorum.

Bu konuya geçen gün köşemde işlemiştim.

Ve yazımın başlığını da “Bu derin sessizlik niye” diye atmıştım.

Birçok dosttan, okurdan mesajlar geldi.

Bu yorumlardan anlıyorum ki, İzmirliler de benzer düşünüyor.

Örneğin; metro konusunda kentin mağduriyeti ortadayken, hemen her konuda bir sözü olan meslek örgütlerinden cılız bir basın açıklaması bile duymadım.

Başkan Aziz Kocaoğlu’na destek veren, metro ihale sürecinde konuyu Meclisi’ne taşıyan ve sert açıklamalarda bulunan tek kişi İzmir Ticaret Odası Başkanı
Ekrem Demirtaş oldu.

İzmir üzerine kafa yoran, araştıran, okuyan değerli dost Ali Atilla “İzmir’i sorgulamak lazım” diyor.

Köşemi bugün Ali Atilla’ya bırakıyorum. Yorumlarında önemli tespitler var.

***

“’Bu derin sessizlik niye?’ diye soruyorsunuz. Tahrik edici bir soru. Ancak, bu soruyu cevaplamak için önce kente yüklediğimiz misyonu sorgulamak gerekir. İzmir’de yaşamak bir ayrıcalıktı. Buradaki yaşam kalitesi Avrupa kentlerinden daha öndeydi. Ben çocukluğumca Bornova’daki golf sahasını hatırlıyorum. 50 sene sonra hala İzmir’de bir golf sahasının olmaması ne acı. Ancak, bu tür boşluklar tamamen sorunuzun cevabının içinde saklı. Aynı şekilde büyük yangında yok olan Opera Binası’nın 90 yıldır yenilenmemesi de cevabın bir başak argümanıdır.

Cumhuriyetin sadece dışarıya gönderilecek hammaddeden gelecek gelire ihtiyacı yoktu, aynı şeklide yeniden yapılanmamın ihtiyacı olan ekipmana da ihtiyacı vardı. Bu da doğal olarak bu ihtiyacı en kısa sürede karşılayacak, Batı ile ilişkisi olan, yabancı dil bilen nüfusun yoğun olduğu bir kente, İzmir’e düşen bir görev
oldu.

Altmışlara gelirken kentte, ihracat, ithalat ve bu trafiği yönetecek Türkler, Yahudiler ve Levantenlerden oluşan ülke ile ticaret ağları kurmuş bir tüccar nüfusu da oluştu. Bu yapıya, Ege’nin verimli ovalarında tarım yapan büyük çiftçileri de eklemek gerekir. İşte bu elitler, hem ülkenin Batı ile ilişkilerinde nabız tutarlarken, hem de ülke içinde siyaseti sürüklüyorlardı. Ekipman fuarının İzmir’de oluşmasının da nedeni de İzmir’in Batıya açılır kapanır kapı olmasıdır.
İzmir altmışlardan sonra ülkenin sanayileşmesinde geç kalmamıştı. Ancak, İzmir sanayileşmeye parmak uçlarına basarak girdi. Sürükleyici olmadı. Bunun bence en önemli nedeni, kentin politika yapıcılarında, ticari gelirlerin akmaya devam etmesinin yarattığı rahatlık, zor koşullarda başlayan sanayi hamlesine dönüştürmekteki isteksizliğiydi.

Son tahlilde İzmir bir ticaret kenti idi ve burjuvalaşma sürecine girişi İstanbul’u takip etti. İzmir, Özal’ın liberalleşme dönemini de kaçırınca İstanbul ile ara açıldı. Günümüzde ise, merkezi devletin özellikli desteğini alamaması, Anadolu’nun yükselen yeni seçkinlerinin de gerisinde kalmasına neden oluyor.

İzmir’in kendisini ötekileştirmesi kente yararlı olacak mıdır? İzmir’i demokrasinin kalesi gibi tanımlamak kentin sakinlerinin yaşam kalitesini yükseltmeye yetecek midir? Veya sizin de sorguladığınız gibi, bu demokrasi atfediş, neden bir demokratik karşı duruşa yol açmamaktadır?

Bunun cevabını (1) kentin yakın tarihinde, (2) sığ bir laiklik yaklaşımında ve (3) kentin politika yapıcılarının bakış açılarında aramak gerekir.

Bence önemli bir soru da şudur: İzmir nereye sürüklenmektedir? Kent sakinleri bu sürüklenişin sonuçlarından haberdar mıdır?

Bu soruları bir siyasi yönlendirmeyle sormuyorum. Bu kente yaşayan 3 milyon kişinin gelecek 10 yılda ekonomik olarak nerede olacağı merakıyla sorguluyorum.
Bugün, kentin politika yapıcıları, sürekli olarak kentin önüne yeni oyuncaklar sunmaktadır. Kent, adeta sakinlerine olmayanı umutsuzca arayan, kendine bu süreçte yeni bir kimlik arayan bir üvey çocuk muamelesi görmektedir. Kent politika yapıcıları, kentin yapısal üstünlüklerini görmemezlikten gelmekte, sakinlerinin önüne dev bir kalaydaskoptan koyarak, her yarım turda oluşan renk cümbüşü ile sakinlerini sarhoş olmaya zorlanmaktadır. Bunun bir sonu olacaktır. O sonda, kent umarım bir psikolojik çöküş ile sıradanlığa düşmez.”

***

Bu köşe İzmir’i, Ege’yi, Türkiye’yi düşünen, hisseden ve gelecek hayalleri kuran herkese açık...

Yazarın Tüm Yazıları