Paylaş
Bana öyle olur; bir söze kilitlenir kalırım. Film başlar, biter ama ben hala o sözdeyimdir. Günlerce aklımdan gitmez; gün içinde bir anda hatırlarım, kalabalığın içinde yalnızlaşırım. Kaplumbağa gibi kabuğuma çekilir; ruh dünyamda bir oraya, bir buraya giderim. Sörf yaparcasına; bir kıyıdan diğerine... Kuvvetli bir beyin fırtınası gibi...
“Hiç büyümeden yaşlanmak...”
Geçen hafta pazar gece yarısından bu yana sörf tahtam bu kelimeler arasında gidip geliyor.
Bilmiyorum; bu kaçıncı seyredişim; ama her seferinde ilk kez izliyormuşum gibi etkileniyorum bu filmden.
“Shine...” dünyanın en önemli piyanistlerinden biri kabul edilen; David Helfgott’un öyküsünü anlatıyor.
“Shine” parlama demek... Parlayacağı çok belli olan ama başarıya şartlanmış babanın bir çocuğun hayatını ne hale getirebileceğini anlatan müthiş bir yaşam öyküsü Helfgott’unki...
Mutlaka seyretmişinizdir; ama fırsat bulun yeniden izleyin, insan ikinci, üçüncü, dördüncüsünde kendine daha fazla dersler çıkarıyor.
Filmde musevi bir ailenin sıradışı kabiliyetli çocuğunun müzik yarışmalarındaki başarıları, İngiliz Kraliyet Akademisi’nden aldığı burs ile babasının aileyi bir arada tutma çabası ve bunun dramatik sonuçları ele alınıyor.
Helfgott, parlıyor ve sönüyor; parlıyor ve sönüyor; hiçbir zaman affetmediği babası çocuğuna kendisi olmasına asla izin vermiyor.
12 yıllık akıl hastanesinde piyano çalmaktan mahrum kalıyor.
“Sadece çaldığımda kendimi tam hissediyorum, piyanoyu çalabildiğim için güçlü ve ayrıcalıklıyım” diyebilen birinin piyanodan uzak kalmasının ne anlama geldiğini siz düşünün...
David Helfgott, hastaneden çıktıktan sonra küçük bir barda çalmaya başlıyor; tabii herkesi kendisine hayran bırakıyor. Orada Gillian Murray ile tanışıyor; Murray’in aşkı Helfgott’u söndüğü bir anda yeniden parlatıyor.
David Gillian’a “Evlen benimle...” derken; aslında umudu yok, yanıt beklemeden konuşmaya da devam ediyor.
“Biliyorum, ben farklıyım. Seni anlıyorum, biliyorum. Ben çocuk gibiyim, ben herkes gibi değilim... Ben...”
Gillian Murray, bu müzik dehasına, piyano çaldığında başka biri olan bu adama, tuşlara dokunduğunda insanı büyüleyen bu sanatçıya şöyle diyor.
“Evet ama sen büyümeden yaşlandın... Bu seni sevmem için önemli bir neden...
Seni seviyorum...”
“Çalmak için ondan fazla parmağınız ve iki beyniniz olması gerekir.”
Rus besteci Sergei Rahmaninoff’un dünyanın en zor çalınan eserlerinden biri olan üçüncü piyano konçertosunu David Helfgott’tan daha iyi çalan biri çıkmadı.
Saatlerce; öyle bir, iki saatten bahsetmiyorum. Kalkmamacasına, en küçük bir nota yanlışı olmadan ve notaya bakma ihtiyacı hissetmeden çalan, çalabilen bir sanatçı David Helfgott...
Sadece çaldığında normal olabilen, çalabildikçe hayatı güzelleşen, kendini iyi hisseden biri David Helfgott...
Hayatı boyunca hiç klasik müzik konserine gitmeyecek insanlara bile piyanoyu ve klasik müziği sevdirebilen biri David Helfgott...
Ama aşkla, aşkıyla, Gillian’la yeniden parlayan biri David Helfgott...
David Helfgott; 2010’da Türkiye’deydi, İzmir’de de bu büyük sanatçıyı izlemek şansımız oldu. Hatta tanışma fırsatı buldum.
“Hiç büyümeden yaşlanmak...” sözü bana iyi geldi.
Herkesin içindeki cevheri bulup çıkarabileceğini; yeniden parlayabileceğini, yeni başlangıçlar yapabileceğini hatırlattı.
Hiç büyümeden yaşlanın...
Paylaş