Paylaş
Kazadan birkaç saat sonra gittiğimde gördüklerimi, yaşadıklarımı herhalde hayatım boyunca unutamayacağım.
Aslında gazeteci olarak çok şeye tanıklık ettim.
Krizler, kaoslar, karmaşalar…
Tabii güzel ve unutulmaz anlara da tanıklık ettim ama Soma gibi olaylar insanda çok derin izler bırakıyor.
Bartın Amasra’ya gitmedim ama gideceğim.
Ancak orada yaşananları biliyorum, tahmin ediyoruz, hissediyorum.
O panik, o koşuşturma, o çaresizlik...
Siren sesleri, arka arkaya sıralanmış ucu bucağı olmayan ambulanslar...
Her ambulans hareket ettiğinde madenden çıkarılan bir işçi kardeşimiz...
Ve kulakları çınlatan isyan, ağlama sesleri...
Üzerimize sinen o toz ve ortamı daha da ağırlaştıran o koku...
Çünkü Soma öyleydi.
Kriz otobüsünün önüne asılmış listelere bakan işçilerin akrabalarının yaşadıkları, umudun bir süre daha korunması...
Madende çalışmak dünyanın en zor işlerinden biri…
Ama coğrafya insanın kaderi oluyor ya…
Madenler de öyle işte…
Ben ne zaman bir maden işçisiyle konuşsam; aynı yorumları dinlerim.
“Kader…” diye başlarlar ve “Emekli olmayı hayal ediyorum” derler.
Yıpranma tazminatı madencilere ve gazetecilere tanınmış bir hak…
Yani ağır koşullarda çalışanların erken emekli olma hakkıdır yıpranma tazminatı…
Gazeteciler de yoğun, stresli bir hayat geçirirler ama madencilerin yanında bunu söylememek bile gerekir.
Bartın’da içimiz yandı yine…
Büyük bir facianın arkasından yine benzer şeyler söyleyeceğiz.
“Kaza” diyeceğiz, “İşin doğasında bu da var” diyeceğiz.
Doğru; öyle…
Ama kazaları önlemek de, azaltmak da yine bizim elimizde…
Soma’daki görüntüler, fotoğraflar bugün gibi aklımda…
Bir daha yaşanmasın dedik; yaşandı.
Herkese sabır diliyorum.
Her marka ayrı bir
parmak izi gibidir
İzmirli şirketlerin farklı olduğu bazı çalışmalarda ortaya çıktı.
Ben değil; 152 ülkede faaliyet gösteren danışmanlık şirketi PWC söylüyor. Türkiye’de şirketlerin ortalama ömrü 34 yıl gözüküyor. Aile kültürü ve paylaşılan değerlerin varlığı, şirkete adanmışlık, hızlı karar alabilme gibi güçlü değerlere rağmen bu böyle çıkıyor.
Aile şirketlerinin sadece yüzde 30’u ikinci nesillere geçebiliyor.
Marka yaratma ve stratejisi denince akla ilk gelen isimlerdendir Yelda İpekli…
Yelda’nın harika bir tarifi var.
Diyor ki…
“Her marka ayrı bir parmak izi gibidir…”
Yıllardır ve hiç vazgeçmeden bunu anlatıyor.
Ve diyor ki…
“Markanın ruhunu oluşturan felsefi tarafta herkesin olması gerekir. Çünkü biz biliyoruz ki artık rekabette marka olabilmek için, rekabetten sıyrılabilmek için, marka değerini yaratabilmek için, kurumun öz değerlerinin olması lazım.
Temelde akademik kuralları olsa da marka stratejisinin her şirkete, her kuruma, her hizmete göre yeniden tanımlanması lazım.”
Yani öyle ısmarlama, herkesin kullandığı formüller herkese uymaz.
Şirketi yüzde 99 kadınlar yönetiyor
Meryem Dilşad İpbaş Bağış; Kırçiçeği’nin ikinci nesli…
Kırçiçeği sıkıntılı günlerini aştı, şimdi geleceğe bakıyor.
Pideyi gastronomide kurumsal markaya dönüştüren ilk şirketti.
38 yaşındaki şirkette kadın istihdamına önem veriliyor.
Yönetimin yüzde 99’u kadınlardan oluşuyor.
Meryem de kendini “Z kuşağının temsilcisi olarak” görüyor.
İlginçtir; Türk Dil Kurumu 2006 yılında Kırçiçeği’ne özel bir ödül verdi.
“Türkçeye gösterdikleri özen için” bu ödül verildi.
Menüsü Türkçe olan bir restoran zinciri olarak kalmaya devam edeceklerini söylüyor.
Çünkü pidenin Anadolu’dan çıkan ama evrensel bir lezzet olduğunu dünyaya anlatmaya çalışıyorlar.
Meryem Dilşad İpbaş Bağış diyor ki…
“Gururluyuz çünkü sadece bunlarla yetinmedik, ruhları da doyurduk Karacasu’da 24 derslikli Kırçiçeği Anadolu Lisesi’ni eğitim hayatına kazandırdık. KİTVAK ile birlikte hasta yakınlarının sağlıklı bir ortamda barınma ihtiyaçlarını karşılamaya katkıda bulunduk. Kızılay ile birlikte gönüllü kan bağışı kampanyalarıyla hayat kurtarmaya destek oluyoruz.
‘Sen Yiyemezsen Ben Yerim’ sloganıyla HAYTAP işbirliğinde bugüne kadar 200 ton yemeği sevimli dostlarla buluşturduk.
Pozitif ayrımcılıkla Kırçiçeği Bodrum Basketbol ile kadın sporcuları destekledik. Süper Lig’e birlikte çıktık.”
Paylaş