Paylaş
Her şeyi Brookings Enstitüsü’nün son raporuna bağlayamazsınız.
Hani şu İzmir’i, dünyanın en hızlı büyüyen metropolleri arasında dördüncü sırada gösteren araştırmadan bahsediyorum.
Elbette o araştırma dikkatleri İzmir’e çekti, elbette uyuyan devi uyandırdı. Ama sizce bu yeterli mi?
Elbette değil...
İstanbul’a her gittiğimde hep aynı soruyla karşı karşıya kalıyorum.
“İzmir’de neler oluyor, yeni yatırımlar duyuyoruz. Yatırım yapmak isteyenlerde büyük heves görüyoruz...”
Bu yorumlar hoşuma da gitmiyor değil...
İzmir’in, İzmirlilik kavramının sadece yaşam biçimiyle algılanmasını istemiyorum.
İstiyorum ki, masamın üzerindeki özgeçmişlere bir yer bulayım, dostlarımın çocukları kariyer için aklına ilk İstanbul’u getirmesin.
Doğduğu şehirde çalışabilmenin keyfini yaşasın...
Tıpkı benim gibi...
İstanbul’u seviyorum, ama benim tutkum İzmir... Bu tutkuyu içinde hissedenlerin sayısının da fazla olduğunu biliyorum.
“Dünya bir yana İzmir bir yana” diyenlerin ne kadar güçlü bir duyguyla bunu söylediklerini tahmin ediyorum.
Son yıllarda bir şey daha oldu.
Hep kötüleyen, hep eleştiren, hep bardağın boş tarafını gören, hep söylenmedik söz bırakmayan sayılarında biraz azalma oldu.
Ya da bana denk gelmiyor.
Biliyorum, klasik söylemlerle “Kayseri’nin de Konya’nın da Denizli’nin de gerisinde kaldık” diyenler hala var.
Bu sözleri duydukça içimden hep “Kayseri de Konya da Denizli de gelişsin” diyordum. Zaten gelişmeli, değişmeli...
Anadolu’nun da biraz serpilmeye, sosyalleşmeye, modern bir görünüme ihtiyacı var.
“Sev ya da terk et” modunda değilim, hiçbir konuda böyle düşünmem ama...
“Sev, mutlu ol, biraz da bardağın dolu tarafını gör kardeşim” çok dedim.
Yakın zamana kadar böyle bir cümle kullanmadığıma göre galiba bir şeyler değişiyor gibi...
Aman nazar da değmesin...
Geçenlerde önemli bir imza atıldı. Biz de haber sayfalarımızda bu törenin haberine yer verdik.
Başlık, “Körfeze karşı Divan’a kurulmak”tı.
Divan’ı otel zinciri olarak biliyoruz, yani ağırlıklı olarak turizmde iş yapan bir şirket... Divan, bir süredir, rezidans işletmeciliğine de hızlı bir giriş yaptı.
İşte o projelerden biri de İzmir’deydi.
Yerel partneri de Mistral Yapı’ydı.
Mistral’i oluşturan grup aslında ilk kez Alsancak Limanı’nın ihalesi için bir araya gelmişti. İhaleyi kazanamayınca ortaklar, gayrimenkul sektörüne farklı bir bakış açısıyla imza attılar.
Daha öncekileri gibi “sat, yap” değil, “yap, kirala” modelini denediler.
Öyle gözüküyor ki, bunda da başarılı oldular.
Bana İstanbul’da sorulan soruların hiç de yersiz olmadığını gösteren güzel bir örnek oldu.
Buna benzer projelerin arka arkaya geleceğini duyuyorum.
Bir de üzerine EXPO gelirse...
Siz o zaman görün İzmir’i...
Paylaş